Özlenen Rehber Dergisi

63.Sayı

Tasavvufî Açıdan İmanın Çeşitleri

Abdullah Fârukî el-Müceddidî (k.s.)

Elhamdülilâhi Rabbi’l-Âlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âli Seyyidinâ Muhammedin ve eshâbihî ve ezvâcihî ve evlâdihî ve etbâihî ve ehl-i beytihî ve ümmehâtihî ve ebîhi biadedi külli şey’in fi’d-dünyâ ve’l-âhireti ve kezâlik.
Kütüb-i İslâmiyye’de îman ve çeşitlerinden bahsedilirken, îman ikiye ayrılarak işlenmektedir. Bunlar; “taklîdî iman” ve “tahkîkî iman”dır. Hakîkatte ise beş türlü îman vardır. Bu yazımızda bu iman çeşitleri üzerinde duracağız:

1- MAHFÛZÎ İMAN

Mahfûzî iman, meleklerin imanıdır. Cenâb-ı Hakk onlara bu îmânı vermiş ve onların îmânını muhâfaza etmiştir. Yani koruma altına almıştır.

Bilindiği gibi melekler kötülük yapamazlar. Onlar Allah Teâlâ’ya sığınırlar. Ve derler ki: “Senin bize öğrettiğinden başka bir şey bilmeyiz.” Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine en mutî varlıklardan biri de meleklerdir. Bu sebeple bunların imanı “mahfûzî iman”dır.

2- MA’SÛMÎ İMAN

Ma’sûmî iman ancak peygamberlere mahsustur. Çünkü peygamberler ma’sûmdurlar. Onları O seçmiştir. Cenâb-ı Hakk’ın, seçtiği peygamberlerine verdiği imandır. Kendi nâmına risâlet görevinin yerine gelmesini istiyor ve peygamberlere bu ma’sûmî îmânı veriyor. Peygamberler Allah tarafından seçilirler. Bu sebeple peygamberlerin îmânı korunur. Ma’sûmî îman Cenâb-ı Hakk’ın koruması altındadır. Zaten peygamberliğin şartlarından biri de mâsûmiyet ve mahfûziyettir. Peygamberler muhâfaza edilirler.

3- MAKBÛLÎ İMAN

Makbûlî îman kimindir? Bu iman çeşidi mü’minlerindir. “Lâ ilâhe illallah, Muhammedun Rasûlullah” şeklinde ifâdesini bulan îmandır.

Mü’min bu îmânının gereğini yerine getirir. Gereği nedir? Cenâb-ı Hakk’ın emirleri, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in sünnetleridir. Mü’minler, ölünceye kadar amel-i sâlihe devâm ederler. Bu konuda hiç tembellik göstermezler. Makbûlî îman sâhipleri Allah’ın dînini yaymaya çalışırlar. Bu sebeple îmânları makbûldür. Eğer a’mâl-i sâlihayı bırakırlarsa işleri biter. Sâlih amel işledikleri müddetçe Allah’ın katında bunların îmânı makbûldür. Allah cümlemizi sâlih amelleri terk etmekten muhâfaza etsin.(Âmin)

4- MAHBÛSÎ İMAN

Bu îmân, bid’atçılarda bulunan imandır. Dinde yeni şeyler uyduranlar (bid’at ehli) içindir. Bunların imanları haps olunmuştur. Bunlar Allah katında îtibar göremezler, cehennem ehlidirler. Fırka-ı nâciyenin dışındadırlar. Yetmiş üç fırkanın sapık kollarındandır. Yâni ehl-i sünnet ve’l-cemâatin dışında olan fırkalardandır. Bunların imanları hapistir ve koydukları hükümlerin hepsi bâtıldır. Gerçi bir kısmı bâtıl, bir kısmı haktır denilebilir, ama bir bâtıl, diğerlerini de ifsâd edip yok eder. Netîcede hepsi bâtıl olur.

5- MERDÛDÎ İMAN

Merdûdî îman münâfıkların îmânıdır. Münâfıklar, mü’minlerin yanında îmân ederler, uzaklaşınca döner îmân etmezler. “Münâfıkların reîsi” adıyla anılan Übey b. Selûl gibi münâfıklar ve Ukbe b. Ebî Muayt gibi îmândan dönenler bu îmân çeşidine örnektir.

Ukbe b. Ebî Muayt, verdiği bir ziyâfete Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’i de dâvet etmişti. Hz. Peygamber, şehâdet getirmedikçe yemeğinden yemeyeceğini söyleyince kelime-i şehâdeti söylemiş; fakat müşriklerin ileri gelenlerinden Ubey b. Halef’in gönlünü hoş etmek için bilâhare sözünden dönmüş ve gidip Hz. Peygamber (s.a.v.)’e hakâretlerde bulunmuştu. Çarşıda Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in yanına gelerek O’na her türlü hakâreti yapmış ve mübârek vech-i şerîflerine -hâşâ ve kellâ- tükürmüştü. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah hemen melekleri gönderdi ve tükürükleri Übey b. Halef’in yüzüne geri çevirdi. Bu da onun vücûdunda öyle pis bir illete sebep oldu ki, onu Mekke’nin dışına çıkardılar ve orada bağıra bağıra öldü.

Bu hâdiseye Kur’ân-ı Kerîm’in Furkân Sûresi, 27-29. âyetlerinde işâret edilmektedir. Bu âyetlerde îmandan dönen kimselerin âhiretteki ahvâli, kendi dilleriyle şöyle anlatılmaktadır:

“O gün, zâlim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Peygamber’le birlikte bir yol tutsaydım! Yazık bana! Keşke falancayı (Übey b. Halef’i) dost edinmeseydim! Çünkü zikir (Kur’ân) bana gelmişken o, hakîkaten beni ondan saptırdı. Şeytan, insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yüzüstü bırakıp rezîl rüsvây eder.”
İşte yukarıdaki hâdise merdûdî îmâna bir örnektir.

Firavun’un îmânı da böyledir, merdûdî îmandır. Bu konuyu açıklayan Yûnus Sûresi, 90 ve 91. âyet-i kerîmelerinde Cenâb-ı Hakk meâlen şöyle buyurmaktadır:

“Nihâyet boğulacağı zaman şöyle dedi: ‘Îmân ettim ki, İsrâiloğulları’nın îmân ettiğinden başka ilâh yok. Ben de (artık) müslümanlardanım.’ Şimdi mi? Sen muhakkak ki evvelce isyân etmiş ve müfsidlerden olmuş idin.”
Bu îmân kendisine bir fayda vermedi. Dolayısıyla merdûd (reddedilmiş) bir îmandır.

***

Ey sâlik! Yukarıda açıkladığımız ilk iki îmâna, yâni peygamberlerin ve meleklerin îmânına ulaşamazsın. Sakın alttaki o iki îman çeşidine de düşme. Senin için hayırlısı ortada yer alan makbûlî îmandır. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) de şöyle buyuruyor: “Hayır ortadadır.”(1)
Sen de ortadaki îmânı seç. O îmân makbûl olan bir îmândır. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’in yukarıdaki hadîsi ehl-i îmân için geçerlidir. Bizler içindir. Üstteki îman çeşitlerine erişemediğimiz gibi, alttaki îman çeşitlerine de düşmeyelim ve orta yolu tutalım. Orta yol, mahbûb olan, güzel ve sevilen bir îmandır.

Bu îmâna nasıl erişilecektir? Birinci şart, Rasûlullah (s.a.v.)’in getirdiği, Kur’ân’da yer alan esasları kabûl etmektir. İkinci şart ise, Rasûlullah’ın sünnetlerine tembellik etmeden, bıktım, usandım demeden, ömrünün sonuna kadar en güzel bir şekilde uymaktır. Bu iki esâsı bir arada yürüten insanlar Allah katında makbûldürler. İşte bu kimseler Allah indinde sâlihlerden olurlar. Cenâb-ı Allah böyle takvâ sâhibi olanları, Allah’a ve Rasûlullah (s.a.v.)’e itâat edenleri Hucurât Sûresi, 13. âyet-i kerîmesiyle tebşîr ediyor:

“Allah katında en üstünleriniz, en çok takvâ sâhibi olanlarınızdır.”

İşte biz de Fârûkîler olarak inşâalah hem Allah’ın emirlerini yapacağız, hem Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in sünnetlerini işleyeceğiz. Sünnetleri yayacağız. Bizim anlayışımız Kur’ân ve Sünnet anlayışıdır.

Allah Teâlâ nasıl peygamberlere kıymet veriyorsa, Sahâbe’ye, Ehl-i Beyt’e, sâlih insanlara, şehîdlere kıymet veriyorsa, biz de bu varlıkları kıymetli kabûl ediyoruz. İşte bizim yolumuzun aslı-esâsı budur.
Ve’s-selâmu alâ men ittebe’a’l-hüdâ...
______
(1) Deylemî’den el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c.I, Beyrut, 1985, s. 469, H.no: 1247.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.