Özlenen Rehber Dergisi

135.Sayı

Hz.nûh (a.s.) - 1

H.Özlem AKSAÇLIOĞLU Özlenen Rehber Dergisi 135. Sayı
Hz. Âdem (a.s.) ile arasında on nesil bulunan Hz. Nuh’un (a.s.) soyu Nuh b. Lemek, b. Mettu Şelah, b. Ahnuh (Yani İdris {a.s.}), b. Yerd, b. Mehlâil, b. Kayn, b. Enuş, b. Şit, b. Âdem (a.s.)’dır. Buna göre dedesinin babası Hz. İdris (a.s.) olup soyu hep peygamberlere ve önde gelen Salih yöneticilere dayanıyor.
Rivayetlere göre Nuh (a.s.)’ın boyu uzun, teni ince ve esmerdi. Kendisinin başı uzun, gözleri büyük, sakalları uzun ve enli idi. Vücudu iri olan Hz. Nuh’un (a.s.) kolları ve bacakları ince ve uylukları etli idi.
Sanemlerin Ortaya Çıkması

Nuh (a.s.) Irakta ikamet ediyordu. İçinde bulunduğu kavmi Vedd, Süva’, Yağus, Yauk ve Nesr (bkz. Nuh, 71/23) diye anılan putlara tapıyordu. Bu putların adı aslında geçmiş zamanda yaşayan Salih zatların isimleridir. İnsanlar bu Salih liderleri ve yaptıkları hayırlı işleri unutmamak için onların heykellerini yapıp ara sıra ziyaret ediyorlardı. Ancak zaman geçtikçe insanlar bu heykellerin neden yaptırıldıklarını unutarak onlara tapmaya başlamışlardır. Puta tapan ilk kavim, Hz. Nuh’un (a.s.) kavmi olmuştur. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak bir olan Allah’a ibadete davet etmek ve başlarına gelecek azapla onları korkutmak üzere Hz. Nuh’u (a.s.) peygamber olarak gönderdi. Hz. Nuh (a.s.) bu görevini icra ederken kendisine kitap veya sahife indirilmemesi hasebiyle önceki peygamberlerin şeriatlarını devam ettirmiştir.
Hidayet Seslenişleri
Peygamberlik görevini yerine getirme hususunda büyük sabır, gayret ve çaba gösteren Hz. Nuh (a.s.) kavmine şu şekilde sesleniyordu: ’Ben (dedi), sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah’tan başkasına tapmayın! Ben, size (gelecek) elem verici bir günün azabından korkuyorum.’(Hud 11/25-26), ’Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur. Doğrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum.’ (Araf 7/59).
Ancak kavminin inkarcı ve kibirli ileri gelenleri insanları Hz. Nuh’a (a.s.) inanmaktan alıkoyarak şöyle dediler: ’Bu, tıpkı sizin gibi bir beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık. Bu, yalnızca kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Öyle ise, bir süreye kadar ona katlanıp bekleyin bakalım.’(Müminun 23/24-25).
Bu tebliğ girişimleri esnasında kavminin ileri gelenleri iman eden fakirleri hor ve hakir gördükleri için Hz. Nuh’a (a.s.) onlarla oturup kalkmak istemediklerini söyleyerek onları kovmasını istediler. Ancak Allah’ın yüce peygamberi: ’Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından (bildirilen) açık bir delil üzerinde isem ve O bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız? Ey kavmim! Allah’ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum. Ey kavmim! Ben onları kovarsam, beni Allah’tan (onun azabından) kim korur? Düşünmüyor musunuz? Ben size: ’Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum, gaybı da bilmem. "Ben bir meleğim" de demiyorum, sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için, ’Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir’ diyemem. Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir. Onları kovduğum takdirde ben gerçekten zalimlerden olurum.’ (Hud 121/28-31) diyerek kesinlikle iman edenleri fakir de olsa yanından kovmayacağını söyledi.
Ancak gözleri körelmiş, kulakları sağırlaşmış ve kalpleri katılaşmış bir kavime bu sözler fayda vermedi. Kendilerine büyük bir nimet olarak gönderilen peygamberi aşağıladılar, yalanladılar ve türlü türlü hakaret ve işkencelere maruz bıraktılar. Fakat Hz. Nuh (a.s.) her zaman sabır ve tahammül yolunu tercih ederek görevini bir an olsun aksatacak bir davranış sergilemedi. Bilakis halk puthanelerde, heykellerin yanında bulunduklarında ve sanemler için bayram düzenledikleri günlerde yanlarına gidip Kelime-i Şahadeti söyler, insanlara bir olan Allah’a davet ederdi. Ne var ki insanlar bu ilahi seslenişi duyamamak için başlarını elbiselerinin içine gömer ve parmaklarıyla kulaklarını tıkarlardı.
Kelime-i Tevhid’in Gücü
Hz. Nuh (a.s.) yine öyle bir gün kavinin yanına gidip Kelime-i Şahadeti söyleyince bütün sanemler yüzüstü devrildiler. Bunun üzerine halk kızarak onu yüz üstü düşürene kadar dövdüler. Bu olayın sonucunda Kral Mahvil Hz. Nuh (a.s.) huzuruna getirtti ve Ona : ’Nedir şu senin hakkında işittiğim?! Dinime ve Babanın oğullarının, üzerinde bulundukları şeye karşı davranışın?! Nedir, Sanemleri kürsülerinden düşüren bu sihir?! Bunu sana kim öğretti.?’ diye sordu. Nuh (a.s.) da: ’Onlar dediğin gibi birer ilah olsalardı, yüzlerinin üzerine düşmezlerdi. Ben Allah’ın Kulu ve Rasûlüyüm! Sen, Yüce Allah’dan kork ve Ona, hiçbir şeyi şerik koşma!’ dedi. Fakat iman etmeye yanaşmayan kral sanemler bayramı hazırlanıncaya kadar Hz. Nuh’un (a.s.) tutuklanmasını, sanemlerin tekrar kürsülerine yerleştirilmelerini ve bozulan yerlerinin onarılmasını emretti. Bayram gelince, kral toplanıp yapılan şeyleri halka sergiledi. Nuh (a.s.) şerre teşvik edici tutumundan dolayı Kral hakkında Allah’a dua etti. Kral bir baş ağrısına tutuldu ve aklını kaybetti. Bir hafta sonra da öldü. Bir türlü küfür ve sapıklıklarından kurtulamayan kavim Hz. Nuh’a (a.s.), dilleri ile her kötülüğü yaparak, sövüp saydılar. Kralın ölümü üzerine yerine oğlu Dermesil geçti ve Nuh (a.s.) serbest bıraktı.
Halk, büyük Sanemlerden her birinin yanında senenin belli vakitlerinde toplanıp bayram yapma, Sanemler için kurban kesip onları tavaf etme adeti yeni kralın döneminde de devam etti. Yağus bayramı için halkın her taraftan gelip toplandığı bir vakit Nuh (a.s.) yine onların yanlarına varıp ’Lâ ilahe illallah = Allah’tan başka ilâh yoktur!’ demeleri için, onlara seslendiği zaman, yine başlarını elbiselerinin altına soktular, parmaklarını da kulaklarına tıkadılar. Ancak bu seslenişle sanemlerin kürsülerinden yere düşmeleri bir oldu. Halk, buna çok kızarak yine Hz. Nuh’un (a.s.) üzerine yürüyüp onu dövdüler, yüzünün üzerine düşürdüler ve başını yardılar. Sonra çekiştirerek Kralın yanına götürüp şikayet ettiler. Kral, Hz. Nuh’a (a.s.): ’İlâhlarla ilgili işlerden hiç bir şeye karışmamanı, sana, söylemedik mi? Seni, böyle şeylerden, men etmedim mi?! Hattâ, onları, kürsülerine, şerefli yerlerine koydurduğumda, onlara secde de edeceksin diye sana emretmedim mi? Bunu, sana kim öğretti?..’ diyerek çıkıştı. Nuh (a.s.) ise duruşundan hiç taviz vermeyerek kanlara boyanmış bir halde: ’Eğer, onlar, birer ilâh olsalardı, yerlere düşmezlerdi? Ey Dermesil! Allah’tan kork! Allah’a, hiç bir şeyi şerik koşma! Çünkü, O, seni görüyordur!" dedi. Dermesil ise onun bu hitabından rahatsız olup bir sonraki put bayramına kadar hapsedilmesini ve yıkılan sanemlerin tekrar yerine konmasını emretti.
Bir gün Babil Kral Dermesil, Nuh (a.s.) hakkında korkunç bir rü’ya görünce: ’Mecnundur! Yaptıklarından mes’ul değildir!’ diyerek hapisten çıkarılmasını emretti. Fakat dönemin kahini sürekli tufanın geleceğini haber everir ve Hz. Nuh’un (a.s.) öldürülmesini telkin ederdi.
950 Sene İşkence ve Zulüm İle Başbaşa

Nuh (a.s.) bu yaşadıkları karşısında yılmadan yine de tevhid akidesini haykırırdı. Fakat Kral ve halkı onun Tevhid akidesini yaymasına engel oldular. Üstelik bayılıncaya kadar kendisinin boğazını sıktılar. Öyle ki öldüğünü zannederek bırakıp gittiler. Nuh (a.s.), ayıldığı zaman Cenâb-ı Hakka şöyle nida etti: ’Ey Allah’ım! Beni ve kavmimi, yarlığa! Çünkü onlar, (ne yaptıklarını) bilmiyorlar!’. Sonra gusül edip tekrar yanlarına vardı. Ve yine onları, Allah’a iman ve ibadete davet etti. Kendisine zulüm etmekten dahi geri durmayan kavminin arasında dokuz yüz elli yıl kaldı.
Hz. Nuh’un (a.s.) buraya kadar hayatından öğrendiklerimiz:
1. Hz. Nuh (a.s.) uzun yaşayan ve çok çile çeken bir peygamberdi. Hayatı boyunca tevhit akidesini savunmuş ve her türlü eza ve cefaya karşı sabretmiştir. Bu nedenle de Ulu’l-Azm peygamberler arasında yer almıştır. Buna göre bizde gerek İslam karşıtlarıyla gerekse de kendi nefsimizle verdiğimiz dini mücadelelerimizde nelerle karşılaşırsak karşılaşalım, hiçbir zaman pes etmememiz gerekir. Özellikle de Allah’a isyandan tamamen uzak durarak sabır ve metanetle ayakta durmak bir Müslüman’a yakışan davranıştır.
2. Hz. Nuh (a.s.) fiili işkencelere dahi sabrederek davasından vazgeçmemiştir. Üstelik yanında belki hiç yok diyecek kadar az yandaşı varken, Kralın ve kavmin ileri gelenlerine karşı hakkı söylemekten çekinmemiştir. Çünkü gerçek bir mümin ancak Cenâb-ı Hakk’a güvenir ve ondan yardım bekler. Bizler de ne olursa olsun dini kendi yaşantımızda ve çevremizde hâkim kılma konusunda Allah’a tam güven içinde olmamız lazım ki hayal kırıklığına ve başarısızlığa uğramayalım. Bunun yanında da şu iyi kavranması gerekir ki, bazı dış etkenleri öne sürerek dini yaşantımızdan taviz vermek kesinlikle caiz değildir ve geçerli bir bahane olarak kabul edilemez. Çünkü zamanı, ortam ve şartları yaratan Cenâb-ı Hak’tır.
3. Hz. Nuh (a.s.) kavminin yaptığı sözlü ve fiili hakaret ve zulümler karşılığında Allah’a hep bağışlanmaları için dua etti. Onların bilmediklerini söyleyerek hep Cenâb-ı Hak’tan af diledi. Sabırlı ve halim olmak peygamberlerin en bariz özelliklerindendir. Bu nedenle onlar hep bağışlama ve af yolunu tercih ederek, güzel ahlaklarıyla insan kazanmışlardır. Bu nedenle her zaman ümmetlerine, hangi şartlarda olursa olsun insanlarla iyi geçinme konusunda örnek bir davranış sergilemişlerdir. Bizlerde bu yolu tercih ederek özellikle Müslüman kardeşlerimiz tarafından şahsımıza yapılan hakaretler karşısında her zaman Allah’a sığınıp af yolunu seçerek, iyi geçim ve kardeşlik kapısını sonuna kadar açık tutmamız gerekir. Ancak bu davranış dine yapılan hakaretler karşısında sessiz kalmak ve uzlaştırıcı bir yol tercih etmek mamasına gelmez.
4. İnat ve kibir insanı hayır ve hidayetten alıkoyan sui ahlaklardır. Aynı zamanda dünya sevgisi, mal ve makama tamah etme de yine insanı delalete düşüren azabı üzerine çeken kötü hasletlerdir. Bu nedenle kişi mümkün mertebe bu tür ahlaklardan kendisini sakınmalı. Ve her zaman güzel ahlaklara sarılarak helak olmaktan kendini korumalıdır. Bu ise ancak bir mürşidi-i kâmilin gözetiminde yapılan nefis teksiye ve terbiyesi ile mümkündür.

İstifade edilen kaynaklar:
1. Ömer Nasuhi Bilmen, Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri
2. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi
3. M. Ali Sabuni, Peygamberler Tarihi
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.