Özlenen Rehber Dergisi

101.Sayı

Münafık Ahlâkı: 'İtaate Gevşeklik'

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 101. Sayı
Cenâb-ı Hak, ’Ey Peygamber! Allah’tan korkmaya devam et, kâfirlere ve münafıklara da itaat etme. Muhakkak ki Allah, alîm (her şeyi hakkıyla bilen), hakîm (hüküm ve hikmet sahibi)dir.’ (el-Ahzâb, 33/1,48) buyurarak Peygamberimiz (s.a.v.)’e ve O’nun şahsında ümmetine; münafıklara itaat etmeyi, yollarından gitmeyi, ahlâk ve hallerinde benzemeyi yasaklamıştır.
Münafıkların küfürle iman arasında bocalamalarından, geminin salınması gibi salınıp, rüzgâr ne taraftan eserse o tarafa gitmelerinden neşet eden, istikrarsız, bozuk kalp hallerini ortaya koyan birçok çirkin ahlak ve vasıfları vardır. Âyet ve hadislerde ifade edilen bu ahlakların en temel olanı ise Allah’a ve Rasûlü’ne karşı itaatte üşengeçlik, gevşeklik ve Allah’ı pek az zikretmektir. Bunu Yüce Rabbimiz Nisâ sûresinde şöyle ifade etmektedir:
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْ وَاِذَا قَامُوٓا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰى يُرَآؤُ۫نَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلًا
’Muhakkak ki münafıklar, Allah’ı aldatmak isterler. Hâlbuki Allah, onların oyunlarını başlarına geçirendir. Ve namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az zikrederler.’ (en-Nisâ, 4/142)
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْ
Münafıklar, akıllarınca Allah Teâlâ’yı, Rasûlü’nü ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. İçlerinde küfrü gizler, dıştan ise; canlarını ve mallarını her türlü zarardan korumak, menfaat ve ganimet elde etmek, mü’minlerin iç hallerini öğrenip kâfirlere iletmek, Rasûlullah (s.a.v.) ve mü’minler yanında şeref ve saygı görmek vb. maksatlarla mü’min gözükürler. Bu şekilde kurtulduklarını, kendileri için bir menfaat sağladıklarını, nefislerine iyilik ettiklerini zannederler. Hâlbuki onlar böyle yapmakla Allah’ı aldatamazlar, zira O, gizli ve aşikâr her şeyi hakkıyla bilendir. Onlar böyle yapmakla hakikatte kendilerini aldatmaktadırlar. Zira onlar bu şekilde davranmakla kendilerini ebedi azaba, ilâhî gazaba sürüklemektedirler.
Allah’a niset edilen aldatma nasıl anlaşılmalıdır?
Allah (c.c.)’nun bazı âyetlerde zatına atfettiği aldatma, tuzak kurma vb. fiiller zahiri üzere anlaşılmamalıdır. Zira O’nun mukaddes zatı bu tür eksikliklerden münezzehtir. Âlimler, bu ifadelerin şu şekilde tevil edilmesi gerektiğini söylemişlerdir:
1- Yaptıkları hile, oyun, tuzak ve düzenleri er geç başlarına geçirmesi.
2- Hile ve düzenbazlıklarına karşılık dünya ve âhirette cezalandırması.
Dünyada onlar için devamlı surette rezillik, sıkıntı, korku ve endişe vardır. Ne zahiren ne de ruhen rahat ve huzur bulamazlar. Âhirette ise cehennemin en aşağı derekesindeki aşağılayıcı azap onlar için hazırlanmıştır.
3- Allah’ın onlara yaptığı muamele, aldatmaya benzediği için bu ifade kullanılmıştır.
4- Kıyamet gününün karanlıklarında onları nurdan mahrum bırakması.
İbn-i Abbâs (r.anhümâ), Allah’ın münafıkları aldatmasını bu şekilde yorumlamıştır. Bu Cenâb-ı Hakk’ın Hadîd sûresinde bildirdiği üzere kıyamette cereyan edecek olan dehşetli bir hadisedir. Şöyle ki:
Kıyamet günü önce insanları bir karanlık bürür. Sonra mü’minlere amellerine göre ışığı altında yürüyecekleri ve sıratı geçecekleri bir nur verilir. Münafıklara da başlangıçta mü’minlere verildiği gibi bir nur verilir. Ancak Sırat köprüsüne geldiklerinde o nuru onlardan alır ve münafıklar karanlık içerisinde hiçbir şey göremez, şaşkın bir halde kala kalırlar. Münafıklar, karanlıkta kaldıklarından yürüyemez, önlerini göremez ve mü’minlere hitaben: ’Bize bakın, nurunuzdan bir parça ışık alalım da biz de ilerleyelim’ derler. Bunun üzerine münafıklara: ’Arkanıza dönün de bir nur arayın’ denir. Onlar geri dönüp de nur aramak için ayrıldıkları sırada mü’minlerle aralarına bir duvar çekilir.
Bu öyle bir duvardır ki; onun bir kapısı vardır. İç tarafında yani mü’minlerin olduğu tarafta rahmet yani cennet; dış tarafta yani münafıkların olduğu tarafta ise azap yani cehennem vardır. Bunun üzerine münafıklar mü’minlere şöyle seslenirler: ’Biz sizinle beraber değil miydik? Sizin gibi namaz kılıyor, hacca gidiyor, savaşıyor, Allah yolunda infak ediyorduk. Bu aramızdaki duvar da ne? Bugün niçin sizden ayrı düştük?’ derler. Mü’minler de onlara: ’Evet. Zahirde öyleydi. Ama siz nefsinizi fitneye düşürdünüz, helak ettiniz. Hep Peygamber (s.a.v.)’in ölmesini, mü’minlerin başına türlü belaların gelmesini bekleyip durdunuz. Hakikatlerden şüphe ettiniz ve bir türlü tevbeye yanaşmadınız. İman edilecek hususlara iman etmediniz, şüphe içerisinde bocalayıp durdunuz. Kuruntular, dünya, şeytanın vesveseleri, nefisleriniz sizi hoşunuza giden günah ve şehvetlerle aldattı. Ve nihayet Allah’ın emri ölüm geldi çattı.
Şeytan ise sizi Allah hakkında aldattı. O’nun affedici olduğunu, size azap etmeyeceğini, nifak halinizin Allah’ın rızasına uygun olduğunu söyleyerek kandırdı.
Artık bugün ne sizden ne de kâfirlerden fidye kabul edilmez. Velev ki dünyalar dolusu gümüş ve altın feda edin. Varacağınız ve ebedi olarak içinde kalacağınız yer cehennemdir. Size layık olan odur. Size ancak o yakışır. Cehennem ne kötü gidiş ve dönüş yeridir.’ diye cevap verirler. (el-Hadîd, 57/13-15 âyetlerinin tefsirine müracaat ediniz)
Allah’ı aldatmaya çalışmayın!
Cebel el-Yahsubî’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Nebi (s.a.v.)’in Ashâbından bir adamla beraberdik. Bize naklettiklerinden (biri de) şöyle demesiydi: Muhakkak ki Müslümanlardan bir kişi: ’Yâ Rasûlallah! Yarın kurtuluş ne(yle)dir?’ dedi. Sallallâhu aleyhi ve sellem: ’Allah Teâlâ’yı aldatmaya çalışma!’ buyurdu. (O kişi): ’Allah Azze ve Celle nasıl aldatılır ki?’ dedi. (Rasûlullah) şöyle buyurdu: ’Allah’ın sana emrettiği şeyi, O’ndan başkasını murat ederek yerine getirmendir. Şu halde riyadan sakının. Zira o, Allah Azze ve Celle’ye ortak koşmaktır. Muhakkak ki riyakâr, kıyamet günü halkın huzurunda (şu) dört isimle çağırlır: Ey fâcir, ey kâfir, ey hâsir, ey ğâdir! Amelin heba oldu, ecrin boşa gitti. Bugün Allah Teâlâ katında senin için bir nasip yoktur. Şu halde ey aldatmaya çalışan! Kimin için amel yapıyor idiysen (amelinin) mükâfatını ondan iste.’ (Ravi Cebel el-Yahsubî devamla) şöyle dedi: Bunun üzerine ona: ’Kendisinden başka ilah olmayan Allah aşkına (söyle), sen bunu Rasûlullah (s.a.v.)’den işittin mi?’ dedim. (O): ’Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin olsun ki, elbette ki ben bunu Rasûlullah (s.a.v.)’den işittim. Ancak (yanlış olmasında veya unutmamda) kasıtta bulunmadığım bir şey olması müstesna!’ dedi. (Ravilerden) Yezîd şöyle dedi: ’Zannediyorum ki o, Kur’ân’dan (şu) âyetleri okudu: ’Her kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa sâlih amel işlesin ve Rabbinin ibadetine hiçbir kimseyi ortak koşmasın.’ (el-Kehf, 18/110) ve ’Muhakkak ki münafıklar Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki O, onların oyunlarını başlarına geçirendir.’ (en-Nisâ, 4/142) (İbn-i Hacer, Metâlibu’l-Âliye Bi-Zevâidi’l-Mesânîd’s-Semâniye, c.13, s.431, h.no:3215, Ahmed b. Menî’i’n Müsned’inden nakletmiştir.)
Cenâb-ı Hak, münafıkların genel itikadî ve amelî halini bildirip bununla neyi amaçladıklarını ifade ettikten sonra, en belirgin vasıfları ve emareleri olan ’itaatteki gevşeklik’ ahlakını ifade etmek üzere şöyle buyurmuştur:
Zoraki namaz
وَاِذَا قَامُوٓا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰى
Münafıklar, mü’minin miracı, Rabbiyle buluştuğu, dinin direği ve amellerin en hayırlısı olan namaza üşenerek, tembel tembel kalkarlar. Ağırdan alır ve isteksiz bir halde namaza gelirler. Bu böyledir, zira kalplerinde, kendilerini namaza sevk edecek iman yoktur. Namazın manasını, ne için kıldıklarını, kimin huzurunda durduklarını düşünmezler. Kıldıkları namazdan bir sevap ummaz, kılmadıkları namazdan da bir ceza beklemezler. Namaz ve sair ibadetleri Allah’a yaklaşmak için değil, sırf riya olsun diye yerine getirirler. Öyle ki onlar tek başına kaldıkları zaman namaz kılmazlar. Ancak mü’minler arasında oldukları zaman namaza yönelirler.
İtaatte gevşeklik ve ataletin kaynağı küfürdür. İtaatte canlılığın kaynağı ise imandır. İmanın kuvveti, yakinin derecesi arttıkça itaatteki kuvvet, canlılık, iştiyak da artar. İman zayıflayıp yakin kayboldukça kişide gevşeklik, atalet, ağırdan alma, erteleme ziyadeleşir. Buna göre; münafıkların namaz hususundaki bu gevşeklikleri Allah’a ve âhiretle ilgili hususlara iman etmemelerinden dolayıdır. Mü’minler ise, iman ve yakinlerindeki zayıflık dolayısıyla aynı ahlâka duçar olabilirler. Ancak itaat hususunda tembellik göstermesi bir mü’mini kâfir veya münafık yapmaz. Böyle bir kimse için ’kendisinde münafık ahlaklarından biri var’ denir.
Mü’min; kâfir ve münafıklara benzemekten şiddetle kaçınmalıdır. Yoksa zahir, kalbe sirayet eder, iman zayıflar ve Allah muhafaza bir süre sonra kalpten çıkmasına sebep olabilir.
İbn-i Abbâs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: ’(Mü’min) kişinin namaza üşenerek (tembel bir halde) kalkması mekruhtur (hoş değildir). Fakat (kişi), ona (yani namaza) güler yüzlü, isteği büyük, sevinci şiddetli olarak kalk(ması gerek)ir. Zira o, Allah (Teâlâ)’ya münacatta bulunuyor. Ve muhakkak ki Allah, onun önündedir, onu bağışlar ve O’na dua ettiğinde kendisine icabet eder.’ Sonra İbn-i Abbâs bu âyeti (yani): ’Ve namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar’ (en-Nisâ, 4/142) (âyetini) okur. (İbn-i Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, c.4, s.317)
Zoraki infak
Münafıkların Allah’a ve Rasûlü’ne itaat hususundaki gevşeklikleri Tevbe sûresinde de zikredilmiştir. Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:
’İnfak ettikleri şeylerin kendilerinden kabul edilmesine mani olan ancak; onların Allah’ı ve peygamberini inkâr etmiş olmalarıdır. Namaza ancak tembel (üşengeç) oldukları halde gelirler ve ancak istemedikleri (hoşlarına gitmediği) halde infakta bulunurlar.’ (et-Tevbe, 9/54)
Bu âyette, namaza üşenerek gelmenin yanı sıra bir de zoraki infak etme zikredilmektedir.
Münafıkların infakı, Allah’a itaat maksadıyla değil zahirî bir menfaat gözettikleri içindir. Zira Allah yolunda harcamayı, boşa yapılmış bir harcama ve bir ziyan addederler. İnfak etmediklerinde ve bir şekilde bu vecibeden sıyrıldıklarında kendilerini en mesut insan sayarlar.
Âyet-i kerimede bir yandan münafıkların hasletleri zikredilmekte diğer yandan da mü’minler uyarılmakta, zekât verirken, Allah yolunda infak ederken kalbin bundan hoşnut ve razı olması gerektiği ihtar edilmektedir.
Bu hususla ilgili olarak Ebû Ümâme (r.a.)’den şöyle rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber veda haccını yaptım. (Hutbe irat etmek üzere) Allah’a hamd etti ve O’na senada bulundu. Sonra: ’Dikkat edin! Umulur ki siz, bu senenizden sonra beni göremezsiniz. Dikkat edin! Umulur ki siz, bu senenizden sonra beni göremezsiniz. Dikkat edin! Umulur ki siz, bu senenizden sonra beni göremezsiniz.’ buyurdu. Bunun üzerine uzun bir adam kalktı, sanki o Şeûne (kabilesinin) adamlarından gibiydi ve: ’Ey Allah’ın Nebisi! Şu halde ne yapalım?’ dedi. (Rasûlullah) şöyle buyurdu: ’Rabbinize kulluk edin, beş (vakit namaz)ınızı kılın, (Ramazan) ayı (orucu)nuzu tutun, evinizi (yani Kâbe’yi) haccedin, zekâtınızı gönül hoşluğuyla verin, (böylece) Rabbinizin cennetine girin.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.36, s.595, h.no:22260)
Şu halde zekâtı gönülden gelen bir rıza, hoşnutluk, cömertlik ile vermek gerekir. Mü’minin ahlâkı budur. Şayet bir kimse, zekâtını zoraki, istemeye istemeye verirse, bu küfür ve nifak alâmetlerinden olmuş olur.
Buraya kadar zikredilen ’itaat hususundaki gevşeklik’ münafıkların zahir vasıflarıdır. Cenab-ı Hak bundan sonra onların kalp hallerini vasfa geçerek şöyle buyurmuştur:
Münafığın kalp hali; riya
يُرَآؤُ۫نَ النَّاسَ
Yapmış oldukları ameller Allah için değildir, ihlâs yoktur. Allah’la hiçbir irtibatları yoktur. Namazı Allah’a olan imanlarından ve haşyetlerinden dolayı değil, bir menfaati celbetmek veya bir zararı defetmek maksadına matuf olarak insanlara gösteriş olsun diye kılarlar. İnsanların kendilerini görmelerini isterler, şöhret amacını güderler. Bunun içindir ki; o zaman için insanların, kendilerini genellikle görmeyecekleri yatsı vaktindeki yatsı namazı ve alaca karanlıktaki sabah namazı gibi namazlardan hep geri kalırlardı.
Bu hususu Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edilen bir hadislerinde Efendimiz (s.a.v.) şöyle haber vermiştir: ’Münafıklar üzerine sabah ve yatsı namazlarından daha ağır hiçbir namaz yoktur. Şayet o ikisinde (fazilet ve sevaptan var) olan şeyleri bilselerdi emekleyerek de olsa o ikisine muhakkak gelirlerdi. Muhakkak içimden geçti ki, müezzine emredeyim ikamet getirsin, sonra bir adama emredeyim insanlara imamlık yapsın, sonra ateşli fitilleri alayım, (ezanı işittikten) sonra (özrü olmadığı halde cemaatle kılmak için) namaza çıkmayanların (evlerini) başlarına yakayım.’ (Buhârî, Ezân, 34)
Hadisin Nesâî’de zikredilen Ubey b. Ka’b’tan gelen rivayetinde Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz bir gün sabah namazını kılmış ve Sahâbesine hitaben ’Filan namaza katıldı mı?’ diye sormuştu. Sahâbe Efendilerimiz: ’Hayır!’ demişlerdi. ’Filan namaza katıldı mı?’ diye sorunca, Ashâb yine: ’Hayır!’ cevabını vermiş, ve Efendimiz (s.a.v.) yukarıdaki hadisi irat buyurmuştu. (Nesâî, İmâmet, 45)
Saîd b. el-Müseyyeb (r.a.)’den gelen rivayette ise Rasûlullah (s.a.v.): ’Bizimle münafıklar arasında(ki fark); yatsı ve sabah namazında hazır olmaktır. (Onlar) o iki (namaza gelmeye) güç yetiremezler.’ (Muvattâ, Salâtu’l-Cemâa, 2) buyurmuş, bu iki namaza katılmanın mü’minle münafığın alamet-i farikası olduğunu bildirmiştir.
Münafıklar, insanlara gösteriş yapmayı amaçladıklarından bu gayenin gerçekleşeceği namazlara katılır, diğerlerine katılmazlardı. Özellikle yatsı ve sabah vakitlerinde o zaman için karanlık olup kimse kolayca birbirini fark edemeyeceği, cemaatle namaza katılanla katılmayanların kolayca ayırt edilemeyeceği için bu namazlara rağbet etmezlerdi.
Bir de bu vakitler, istirahat ve uykunun en lezzetli olduğu, kışın soğuğun şiddetli olduğu gaflet vakitleridir. Münafıklar ibadetlerden herhangi bir uhrevî gaye beslemedikleri için bu zorluklara karşı koyamaz, yatsı ve sabah namazına cemaate gelemezler.
Münafıkların bütün dertleri menfaatleridir. Menfaatlerine uygun olanı yapar, olmayanlardan ise şiddetle uzak dururlar. İmandan mahrum oldukları için meşakkatli işlere gelemezler. Bir rivayette Efendimiz (s.a.v.): ’Canım elinde olan (Allah)’a yemin olsun ki; onlardan (münafıklardan) biri (mescitte) semiz etli bir kemik parçası veya iki güzel paça bulacağını bilse mutlaka yatsı namazına katılır.’ (Buhârî, Ezân, 29) buyurmuş ve münafıkların bu ahlâkına işaret etmiştir.
Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Her kim ilk tekbire (iftitah tekbiri) yetişerek cemaatle Allah için kırk gün namaz kılarsa, kendisi için iki berat yazılır: Ateşten berat, nifaktan berat.’ (Tirmizî, Ebvâbu’s-Salât, 178)
Bu hadiste, dört şart zikredilmiştir:
1- Namaza gelişinde sırf Allah rızasını gözetmek
2- İftitah tekbirinde imama yetişmek
3- Namazı cemaatle kılmak
4- Buna kırk gün ve gece boyunca devam etmek

Bir kişinin, bu dört şartı yerine getirmesi o kişinin, nifaktan kurtulmuş ihlâslı bir mü’min olduğuna delalet eder. Zira münafık, itaate karşı tembel ve riyakâr olduğundan kırk gün boyunca bu şekilde ibadete devam edemez.
وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلًا
Allah’ı zikirden maksadın ne olduğu hakkında şu izahlar yapılmıştır:
1- Allah’ı pek az zikretmelerinden maksat; namazı az kılmalarıdır. Münafıklar insanların yanındayken namaz kılar tek başına kaldıklarında ise kılmazlar.
2- Bundan maksat namaz esnasında Allah’ı az zikretmeleridir. Münafıklar namazda açıktan okunan zikirleri söyler, gizli okunan zikirleri ise söylemezler.
Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’i şöyle buyururken işittim: ’Bu (şekil namaz), münafığın namazıdır. (Münafık) oturur, güneşi gözetir. Nihayet şeytanın iki boynuzu arasında bulunduğu zaman kalkar da onu (yani namazı) dört (rekât) olarak (kuşun yemi gagalaması gibi) gagalar. O (namaz)da Allah’ı pek az zikreder.’ (Müslim, Mesâcid ve Mevâdiu’s-Salât, 35)
3- Bundan kastedilen ister namaz ister sair zamanlarda olsun Allah’ı az zikretmeleridir.

Netice olarak; bir mü’min her bir salih ameli yerine getirmekte ve yasaktan kaçınmakta Cenâb-ı Hakk’a kulluk maksadını gütmeli, tam bir inkıyat, teslimiyet ve rıza halinde olmalı; gerek zahiren gerekse de batınen itiraz ve hoşnutsuzluktan uzak olmalıdır. Münafıkların ahlaklarına değil, Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Sahâbe ve onları takip eden salih mü’minlerin ahlakına tabi ve talip olmalıdır.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.