Özlenen Rehber Dergisi

135.Sayı

Zat-ı Kerbin ve Belain!

Kader USLU Özlenen Rehber Dergisi 135. Sayı
Zeyneb... Fahri Alem Efendimizin gonca gülü, Haydar-ı Kerrar İmam Ali’nin (k.v) göz aydınlığı, Fatımatü-z Zehra annemizin biricik kızı..
Misli görülmemiş bir anne ve babanın çocuğu olan Zeyneb, sevgili annesinin yaratılış ve ahlâk özellikleri bakımından neredeyse aynısıydı. Hayâ ve edep, şahsiyet, cesaret, gönül zenginliği ve hakikat aşkı hepsi aynıydı... İlim kapıları kendisine açılmış ve O, ashâbın kadınlarının eğitiminde etkin rol almıştır.
Zeyneb çocukluk evresini bitirmiş ve evlilik yaşına ulaşmıştı. Ali damat adayları arasından çok titiz bir seçim yapmış ve kabul ettiği kişi Cafer’in oğlu Abdullah olmuştu. Bu mübarek izdivaçtan Ali, Abbas, Ümmü Külsüm ve Avn el-Ekber adında 4 evlatları dünyaya geldi.
Kerbela…
Kerbela Hz. Hüseyin ile Ehl-i Beyt’in tamamına yakın kısmı için hayatın sonu olmuşsa da Zeyneb için bir başlangıçtı. Bunca acı bunca kederden sonra yaşadıkları ve yaşattıkları dost ve düşman ayırt etmeden hafızalara kazınmış, bütün ailesi sırayla şehit edilmiş Peygamber torunu Zeyneb unutulmaz bir destan yazmıştı.
Ali’nin ve Hasan’ın şehit edilmesinin ardından karmaşalar iyice boy göstermişti. Zaten oluşan suikastlar toplumun düzeninin değiştiğini açıkça gösteriyordu. Yezid b. Muaviye halifeliğini ilan edince Medine valisine bir mektup gönderdi:
’Mektubum sana ulaştığında Hüseyin b. Ali ile Abdullah b. Zübeyir’i buldur. Onların bana biatlarını al. Eğer biattan kaçınırlarsa boyunlarını vur, başlarını bana gönder. Halkın da biatını al. Biattan kaçınanlar hakkında Hüseyin b. Ali ve Abdullah b. Zübeyir hakkında olduğu üzere hükmü yerine getir vesselam!’
Medine valisi Velid, Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyir’i biat etmeleri için çağırdı. Hüseyin yanına oğullarını da alarak Vali Konağına geldi. Velid mektubu Hüseyin’e okudu. Hüseyin: ’Benim gibi bir adam gizli olarak biat etmez. Zaten halkın önünde açıklanmadıkça sen de bu biata razı olmazsın. Halkı biata çağırdığın zaman bizi de çağırırsın.’ dedi.
Velid zaten Hüseyin’e karşı gelmek istemiyordu. İyilik taraftarı bir kimseydi
’Peki, şimdi evine dön. Halk biat için toplandığında onlarla beraber gelir biat edersin.’ dedi. Fakat yanındaki bir adam Velid’e:
’Eğer şimdi yanından ayrılacak olursa onu bir daha ele geçirmeye kâdir olamazsın. Hatta seninle onun arasında çok çarpışmalar olur. En iyisi onu hapsetmendir. Yanından ayrılmadan ya biat eder ya da boynunu vurdurursun.’ Diyerek söze karıştı. Hüseyin gadaplanmıştı:
’Ey mor suratlı adamın oğlu!’ dedi. ’Yalan söyledin! Sen alçaklardan olmuşsun. Benim boynumu vurmaya ne sen kâdir olabilirsin ne de o.’ diyerek oradan hızla uzaklaştı.
Mor suratlı adamın oğlu onun arkasından Velid’i yine kızıştırmaya çalıştı:
’Sen benim sözümü dinlemedin. Allah’a yemin olsun ki bu fırsatı bir daha elde edemeyeceksin.’
Velid:
’Yazıklar olsun sana! Sen bana Allah Rasûlü’nün kızı Fatıma’nın oğlunu mu öldürmemi mi telkin ediyorsun. Sen benim dinimi yıkacak bir şeye teşebbüs etmemi mi istiyorsun. Allah şahidim olsun ki Hüseyin’i öldürünce dünyanın her tarafında, üzerine güneşin doğup battığı bütün dünya mal ve mülküne mâlik olacağımı bilsem yine de onu öldürmeyi arzu etmem! Bu işi yapmakla doğacak sorumluluk kıyamet günü Allah katında, Mizan’da Hüseyin’in kanına girmenin günahından daha hafiftir. Hem onun kanı korunmuştur.’ dedi.
Durumun çok karıştığını ve daha da fazla karışacağını bilen Hüseyin aile efradından kimseyi geride bırakmadan Mekke’ye doğru yolu çıktı.
Hüseyin, saltanata dönüştürülen halifelik makamına karşı mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Lakin bunun için gerekli olan askeri güç Mekkeliler de mevcut değildi. Diğer taraftan Hüseyin’in Yezid’e biat etmeyip Mekke’ye gittiğini haber alan Kufelilerin ileri gelenleri yüzlerce mektup yazarak Hüseyin’i Kufe’ye çağırdılar.
Kufe’de askeri güç mevcuttu fakat Hüseyin babası ve kardeşini yalnız bırakmaları hasebiyle Kufelilere güvenmiyordu bu yüzden önden amcası oğlu Müslim b. Akil’i gönderdi.
Müslim b. Akil Kufe de Hüseyin adına 18.000 kişinin biatını alarak kendisine haber gönderdi. Hüseyin bu haber kendisine ulaşınca hazırlıklara başladı ve 680 yılı zilhicce ayının 3. günü Kufe’ye doğru hareket etti. Ashabın ileri gelenleri ve onların çocukları Kufelilerin sözlerinden dönebileceğini, gitmemesini söylediler hatta yalvardılar. Hüseyin boynuna sarılarak ağlayan Abdullah b. Ömer’e ve diğerlerine ’Ben şöyle bir yerde şöyle şöyle öldürüleceğimi bildiğim için Mekke hareminden çıkıp gitmem bana daha sevgilidir.’ Diyerek ayrıldı.
Kufe valisi Numan b. Beşir onların gelmelerinden pek hoşlanmasa da büyük tepki vermedi çünkü kendisi peygamberin torununa karşı bir harekette bulunmak istemiyordu.
Bunu duyan Yezid onu görevden alarak yerine Ubeydullah b. Ziyad’ı atadı. Ubeydullah hiç vakit kaybetmeden Kufelileri tehdit ederek insanları dağıttı ve Müslim b. Akil’i şehit etti. Yolda ihanete uğradığını ve Müslim (r.anh)’ın şehit edildiğini öğrenen Hüseyin yine de yolundan dönmedi.
Ubeydullah Hüseyin’e gelen destekleri engellemek ve onu şehirden uzak tutmak için çeşitli birlikler gönderdi. Bu birliğin birinin başında bulunan Hurr b. Yezid onu engellemesine rağmen saygıda kusur etmedi. Namazlarda arkasında namaz kıldı, sohbetine katıldı. Onun karşı koyamayacağını gören Ubeydullah, komutan olarak Ömer b. Sad b. Ebi vakkas’ı gönderdi. Onlar çemberi iyice daralttılar.
Bu durumu gören Hüseyin ’Öyle sanıyorum ki bu kavim yarın sizinle çarpışacak. Hepinize müsaade ediyorum. Bu gece karanlık sizi bürüyünce benden ayrılınız. Kimde kuvvet varsa, ev halkımdan birinin elini tutarak çevredeki köylere dağılınız. Onlar ancak beni isterler. Beni gördüklerinde de sizin peşinize düşmekten vazgeçerler.’ Dedi. Zeyneb başta olmak üzere bütün ailesi: ’Eğer biz çekilip gidersek herkes efendimizi terk ettiğimiz için bizi suçlar. Bunu hiçbir zaman yapmayacağız. Malımızı, canımızı, çoluk çocuğumuzu feda edeceğiz. Seninle birlikte son nefesimize kadar çarpışacağız. Senin kaderini paylaşacağız, ya Hüseyin! Senin başına ne gelecekse bizimkine de o gelsin. Sen şehit olacaksan biz de olalım. Dileriz Allah’tan ki senden sonra bizi de yaşatmasın...’
Bu durum karşısında çok sarsılmıştı Zeyneb ve ağlamaya başladı. Kardeşi 57 yaşında şehadete yürüyecekti lakin ağlamasının sebebi şehit olacağını bilmesi değil bu işin din kardeşleri tarafından yapılıyor olmasıydı. Bir zaman sonra Zeyneb gözyaşlarını silip dirayetini geri almak için nefsiyle mücadeleye tutuştu ve galip geldi. Artık kendisini olabilecek her şey için hazır hissediyordu. Birazdan olacaklar Peygamberin bildirdiği Allah’ın takdirinden ibaretti. Mukadder olan ölüm ansızın ve acı şekilde gelmişti…
Hüseyin kardeşine: ’Zat-ı kerbin ve belâin...’ dedi. ’Babam Sıffın’a giderken buraya uğramıştı. Ben de yanındaydım. Durdu. Buranın neresi olduğunu sordu. İsmi kendisine haber verilince ’onların hayvanlarından aşağı indirilecekleri yer işte burasıdır. Kanlarının döküleceği yer burasıdır. Muhammed hanedanın yükleri işte burada indirilecek.’ demişti. O yer burası o gün de bugündür kardeşim...’
Kerbela; Zat-ı kerbin ve belâin’in kısaltılmışıdır. Üzüntülü, belalı, mihnetli yer demektir. Belalı yerde hayırlı insanlar yuva kurmaz. Belalı yer başı bozgunların mekânıdır.
Hüseyin son kez düşmanlarını sulha davet etti: ’Allah’ım her üzüntü ve sıkıntıda dayanağım sensin.’ dedikten sonra:
- ’Ey Kûfeliler sizin en hayırlılarınızın mektupları bana gelmedikçe ben buraya gelmiş değilim. Mektuplarınızda ’Sünnet öldü, nifak doğdu, hudut ve şeriat muattal oldu. Hemen gel! Umulur ki Allah dinini seninle düzeltir.’ dediniz. Geldim. Eğer bu gelişimden hoşlanmadınızsa geldiğim yere dönerim. Kendinize geliniz ve düşününüz. Beni öldürmeniz size bir iyilik getirir mi? Benim kanım size helal olur mu? Ben sizin Peygamberinizin torunu değil miyim? Hamza, Abbas, Cafer, benim amcalarım değil mi? Rasûlullah (s.a.s) benim ve kardeşim hakkında buyurduğu ’Bunlar cennet gençlerinin seyyididir.’ hadisi size erişmedi mi?’
Karşısında duran komutan Ömer b. Sad b. Ebû Vakkas: ’Eğer senin işin bana ait olsaydı dileğini kabul ederdim.’ dedi.
- ’Ey Ömer, işleyeceğin günahın sana ait olacağını ve ondan dolayı bir gün sorguya çekileceğini düşünmüyor musun?’ dedi Hüseyin. Sonra: ’Allah’ım, Iraklılar beni aldattı, bana hile yaptılar, kardeşime yaptıklarını bana da yaptılar. Allah’ım, onların işlerini boz, dağıt. Hepsini birer birer topla ve yok et!’ diye dua etti.
Bu bedduadan sonra onlara hayır mı dokunurdu. Onlar onca işkenceyi yaparken hiç mi gözlerinin önüne gelmedi Rasûlullah Efendimiz. Oysa Hüseyin hilkatçe Allah Rasûlü’ne ne çok benzerdi. Gözlerine öylesine bir perde inmiş, kalpleri öyle ağır bir mühürle mühürlenmişti ki Ehl-i Beyt’in kanayan yaraları yüreklerinde zerrece acı oluşturmuyordu.
Hüseyin’in bu konuşmasından sonra 30 kişi bulundukları safları terk ederek Hüseyin tarafına geçti ve şehadet şerbetini içinceye kadar savaştılar. Ömer b. Sad’dan önceki komutan Hurr b. Yezid de pişman olanlar arasındaydı. Dedi ki:
’Benden kaynaklanan büyük günahlar sana zarar vermiş bulunmaktadır. Ama şimdi, bir arkadaş ve dert ortağı olarak sana geldim. Bu gelişim bir tevbe imkânı ve bir kefaret sayılır mı?’
’Evet, bu gelişin senin için bir tevbedir. Seni tebrik ve tebşir ederim. İnşallah sen dünyada da âhirette de hürsün.’ dedi.
Şehit olanların ilki Hüseyin’in oğlu Aliyyü’l-Ekber’di. Ona eman teklif etmişler o da ’Yemin ederim ki biz Peygamber’e sizden daha yakınızdır. Ben de Ali b. Hüseyin b. Ali’yim...’ diye haykırdı, düşmanlar onu şehit ettiler. Oğlunun son nefesine yetişen Hüseyin ’Senden sonra bana dünya yoktur.’ dedi.
Hüseyin’in etrafında yiğitler bir bir şehit düşüyorlardı. Zeyneb’in oğlu Avn ve diğer kardeşleri ’İlerleyiniz, Seyyidinizi koruyunuz, varlığım size feda olsun, onun uğrunda ölünüz.’ diye haykırarak yüzlerini ve göğüslerini ona siper ettiler. Hepsi şehit oldular yalnız kardeşi Abbas kalmıştı. Ancak onun da yağmur gibi yağan oklardan kurtulması imkânsızdı ve o da şehit oldu. Hüseyin tek başına kalmıştı. Saldırganlardan biri gelip mübarek başını yaraladı. Buna rağmen hala çarpışıyordu. Etrafındakileri dağıtmış birçoğunu öldürmüştü. Ancak bir ok, bir kılıç ve bir mızrak darbesi aynı anda vücudunda buluşunca Hüseyin yere yıkıldı.
Bir rivayete göre 72 başka bir rivayete göre 87 yiğit, nefsin galebe çalması yüzünden iktidar ve riyaset batağına düşmüş kimselerin yüzünden şehit oldu. Şehadet güzel ve övülecek bir şeydir fakat müslüman kardeşleri tarafından şehit edilmek kanlı gözyaşları ile ağlanılacak, dövünülecek bir hâdisedir.
Acı Ehl-i Beyt’indi.. mübarek kalpleri sanki bir ateşle kavruluyordu.. elleri kolları bağlı sadece olanları izlemişlerdi. Yere düşen her şehitle sanki Zeyneb’in gönlünden de bir parça kopup gidiyordu. Sürekli ölüp ölüp dirilmek gibi her seferinde aynı acıyı tekrar yaşıyordu.
Muharrem ayının 12. günü Kufe’ye hareket edileceği bildirilmesi üzerine Hüseyn’in kızları, kızkardeşleri ve küçük çocuklardan yanlarında bulunlar ile hasta olan Ali b. Hüseyin de birlikte olmak üzere hepsi develer üzerinde kapalı hevdeçlere bindirildiler.
Kurre b. Kaysü’t-temim der ki: ’…Gördüğüm ve duyduğum şeylerden hiç unutamayacağım şey de Fatıma’nın kızı Zeyneb’in sözleridir. Zeyneb kardeşi Hüseyin’in cesedi yanından geçerken ’Ey Muhammedim! Ey Muhammedim! Sana gökteki melekler salat-u selam getiriyorlar. Hüseyin ise şu otsuz bozkır çölde tozlara, topraklara, kanlara bulanmış, azaları kesilmiş, biçilmiş, kırılmış yatıyor. Ey Muhammedim! Senin kızların esir edilmişler, zürriyetin hep öldürülmüşler! Sabah yelleri onların üzerlerine topraklar savuruyor, saçıyor’ diyordu. Vallahi o dost, düşman herkesi ağlattı..
İşte Zeyneb böylesi acılara katlanmış, şükür ve sabır yolunda zirvelere ulaşmış Ehl-i Beyt annelerimizden bir tanesidir. Cenâb-ı Hakk şefaatlerine nail eylesin...

Kerbela Sonrası Çileli Yolculukları
Kerbela gibi tarihe acılarla kazınmış, yürekleri dağlayan cengin içinden çıkan Zeyneb ve Ehlibeyt Kufe’ye doğru yola koyuldular.
Kufeye girerlerken Küfeli kadınların feryat ile ağladıklarını duydular. Aliyyü’l-Asgar onları duyunca:
- ’Herhâlde bunlar bizim başımıza gelenlere ağlıyorlardır. Bizi öldürenler kimler ola?’ dedi.
Zeynep:
- ’Ey Kûfeliler dinleyin!" dedi.
Bu nidadan sonra hayat durdu sanki. Başka hiçbir ses kalmadı Kufe sokaklarında..
- ’Ey Küfe halkı! Ey aldatılmış zavallı halk, bize mi ağlıyorsunuz? Bizim gözlerimiz hâlâ yaşlı, ıstıraplarımız dinmemiş, feryatlarımız yatışmamıştır. Sizler, gerdanlığını kaybedip sonra da toprak içerisinde arayan kadınlar gibisiniz. Sizler, Allah ve Rasûlü’ne iman ettiniz ama daha sonra işlediğiniz bu büyük günahla onun kökünü kazıyıp attınız. Doğruluktan ve içtenlikten nasibi olmayan yeminlerinizle siz, size verilecek cezayı, başınıza dolanacak musibetleri, ensenizden eksik olmayacak Azrail nefesini sonuna kadar hak ettiniz. Bizleri öldürdünüz, şimdi bize ağlıyorsunuz. Evet! Çok ağlayın az gülün... Allah’a yemin olsun ki bu işlediğiniz cinayetin kanı sizin yakanıza yapışmış durumdadır. Bu yaptığınız pis ve kötü amellerinizden kurtulamazsınız ve bu utanç bu büyük rezillik sizi kahredecek, içinizin ateşi hiç sönmesin. Boşa uğraşmayın hiçbir suyla arınamazsınız, hiçbir suyla bu çirkef lekelerinizden arınmayı başaramazsınız. Siz, ne yaptığını bilemeyecek kadar gözü dönmüş ve Allah’ın yarattığı en büyük belalardan olan ’aldatılmak’ ahmaklığına düşmüş Küfeliler! Siz iyiliklerin mabedini ve yardıma muhtaç olanların derman kapısını yıkıp parçaladınız. Siz, Allah’ın ve Rasûlü’nün size olan hüccetini öldürdünüz.
Ey Küfe halkı! Öyle büyük ve kötü bir günaha saplandınız ki, Allah’ın azap ve felaketi sizin üzerinizdedir. Uğraşlarınız, eliniz, yaptığınız her iş Allah’tan bela olarak size dönsün.
Ey Küfe halkı! Vay olsun size, kimin ciğerini söktüğünüzü biliyor musunuz? Siz, Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in göğsünü açıp ciğerini aldınız. Siz Peygamber’in kanını akıttınız! Günahınız yeri ve gökyüzünü doldurdu, sizin bu yaptığınız günah ve işlediğiniz cinayetten dolayı gökyüzünden kan yağmasına şaşırmayın. Âhirette ise azap ve kısas sizi beklemektedir. Azabın gecikmesi, sizi yaptıklarınız unutuldu düşüncesine sevk etmesin. Kesinlikle böyle değildir. Zira Kahhar olan Allah her zaman suçlu ve rüsva insanları takip altında tutmaktadır.
Ey Küfe halkı! Erkekleriniz bizi öldürüyor, kadınlarınız da buna ağlıyor. Allah kıyamette aramızda hakem olacaktır.’
Zeyneb’in bu yürek dağlayan sözlerinden sonra Kufe utanca büründü. Kadınlar ses edemedi. Vicdan her bir ferdi ayrı ayrı sıkıştırdı.
Zeyneb ve Ehl-i Beyt İbni Ziyad’ın karşısına getirildiler. Zeyneb elbisesinin en kötüsünü giymiş belli olmak istememişti. Fakat hizmetçileri etrafında dolaşıyor hizmet ediyorlardı. Zeyneb girince oturdu.
İbn Ziyad ’kim bu oturan kadın’ dedi. Zeyneb cevap vermedi. İbn Ziyad sorusunu 3 kez tekrarladı. Hz. Zeyneb’in hizmetçisi ’o Zeyneb binti Ali’dir’ dedi. İbn Ziyad ’hamdolsun Allaha ki ayıp ve kusurlarınızı ortaya dökerek sizi rüsva etti ve öldürdü. Ortaya attığınız gülünç ve boş beyanlarınızı yalan çıkardı.’ Dedi.
Hz. Zeyneb ’hamdolsun o Allaha ki Muhammed aleyhisselama mensubiyetle bizi şereflendirmiş ve bizi hususi bir temizlikle günah kirlerinden temizlemiştir. Hayır! İş hiç de senin dediğin gibi değildir. Allah ancak fasıkları rezil ve rüsva eder, facirlerin asılsız laflarını yalana çıkarır.’
İbn Ziyad ’Ehl-i Beytinize Allah’ın yaptığını nasıl görüyor, nasıl yorumluyorsun ya?’ diye sordu.
Hz. Zeyneb: Âl-i İmran suresinin Uhud şehitleri hakkındaki 154. âyetinden ’…üzerlerine öldürülmek yazılmış, takdir edilmiş olanlar, muhakkak yatacakları öldürülecekleri yere gideceklerdi.’ mealli kısmını okuduktan sonra ’Allah ahirette seninle onları bir araya getirecek, Allah’ın huzurunda onlarla muhakeme olunacak, davalaşacaksınız’ dedi.
İbn Ziyad Hz. Zeyneb’in verdiği cevaba kızdı ona zulüm ve işkence yapmak istedi. Amr b. Hureys ’Allah iyiliğini versin! Bu nihayetinde bir kadındır. Kadın söylediği herhangi bir şeyden sorumlu tutulur mu? Sen ona bozuk ve karışık sözlerinden dolayı ne çıkış ne de onu kına’ dedi. İbn Ziyad Hz. Zeyneb’e ’Allah senin Ehl-i Beytinden taşkınlık ve azgınlıkta direnenleri, ileri gidenleri böyle yok etmekle içimin derdini giderdi, beni ferahlattı’ dedi.
Hz. Zeyneb kendisini tutamayarak ağladı ve sonra da ’sen benim yetişmiş yiğitlerimi öldürdün, Ehl-i Beytimi yok ettin. Ailemin en şereflilerini, büyüklerini, yükselen dallarımı, kollarımı kestin, biçtin. Soyumu kökümü kopardın, kuruttun. Eğer senin bunlardan derdin iyileşebiliyor ve için rahatlaşabiliyorsa iyileş, rahatlaş’ dedi.
Bunun karşısında İbn Ziyad ’Bunun ki bir cesaretlilik ve kahramanlaşmaktır. Gerçek! Senin baban bir şairdi ve kahramandı’ dedi. Hz. Zeyneb ’kadınlar için cesaret ve kahramanlaşma olmaz benim cesaret ve kahramanlığım felaketlerle karşılaşmaktan, söylediklerimde derdimin hafiflemesi için içimden fışkıranlardan ibarettir.’ buyurdu…
Hz. Aliyyü’l-Asgar İbn Ziyad’ın önüne çıkarılınca onun öldürülmediğine sinirlenip hemen öldürülmesini emretti. Hz. Zeynep önüne geçerek ’eğer mümin isen senden Allah hakkı için diliyorum onu öldürürsen beni de öldür.’ Dedi. Arkada kalan kadınları da götürecek birinin olması gerektiği için İbn Ziyad Hz. Ali b Hüseyin’i öldürmekten vazgeçti ve onu kadınların başında bıraktı.
İbni Ziyad bu olanlardan halkın kendisine karşı ayaklanacağı korkusuna kapılmış ve esirleri hemen Şam’a doğru yola çıkarmıştı. Esirleri ve şehitlerin kesik başlarını Yezid’in önüne getiren Şemir adındaki bir adam katliamı nasıl yaptıklarını anlatıp ardından: ’İşte size onların cansız bedenleri, topraklara bulanmış elbiseleri ve yüzleri... Şimdi güneş onları eritmekte, rüzgârlar üzerlerine tozlar ve topraklar uçurmakta. Onların ziyaretçileri, üzerlerinde uçuşan akbabalar ve kartallardır.’
Yezid’in sarayına getirilen Ehl-i Beyt’in gonca güllerinin orada da çeşitli sıkıntı ve çile ile imtihanları devam etti sonrasında da Zeyneb annemiz ve ailesinin Medine’ye dönmesine müsaade ettiler.
Hz. Zeynep’in eşi Abdullah b. Cafer onlarla Kerbela’ya gelememişti. Hz. Hüseyin Mekke’den ayrılmak üzereyken ondan gitmemesini ısrarla istemiş ve bir mektup vermişti. Onun da iki oğlunu Kerbela’da ahirete uğurlandı. Bu nedenle acısı çok büyüktü ama o daha çok Hz. Zeyneb’in haline üzülüyordu. Gözlerde yaş kalmamıştı artık. Sözleri kılıçtan keskindi adeta. Yüksek sese gerek yoktu. İsterse fısıldasın yine de dağ taş kulak kesilir dinlerdi Hz. Zeyneb’i. Zaten Rasûlullah Efendimiz (s.a.s)’in torunu olduğu için saygı gören Hz. Zeyneb Kerbela olayından sonra halk tarafından daha fazla önemsenmiş, incinmesinden herkes korkar olmuştu. Onu bu şekilde iyi görenler yine bir kıskançlık ateşi içine düşmüş, bu duruma katlanamamışlardı. Bu gayretin bir neticesi olarak Medine valisi, Yezid’e bir mektup yazarak şöyle dediler: ’Onun halk içerisindeki varlığı halkın yönetime karşı isyana yeltenmesine sebep olmaktadır. O, dirayetli, akıllı ve hitabeti güçlü bir kadındır. Kendi yandaşları ile Hüseyin’in intikamını almaya azmetmiştir.’
Bunun üzerine Hz. Zeyneb’in halktan uzaklaştırılması karar verildi ve Mısır’a bir rivayete göre de Şam’a sürüldü. Göz önünde tutarak onu sürekli kontrol etmek istiyorlardı. Yaşadığı onca şeyden sonra bir de Medine’den ayrılık acısı eklenince daha fazla dayanamadı Hz. Zeyneb. Kerbela’dan sonra bir buçuk yıl daha ömür sürdü. Hz. Hüseyin’in yaşında yani 57 yaşında vefat etti.
Hazreti Zeyneb bu ümmetin kadınlarına bunca acıya rağmen Hakk’ı savunmayı öğretti. O, zulüm ile mücadelenin asırlar geçse de unutulmayacak önderi ve timsalidir.
Kabrinin Mısır’da olduğu fakat yerinin belli olmadığını söyleyenler olduğu gibi onun Şam’da Zeynebiye denilen yerde yaşadığı ve orada vefat ettiğini söyleyenler de vardır. Allah’ın sonsuz rahmet ve selamı onun üzerindedir. Rabbim şefaatlarına nail eylesin.

Yararlanılan kaynaklar
- Hz. Hüseyin ve Kerbela Faciası, s. 221-233, M. Asım Köksal
- Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e: Kadınların izinde (Serpil Özcan)
- Taberi, Tarih, c.6, s.262-263
- İbn Sa’d, Tabakat, c.5, s.21
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.