Özlenen Rehber Dergisi

124.Sayı

Allah'a Rasûlullah'a ve Kur'ân'a Karşı Edeb

Embiya KIMIŞOĞLU Özlenen Rehber Dergisi 124. Sayı
Edeb; terbiye, haya, incelik, nezaket, kabul gören kurallara uyma, güzel hallere ve huylara sahip olma, utanılacak hareketlerden sakınma, her hususta haddini bilip, sınırı gözetme, hal, tavır ve davranış güzelliği olarak tanımlanmıştır. Edeb gözetene edebli (edib), ahlaklı; gözetmeyene de edebsiz, ahlaksız denmiştir.
Kur’ân-ı Kerim’in birçok ayeti edebe işaret etmekte, zıttı olan edepsizlik ve çirkinliklerden uzak durulmasını emretmektedir. Cenâb-ı Hak Nahl suresinin 90. âyetinde şöyle buyurmaktadır:
’Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı (edepsizlik), fenalık ve azgınlığı (çirkin davranış) da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.’
Âyet-i kerimede geçen "Fahşa" sözcüğü, aşırı kaçan, yani haddi aşan her şeydir. Fahşa’nın fuhuş anlamı da vardır ki, genellikle bu anlamda kullanılır ve ırza tecavüz anlamına gelir. Çünkü bu aşırı bir iştir. Saldırı ve aşırı gitmeyi bünyesinde barındırır. Böylece fahşa kelimesini üzerinde yoğunlaştırır ve fahşa denildiğinde, özellikle bu fuhuş anlamı kastedilir. Ayette geçen "münker" kavramı ise fıtratın hoşlanmadığı, dolayısıyla şeriatın da hoş karşılamadığı her iştir. Zira İslâm’ın şeriatı fıtratın şeriatıdır. Bazen fıtrat sapabilir. Fakat İslâm’ın şeriatı olduğu gibi kalır, değişmez. Fıtratın bozulmadan önceki asıl halini gösterir. "Bagiy" kavramı ise zulmü, hakkı ve adaleti çiğnemeyi ifade eder. Rezalet, çirkinlik, ïğrençlik’, azgınlık ve isyan (Fahşa-münker-Bagy) temeline dayalı bir toplumu ayakta tutmak mümkün değildir. Rezaletin bütün boyutlarıyla, iğrençliğin bütün aldatıcılığıyla ve azgınlığın bütün sonuçlarıyla yayıldığı bir toplum uzun süre ayakta kalamaz. İnsanın fıtratı belli bir süreden sonra, bu yıkıcı etkenlere karşı harekete geçer ve onlardan silkinir. Bu yıkıcı etkenlerin kuvveti ne kadar fazla olursa olsun ve tağutlar düzenlerini korumak için ne kadar vasıta kullanırlarsa kullansın farketmez. İnsanlık tarihi tümüyle rezalete, çirkinliğe ve azgınlığa karşı peşpeşe gelen başkaldırılardan ibarettir. Kısa bir dönem için insanlığın veya devletlerin bunlara dayanarak ayakta durması önemli değildir. İnsanın fıtratında ona karşı silkinişlerin ve direnişlerin bulunması gösteriyor ki, bunlar insanlık hayatına, bedenine yabancı düşen unsurlardır. Fıtrat onları üzerinden atmak için silkinir. Tıpkı canlı organizmanın kendi içine giren yabancı bir unsura karşı silkinişi ve direnişi gibi. Yüce Allah’ın adaleti ve ihsanı emretmesi, rezaleti, iğrençliği ve azgınlığı yasaklaması, düzgün ve sağlıklı fıtrata uygun düşer. Onu destekler ve Allah adıyla direnişe geçmeye iter.
Necm suresinin 32. âyetinde de Yüce Rabbimiz edepli kulları hakkında şöyle buyurmaktadır: ’Onlar, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden (edepsizlikten) uzak duran kimselerdir. Şüphehiz Rabbin, bağışlaması çok geniş olandır…..’
İslam dini itikattan ibadete, giyim-kuşamdan yeme-içmeye kadar hayatın her alanıyla ilgili edepler ortaya koymuş, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bizzat bu edepleri uygulayarak sahabelerine öğretmiş, "Haya imandan bir şubedir.’ (Buhârî, Îmân, 3) buyurarak edebi (haya-utanma) imanın bir gereği olarak görmüştür.
Peygamberimiz (s.a.v.) dünyaya gönderiliş gayesini ’Ben ahlâkın güzelliğini tamamlamak için gönderildim.’ (Muvattâ, Hüsnü’l-Huluk, 1) diyerek ifade etmiştir. Yüce Rabbimizde bu sözü teyid ederek ’Muhakkak ki sen, yüce bir ahlak üzeresin’ (Kalem, 68/4) buyurmuş, yine Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde: ’Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi güzel eyledi.’ (Suyûtî, Câmiu’l-Ehâdîs, c.1, s.133, h.no:780, Sem’ânî, Edebu’l-İmlâ’sında İbn-i Mes’ûd (r.a)’dan rivayet etmiştir.) buyurarak Cenâb-ı Hakk’ın terbiyesinde yetiştiğini anlatmış, Allah’u Teâlâ Habibinin sözlerinin doğruluğunu ’O, heva ve hevesinden konuşmaz onun konuştuğu ancak bir vahiydir’ (Necm, 53/3) sözüyle tasdik etmiştir. Peygamber Efendimizin vefatından sonra Hz. Âişe annemize peygamberimizin ahlakı sorulduğunda; ’Muhakkak ki Allah’ın Nebisi (s.a.v.)’in ahlâkı Kur’ân idi.’ (Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîne Ve Kasrihâ, 18) buyurarak, dinin ahlak ve edebe verdiği önemi ortaya koymuştur.
Dinin gayesi edepli birey ve toplum oluşturmaktır. Dolayısıyla din ile edep (ahlak) aynı gayeye hizmet etmektedir. Efendimiz (s.a.v.)’in zikredeceğimiz şu hadis-i şerifleri bunu ne de güzel ifade etmektedir: ’İslam bakımından insanların en güzel olanı, ahlak bakımından en güzel olanıdır.’ (Ahmed b. Hanbel, c.34, s.422, h.no:20831)
’Sana güzel ahlakı tavsiye ederim. Zira insanların ahlak bakımından en güzel olanı, din bakımından en güzel olanıdır.’ (Taberânî, Kebîr, c.8, s.455, h.no:16716)
’İman bakımından mü’minlerin en kâmil olanı, onların ahlâk bakımından en güzel olanıdır.’ (Ebû Dâvûd, Sünnet, 16)
Mevlana Hazretleri de edeb-din ilişkisine:

gözünü aç da Allah’ın kelamına baştan başa bir bak!
Âyet âyet bütün Kur’an edeb taliminden ibarettir’
sözüyle vurgu yapmış; bir Allah dostunun şu dizeleri de ahlakın önemini ne de güzel anlatmıştır:

Edeb bir tac imiş nur-i Hüda’dan
Giy ol tacı, emin ol her beladan

Hz. Abdullah Farukî Hazretleri ise Özlenen Rehber Dergisinde yayınladığı hikemlerinde ’Ey mü’min, din edebden ibarettir. Edeb libasını giy ki, imana işarettir.’
’Ey talib-i Hak, edebsizlikle tevhid dairesinden çıkma ki, Kur’an’ın her âyeti edebden bahseder’ diyerek edebin ehemmiyetine vurgu yapmıştır.
HZ. ALLAH’A KARŞI EDEB
Bir Müslüman’a ilk lazım olan, en önce dikkat etmesi gereken husus Allah’a, onun Rasûlüne ve Kur’an’a kaşı göstermesi gereken edebdir. Cenâb-ı Hak ’Ben insanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım’ (Zariyat, 51/56) buyurarak bu aleme gönderilme nedenimizi açıklamıştır. Bir Müslüman öncelikle Allah’a karşı takınılması gereken edeb kurallarını öğrenmelidir.
Edebin en mükemmeli, edebin en kıymetlisi Rabbimize karşı gösterilen edebdir. Bu edebin ilk basamağı Allah’a onun istediği şekliyle iman etmek, Allah’ın sıfatlarını bilmek, emir ve yasaklarına sıkı sıkıya riayet etmek, gizli ve açık yaptığımız her şeyi gördüğünü ve işittiğini bilmek, kalbimizin derinliklerinden geçirdiğimiz en gizli duygularımızı bile Cenâb-ı Hakk’ın bildiğini düşünmek ve inanmaktır.( Bkz. Abdullah Farukî (k.s.), Zahiri ve Batıni Edebler, s. 16, FİAV yayınları, 1996 Ankara)
Peygamberimize(s.a.v.) ihsan nedir diye sorulduğunda ’Allah’a sanki onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da muhakkak O, seni görüyor.’ (Buhârî, Îmân, 37) buyurmuştur. Allah’ın kulları bu edeble tezyin olduklarında onlar için gizli diye bir kavram kalmayacak, kimse görmese bile Allah’ın kendilerini gözetlediğini düşünecek ve hareketlerini ona göre tanzim edeceklerdir.
RASÛLULLAH (S.A.V.) EFENDİMİZE KARŞI EDEB

Din, edebden ibarettir. Edeb nefsani arzulardan sıyrılıp; Allah Rasûlünün ahlakıyla ahlaklanmaktır. Allah’a edebden sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e edeb gösterilmelidir. Ona gösterilecek en önemli edeb onun sünnetlerine sarılmakla olur. O’na itaat etmekle edeb kemale erer. Her bir Sünnetin insandaki kötü bir ahlakı izale ettiği hiçbir zaman unutulmamalıdır.
’Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Birbirinize bağırdığınız gibi peygambere bağırmayın. Yoksa siz farkına varmadan, amelleriniz boşa gider.’ (Hucurat, 49/2) Âyetiyle Rabbimiz (c.c.) Habibine karşı kullarının nasıl bir edeb takınmaları gerektiğini beyan buyurmaktadır. Böylece Cenâb-ı Hakk, Efendimiz (s.a.v)’in yanında nasıl konuşulacağını, edebi Mü’minlere öğretmiş, edebe muhalif davrananların amellerinin zayi olacağını belirtmiştir.
Efendimiz (s.a.v)’in yedi ay evinde misafir kaldığı Ebu Eyyub el-Ensarî (r.a.) alt katta misafir kalan Peygamberimize hürmetsizlik olur diye üst katta uyumayı içine sindirememiş, Peygamberimiz (s.a.v)’e uyuyamadığını belirterek: Benim üst katta, sizin ise alt katta kaldığınızı düşündüm. Eğer uyursam, uykuda hareket edip üzerinize toz düşürürüm ve Sizi rahatsız etmiş olurum diyerek Peygambere edebini göstermiştir.
Peygamberî edebi bir hayat düsturu haline getiren ve bu konuda müstakil bir de edep kitabı yazan Abdullah Farukî (k.s.) Hocaefendi bu kitabında Allah (c.c)’a imandan kaza-i hacet’e kadar bütün adapları kapsamlı bir şekilde anlatmakta ve kitabında şöyle buyurmaktadır: "Aile efradını da Cenâb-ı Allah’ın, Efendimiz (s.a.v.)’in, ehl-i beyt’inin ve ezvacının sevgisiyle yetiştirmelidir. Rasûlullah (s.a.v.)’in adı anıldıkça o’na salavat getirmelidir. Cenâb-ı Hak da Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e salat getirilmesini emretmektedir. O’nun ashabını, ehl-i beytini, ezvacını hayırla yad etmeli, adları anıldıkça ’Allah onlardan razı olsun’ demeli, her duasına o’nun ashabını, ehl-i beytini, ezvacını ve bütün ümmetini dahil etmeli ve o’na bol bol salavat getirmelidir. Rasûlullah (s.a.v)’den bahsederken ’Muhammed’ diye mübarek isimleriyle bahsetmemeli, Peygamber Efendimiz, Rasûl-i Ekrem Efendimiz gibi ifadeler kullanmaya dikkat etmelidir. Efendimiz (s.a.v.)’in hiçbir sünnetini küçük veya hakir görmemeli, bütün sünnetleri işlemek için can u gönülden büyük bir gayret ve çaba sarf etmelidir. (Bkz. Abdullah Farukî (k.s.), a.g.e., s. 16)
KUR’AN’A KARŞI EDEB

İnzalinden günümüze kadar bir harfi bile değiştirilmemiş ve değiştirilmesi de mümkün olmayan Kur’an bir mü’minin hayatında bulunması gereken en önemli unsurdur. İmanı kemale erdirmede, nefsi tezkiye etmede, Allah ve Rasûlüne itaatte en önemli kılavuzdur. Kalpleri aydınlatan, gönüllere şifa veren, Rabbimizle aramızdaki perdelerin kalkmasına vesile olan, insanların gaflete düşmesine engel olan, Mü’minleri tembellik, uyuşukluk, gevşeklik vs. hastalıklardan uzaklaştıran çok mühim bir vesiledir. Kur’ân-ı Kerim’i okuyan insan Allah ile konuştuğunu unutmamalıdır. Cenâb-ı Allah’a mülaki olmuş bir yüz ve ağız hangi edepte olması gerekiyorsa Kur’an okuyucusu o edeple tezyin olmalıdır.
Kur’an anlamak ve yaşanmak için gönderilmiş bir kitaptır. Kur’an’ın anlamını bilerek okumak elbette ki büyük bir kazançtır. Ama anlam bilinmese bile; onu edeple okumak insana birçok manevi güzellik kazandırır. Kur’ân-ı Kerim, okuyucusunu ne bu dünyada ne de öbür dünyada yalnız bırakmaz. Ona değer veren değer verdiği oranda iki cihanda saadet bulur. Ona saygısızlık eden dünyasını ve ahretini harap eder. Kur’ân-ı Kerim’e gösterilen edep ve saygı Âlemlerin Rabbine gösterilmiş demektir.
Kur’ân-ı Kerim okunurken mü’minlerin kalplerinin ürpereceği belirtilmiştir. Peki böyle mükemmel bir kelama karşı kalpler titrerken nasıl olur da insan bir mazereti olmaksızın o, okunurken ayaklarını uzatır, edepsizce, onu sıradan bir kitap gibi rastgele yerlere atar ve onu baş tacı edip de ona saygıyla davrananları kınayabilir. Ancak ve ancak imanı ve Allah’a karşı saygısı zayıflamış, o’na karşı edebini ve ciddiyetini kaybetmiş insanlar böyle davranabilir.
Kur’an’a karşı en önemli vazifemiz onu hayatımıza uygulamaktır. Günümüzde birtakım nasipsizlerin, Kur’an’a saygı gösteren, onu öpen, başının üzerinde taşıyan insanları itaatten uzakmış gibi göstermeleri tamamen bir saptırmadan ibarettir. Şunu söyleyebiliriz ki; Kur’ân-ı Kerim’e şeklen edepsizlik yapanın ona itaatte de edepsiz davranacağı kaçınılmazdır. Örneğin; bir büyüğüne saygılı davrandığını, onlara itaat ettiğini iddia eden bir kimsenin o büyüğü geldiği zaman ayak ayak üstüne atması ve yerinden hiç canlanmaması sonucunda ben ona saygılıyım demesi ne kadar yalansa Kur’an’a karşı da ayaklarını uzatıp okuyan, sigara içip tefsir yapan insanların biz ona itaat ediyoruz, ona saygılı davranıyoruz demeleri de bu kabildendir.
Kur’an’ı okuyanlar kadar dinleyenler de aynı ihtimamı göstermek ve adabına riayet etmek mecburiyetindedirler. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: ’Kur’an okunduğu zaman susun ve onu dinleyin. Ta ki size rahmet oluna.’ (A’raf, 7/204) Kur’ân-ı Kerim okunurken, onu okuyana karşı cephesini çevirmemelidir. Her ne kadar onu okuyan bir insansa da okunan Allah Teâlâ’nın kelamı olduğu için saygıda kusur etmemelidir. (Bkz. Abdullah Farukî (k.s.), a.g.e., s. 17)
Edep ilahi bir süs, rahmani bir ziynettir. Eşref-i mahluk olmanın bir gereğidir. Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) (bir defasında): ’Allah’tan hakkıyla haya edin!" buyurdu. (Ravi devamla) şöyle dedi: (Biz): ’Yâ Rasûlallah! Allah’a hamd olsun, muhakkak ki biz (O’nun tevfikiyle) Allah’tan haya ediyoruz.’ dedik. (Bunun üzerine Rasûlullah): ’(Kastettiğim hakkıyla haya etmek) bu değil! Fakat Allah’tan hakkıyla haya etmek; başı ve (onun) içerdiğini (haramdan) muhafaza etmen, karnı ve (onun) ihtiva ettiklerini (haramdan) muhafaza etmen, ölümü ve çürümeyi hatırlamandır. Her kim âhireti dilerse, dünyanın süsünü terk eder. Her kim bu (söyledik)lerimi yaparsa, Allah’tan hakkıyla haya etmiş olur." buyurdu. (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme Ve’r-Rekâik Ve’l-Vera’, 24)
Kadın olsun erkek olsun günümüzde en çok ihlal ettiğimiz edep (haya-ahlak-utanma) konusu örtünme, haram kazanç, mahremiyet ve aile ilişkilerine yönelik tutum ve davranışlarımızdır. Bu konularda da dikkatli davranmak Efendimiz (s.a.v.)’in ehl-i beytini ve sahabesini örnek almak üzerimize düşen en büyük vazifedir.
"Ey salik, edeb Âdem’in, edepsizlik İblisin mirasıdır. Sen Âdem’in mirasına sahip çık."[Hz. Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.)]
Rabbimiz Âdem (a.s.)’den Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kadar gelmiş olan peygamberlerin mirasına sahip çıkmayı, edep ile taçlanmayı, haya ile süslenmeyi cümlemize nasip eylesin.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

3 kişi yorum yazdı.