Özlenen Rehber Dergisi

74.Sayı

Allah'tan Başka Hiçbir Kuvvet Yoktur

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 74. Sayı
فَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَاۘ ثُمَّ اِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّاۙ قَالَ اِنَّمَآ اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ“(Fakat) insana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır. Sonra ona, tarafımızdan bir nimet verdiğimizde: ‘Bu, bana ancak bir bilgi üzerine verilmiştir.’ der. Hayır, (aksine) o bir imtihandır. Fakat onların çoğu bilmezler.”(ez-Zümer, 39/49)Bu âyet-i kerime, önceki âyetlerle bağlantılı olarak müşriklerin ahlâklarından, davranış biçimlerinden bir diğerini göz önüne sermiştir. Bununla beraber; “Sebep hususi olsa da hüküm umumidir.” kaidesince, elbette ki mü’minlerin bu âyetten alacakları çok ibretler vardır. Alacağı ibret sayesinde mü’min, nasıl ki küfürden, ateşten kaçar gibi uzaklaşıyorsa, kâfirlerin ahlâk ve düşüncelerinden de aynı şekilde uzaklaşmalıdır. Nefis ve şeytanın kalbine attığı küfür kokan sözlere, vesveselere kanmayıp Allah (c.c.)’yu anarak tevhid kalesine sığınmalıdır.* * *فَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَاۘ ثُمَّ اِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّاۙ قَالَ اِنَّمَآ اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ ‘İnsan’dan maksat kimdir?Âyette geçen insan kelimesinden kast olunanın ‘Huzeyfe b. Muğîre’ olduğu söylenmiştir. Ancak tercih edilen, bundan maksadın umum manada “insan cinsi” olduğu görüşüdür. Dolayısıyla her insan, bu âyete muhatap olabilir. Bir müşrik ahlâkı; inanç ve fiilde tezat!:Kalpleri iman nurundan mahrum kimselerin genel bir vasıfları da inanç, düşünce ve fiiliyatlarındaki tezatlardır. Doğru yolu gösteren nurdan mahrum oluşları onları öyle bir zulmetin içerisinde bırakmıştır ki, sıhhatli hiçbir iş onlardan sadır olmaz. Bir çelişki içerisinde bocalar dururlar.Bu âyet-i kerimede de, onların en önemli çelişkilerinden birine işaret edilmiştir. Şöyle ki:Müşrikler, yanlarında ‘Allah (c.c.)’ tevhid üzere ‘bir ilâh’ olarak anıldığı zaman kalpleri nefretle dolar, daralır ve suratları asılır. O’ndan gayrı Rab edindikleri bâtıl ilâhları zikredildiğinde ise sevinir, sürur bulurlar. (bkz., ez-Zümer, 39/45) Genişlik zamanında, nimet içerisinde iken halleri budur.Ne zaman ki, kendilerine bir fakirlik, hastalık vb. bir sıkıntı ilişirse kalplerini saran Hak’tan gayrı tüm alâkalar biter, taptıkları bâtıl ilâhlarını unutarak Hz. Allah (c.c.)’ya yönelirler. Yalnızca O’na yalvarır ve sıkıntıların genişliğe dönmesi için yakarışa geçerler. Fıtrat gereği olarak bilirler ki, başa gelen bir darlık, ancak yegâne Mabûd olan Hz. Allah’ın dilemesi ve yardımıyla genişliğe döner.ثُمَّ اِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّاۙ قَالَ اِنَّمَآ اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜAncak ne zaman ki Allah (c.c.), katından bir lütf ü ihsan olarak onların yakarışlarına icabet edip, darlıklarını genişliğe çevirmek suretiyle nimete mazhar kılınca, onlar bu nimeti Cenâb-ı Hak’tan görmek yerine kendi nefislerine mal eder ve: ‘Bu, bana ancak bir bilgi üzerine verilmiştir.’ derler.Bu ifadeden kastedilen mana şunlar olabilir:1- Onlar bu sözle; nimetin kendi gayret ve çabaları, kesp ve kabiliyetleri sonucunda geldiğini iddia ederler. Şayet kendilerine lütfedilen nimet, mal veya herhangi bir dünyalık meta ise: “Bu benim kazancımla, tecrübem, ilmim vs. donanımlarımla oldu”; eğer sıhhat ise: “Bu filan ilacı ve tedaviyi uygulamam sebebi ile meydana geldi.” derler. Hiç şüphesiz böyle bir sözde, Cenâb-ı Hakk’a karşı sergilenen apaçık bir kibir ve gurur söz konusudur.2- Nimetin gelişini, kendilerinde var olduğunu zannettikleri fazilet ve üstünlüğe bağlarlar. Bunu ise; “Bu nimet bana, Allah’ın benim ona müstahak olduğumu bilmesinden dolayı verildi.” ya da “Allah katında benim önemli bir yerim var ki, bana bu nimet verildi.”, “Allah benden razı ki bu nimetleri veriyor.” gibi sözlerle ifade ederler. Bunda ise ucup, yani Allah’ı unutarak nefsini kâmil addederek beğenme ahlâkı kendini göstermektedir.3- Bu her iki halde de nimetin gelişini, asıl vereni unutarak aciz ve biçare sebeplere bağlama çirkinliği mevcuttur. Onlar, bu şekilde Allah (c.c.)’nun kudret ve iradesini görmezden gelerek nefislerine zulmetmiş ve inkâr yoluna sapmış olurlar. ‘İnsan’dan nakledilen bu ve benzeri sözleri, Musa (a.s.) zamanında yaşamış Karun da söylemişti. Anahtarlarını, kuvvet sahibi bir topluluğun taşımakta güçlük çektiği çoklukta bir hazinenin sahibi olan Karûn’a kavmi: “Böbürlenme! Çünkü Allah böbürlenip şımaranları sevmez. Allah’ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma, Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah bozguncuları sevmez.” dediğinde o: “Bu, ancak bende olan ilim sebebiyle bana verilmiştir.” dedi. (el-Kasas, 28/76-78) Ancak ne var ki sahip olduğunu iddia ettiği ne bilgisi ve gücü, ne de hazineleri ona bir fayda sağlayamadı. Allah (c.c.) onu, kavminin gözü önünde hazineleriyle beraber yerin dibine geçirdi. “Helak edici ucup” (Şihâb el-Kudâî, Müsned, Bâb:238, c.1, s.213, h.no:325) kimleri mahvetmedi ki!İnsan darda ve aciz iken her şeyi Allah’tan umup her nimeti O’ndan bekliyor; nimete kavuşunca da sebepleri halk eden hakiki Mâlik (c.c.)’yu unutarak onları kendi nefsine mal ediyor. Ne çirkin ve yaman bir çelişki!بَلْ هِيَ فِتْنَةٌAllah (c.c.); “Hayır, o bir imtihandır.” buyurarak, onların bu çirkin hallerini veciz bir şekilde ifade etmiştir. Yani insana darlıktan sonra verilen nimetler, hakikatinde bir imtihan vesilesi olmaktan başka bir şey değildir. Nimet nasıl imtihan vesilesi olabilir?Bu böyledir, çünkü nimet; verildiğinde şükredilmesi, geri alındığında ise sabredilmesi gerekli olan bir şeydir. Durumu böyle olan ise, ancak bir imtihan vesilesidir.Âyette sanki şöyle denmektedir: “Biz bu nimeti sana verdik ki, seni, nimet verdiğimiz konuda deneyelim. Şükür mü edeceksin, yoksa inkâr mı? İtaat ehli mi olacaksın, yoksa isyan mı?”Nimetin bir imtihan vesilesi oluşunu bir âyetinde Cenâb-ı Hak, Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar geçen az bir sürede yanında bulan Süleyman (a.s.)’ın lisanıyla şöyle bildirmiştir: “...Süleyman tahtı yanında yerleşmiş halde görünce şöyle dedi: ‘Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim ganidir (her bakımdan sınırsız zengindir), cömerttir.” (en-Neml, 27/40)“Fitne” kelimesi Arapça’da, “imtihan, sınama, deneme” manalarına gelmektedir. Özünü posasından ayırıp da miktarını belirlemek için ateşe konulduğunda altın için; “Altını ateşle fitneledim”, yani “hasını posasından ayırdım” denilir.Âyette “nimet” direk olarak “fitne” yani imtihan olarak nitelendirilmiştir. Hâlbuki aslına bakılırsa nimet, imtihanın bizzat kendisi değil, sadece onun bir vesilesidir. Arapça’da bu şekilde bir tabir kullanıldığında bundan maksat ‘mübalağa’dır. Dolayısıyla burada, nimetin imtihana sebep olduğu mübalağalı bir şekilde ifade edilmiştir.وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَAncak onların, yani insanların çoğu, bunu bilmezler. Bilmedikleri şey ise, nimetin kendilerine Allah (c.c.) tarafından verilmiş bir imtihan vesilesi oluşudur. Nankörlüğe devam ettikleri sürece bu nimetlerin kendileri için birer “istidrac” olduğunu idrak edemezler. Bu sebeple yukarıda zikredildiği şekilde iddia eder ve konuşurlar.* * * Rızık neye bağlıdır?Nimetin, genel ifadeyle rızkın gelişi ve miktarı, kişinin üstünlüğü, aklı ya da cehaletine bağlı değildir. Bu, yalnızca Allah’ın takdirine bağlıdır. Nice akıllı, tecrübeli ve dirayetli kimseler geçim sıkıntısına düşmekte; nice cahil, hasta ve zayıf kimseler ise bolluk içerisinde bir hayat sürmektedir. İşte bu, rızkın Allah’ın tevfik ve kolaylaştırmasına bağlı olduğunun, kader ve kazanın var olduğunun apaçık bir delili ve ispatıdır. Kul sebeplere sarılmakla mükelleftir. Neticenin ortaya çıkması, Allah’ın iradesine bağlıdır. Dilerse muvafık kılar, dilerse kılmaz.* * *Mü’min, her halinde Allah’a kulluğunu arz eder, itaat ve teslimiyet içerisindedir. Bu nedenle her hâli onun için hayırdan başka bir şey olmaz. Nimete kavuşunca bunu Allah’tan bilir. Şükrünü eda eder. Nefsine bir pay çıkarmaz, şımarmaz. Kulluk vazifesini unutmaz.Dara düştüğünde ise sabreder. Nimetin gelmeyişini ya da gecikmesini nefsinden bilir, günahlarına tevbe eder. Kulluğa daha kuvvetli sarılır. İsyan etmez.Rasûlullah (s.a.v.), mü’minin hallerini şöyle açıklamıştır:“Mü’minin işine şaşarım. Muhakkak onun bütün işleri hayırdır. Bu, mü’minden başka hiçbir kimse için böyle değildir. Kendisine genişlik isabet etse şükreder, onun için hayır olur. Darlık isabet etse sabreder, (bu da) onu için hayır olur.” (Müslim, Zühd Ve’r-Rekâik, 14)Rabbim bizleri; nimet karşısında Karûn’un kibir ve ucbuna değil;وَمَا تَوْف۪يق۪يٓ اِلَّا بِاللّٰهِۜ“Muvaffak olmam da ancak Allah’ın yardımı iledir.” (Hûd, 11/88)مَا شَآءَ اللّٰهُۙ لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِۚ“Allah ne dilerse, o olur. Allah’tan başka hiçbir kuvvet yoktur.” (el-Kehf, 18/39)diyerek tevazu ve mahviyetini arz eden, Peygamberlerin kulluğuna varis olan kâmil mü’minlerden kılsın!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.