Özlenen Rehber Dergisi

51.Sayı

Kon Tv Gündem Özel Söyleşi..iman, İtaat ve Sevgi Üzerine..

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 51. Sayı
- Efendim, Gündem Özel’de yeniden beraberiz. Gündem Özel’de iki cihanın kurtarıcısı, rehberimiz, önderimiz, efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (s.a.v)’i Kutlu Doğum’unda daha yakından tanıyacağız. Sayın Muzaffer Yalçın Hocam. Efendim hoş geldiniz!

- Allah razı olsun. Böyle güzel hizmetlere vesile oldukları için şahsınızda KonTV ailesine teşekkür ediyorum. Cenâb-ı Hakk, gayretlerinizi muvaffak kılsın inşallah!

- Efendim, Kutlu Doğum nedir? Efenimiz gerçekten istendiği kadar anılıyor ve anlaşılıyor mu? Bir toplum önderi olarak sizce bu hususta yapılan çalışmalar yeterli mi?
- Mevlüt Bey teşekkür ederim. Her şeyden evvel şunu ifade edeyim ki; bütün müslümanların derdi Peygamber Efendimize itaat etmek ve ümmeti olmada Ashâb’ın gökteki yıldız mesabesindeki güzelliğinden istifade etmek. Maksat bu.

İşin özü samimiyet, ihlâs... Mevzu Peygamber (s.a.v) Efendimiz olunca, ihlâs ve samimiyet kendisini daha da çok hissettiriyor, işin önemi ve ciddiyeti daha da artıyor. Kutlu Doğum’la alâkalı yapılan çalışmalar samimiyet ve ihlâsı üzerinde taşıyarak devam ettirildiği müddetçe nice hayırlara vesile olacağını düşünüyorum. Bu vesileyle, bu gayret içerisinde olan yurdumuzun her bölgesindeki bütün müslüman kardeşlerimize sonsuz şükranlarımızı arz ediyorum efendim.

Peygamber Efendimizi anma törenleri, malumunuz, Fatımîlerden beri –yaklaşık- 1000 yıldır sürdürüle gelmekte. Yurdumuzda da yaklaşık 20 yıla yakındır bu faaliyetler, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da önderliğinde güzel bir genişleme kat etti. Her tarafta değişik etkinliklerle Efendimiz (s.a.v)’i anma, anlatma, O’nun sünnetlerini tanıtma gibi gayretler ve faaliyetler devam ediyor. Zaman zaman bizler de bu faaliyetlerin içerisine gerek katılımcı, olarak gerekse hazırlayıcı olarak giriyoruz...

Bu çabalardan maksadın hâsıl olup olmadığını görmek için Efendimiz (s.a.v)’in anma programları yapılmadan öncesi ve sonrasına bakmak yeterli olacaktır...

Eğitimci ve toplumu takip eden bir insan olarak, bu anma vesileleriyle toplumumuzda, Peygamber Efendimizin şahsında ulvîleşen o yüksek ahlâkın daha da ziyade artmasını en doğal beklentimizdir. Fakat gençlikte meydana gelen çirkin ahlâkların, kötülüklerin ortaokul derecelerine, ilkokul sıralarına kadar sirayet edişi, aslında maksadın tam da yerini bulmadığını en güzel şekilde ortaya koyuyor. Bunca yapılan çalışmayı faydadan hâlî görmek elbette ki büyük haksızlık olur. Salonları dolduran onca Peygamber aşığı insanların bu gayretlerini de hiç görmemek lazım. Fakat bunca gayretin artan çirkinliklere karşı yeterli olmadığı ve de ilgili programların içerik ve amaç, fayda noktasında biraz zayıf kaldığı kanaatindeyim. Örneğin; katıldığım bazı Kutlu Doğum programlarında şahit oldum ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v) anılmaya geliniyor, O’nun sünneti, O’na tabi olmak suretiyle asıl maksat olan Allah’a itaat ve O’nun rızası kastediliyor; ama namaz vakitleri geldiği hâlde hiçe sayılması, namaza ehemmiyetin verilmeyişi, o namazı emreden Peygamber Efendimizi anma programlarında dahi maksadın tam yerini bulmadığını ifade ediyor. Ama ümitsiz değiliz. Bu noksanlıklarımızı ikmal etmek suretiyle nice genç kardeşlerimize, yavrularımıza güzel bir Peygamber sevgisi ve itaat yolu bırakmaya başta kendimiz olmak şartıyla gayret ediyoruz inşallah.

- Rasûlullah’ı anlama ve anlatmada nelere dikkat etmeliyiz?

- Ben ‘anmak’ kelimesini ‘itaat’ kelimesiyle eşdeğer kabul ediyorum... Anmaktan maksat, itaat olmalıdır. Öyleyse bugün, anma programlarının neticesinde o Peygamber’e ümmet olan biz mü’minlerin, Peygamber Efendimize itaat noktasındaki sıkıntıları biraz daha aşmış, O’na itaat hususunda ümmetin değişmez mercii Ashâb-ı Kirâm gibi O’na yakınlaşma maksadı gütmesi lazım ki, anma işi itaate tebdil etmiş olsun. Aksi halde her hangi bir insanı yâd etmekten öteye geçmez. Hâlbuki mü’minler olarak itikadımız odur ki, Peygamber Efendimize itaat etmek, bu ümmetin üzerine aynı namaz kılmak gibi farzdır. O yüzden anmadan maksadı, tamamıyla itaat olarak telakki ediyorum.

- Buradaki espri, O’nu anarken O’na itaat mı, efendim?

- Evet. Sadece anmayla kaldığı zaman, ümmet olma adına her hangi bir şeyi izhar edemiyoruz. O zaman bizim ve Peygamber Efendimizin arasında uçurumlar meydana geliyor. Bunu şöyle formülize ederek izah edeyim:

Ümmet olarak bizim Peygamber Efendimiz’le (s.a.v) bir bağımız var. Ben adına bağ diyorum, ama bunun adı “îman”dır. Bu îman bağı, içerisinde itaati ve sevgiyi de barındırıyor. Rasûl-i Kibriyâ Efendimize, kendisinin hayatında, irtihalinden hemen sonra, bugün ve kıyametin kopmasına kadar bütün insanlarda bu bağ ortak husustur... İmân ne kadar insanın gönlünde kuvvet bulur da bu itaatle şekillenirse, Rasûlullah Efendimize ümmet olma bağı bizde kendisini daha çok gösterecektir.

‘İtaat’ dediğimiz zaman, Sahâbe-i Kirâm efendimize dönüyoruz. İtaatin en güzel örneklerini onlarda görüyoruz. Günümüze dönüp de, “şu da Rasûlullah Efendimiz’e itaattir” şeklinde ifade ettiğimiz çok nadir şeyler var. Belki şeklen bunlar Peygamber Efendimize itaate benziyor, ama içinde taşıdığı kalbi kuvvetten mahrum olunca, Ashâb’ın örnekliğini ve insanlara yol gösterici özelliğini taşıyamıyor.

Bugün belki de en büyük zaafımız, Ashâb’ın yaptığı gibi yapamamamız. Peygamber Efendimize îman ediyoruz, ama O’nun yapmamızı emrettiği, terk etmemizi de tavsiye ettiği şeyler hususunda Ashâb-ı Kirâm gibi değiliz. Onlar teslimiyetlerini şöyle ifade ediyorlardı: “Biz, müşrik bir topluluktuk. Hiçbir şey bilmiyorduk. Allah bize Muhammed’i (s.a.v) Peygamber olarak gönderdi. O, bize neyi emrettiyse, onu onun emrettiği şekliyle yaptık. Terk ettiklerini terk ettik.” Aynı teklifi Ashâb-ı Kirâmın söylediği gibi şimdi kendi şahıslarımıza sorduğumuz zaman, aynı teslimiyeti göremiyoruz.

Niyazımız, bu itaatın güzelliğini, îmanın güzelliğini bulmuş olarak Cenâb-ı Hakk’a kavuşmak.

-Efendim kısmen temas ettiniz, ama Peygamber’i sevmek, O’na itaat etmek. Sevgi ve itaat arasında bağ, ilave edeceğiniz var mı efendim?

- Peygamber Efendimize itaatten uzaklaşmış, itaatten kopmuş mücerret bir îman yeterli değildir. Bunu, şu örnekte görüyoruz. Cihan Peygamberi (s.a.v) Efendimiz, Muaz b. Cebel’i Medine’den Yemen’e şöyle söyleyerek gönderiyor. “Ehl-i Kitab olan bir kavme gidiyorsun. Onları şuna davet et. Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in (s.a.v) Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna davet et.”

Burada şuna da bir atıf yapmakta fayda var bu hadîs-i şerîf üzerinden. Malumdur, Ehl-i Kitab’ın durumuyla ilgili birçok tartışmalar yapılıyor. Bu hadîs-i şerîf çok nezih bir şekilde ifade ediyor ki, hangi inanışta hangi düsturda olursa olsun bütün insanların Rahmeten li’l-âlemin olarak gönderilen Peygamber Efendimize îmanda birleşmesi lazımdır. “Ehl-i Kitab’ı Allah’ın birliğine ve Peygamber Efendimizin risaletine davet et. Eğer bunu kabul ederlerse...”, diyor Peygamber Efendimiz, “onları günde beş vakit namaza ve zekâta davet et”, diyor. Buradan şunu anlıyoruz ki, eğer sadece îman, insan için yeterli olmuş olsa idi, Cenâb-ı Peygamber Efendimiz bütün insanları içerisine alacak îman gibi bir hususta, insanların nefislerine zaman zaman ağır gelen itaat gibi bir yolu insanların önüne getirmezdi. O zaman sadece “îman ettim” demeleri yeterli olurdu. Fakat yine o güzel Sahâbe efendilerimizden mervî olan hadislere ve rivayetlere baktığımız zaman, onların birbirleriyle yarıştıkları bir husus var ki; her ahlâklarında -gerek ibadet, gerekse sosyal ahlâklarında- Peygamber Efendimize benzerlikleriyle birbirlerine karşı övünç duyuyorlar...

Sevgi de temelde söylemiş olduğumuz o asıl îman bağının tezahürüdür. Öyle ki, bu sevgi her hangi bir şahsa duyulan bir sevgi değildir... Bu, kişiyi Cenâb-ı Hakk’ın rızasına kavuşturan bir sevgidir.

Belki günümüzde mü’minler olarak kalbimizde taşıdığımız sevgiyi yeterli olarak görüyoruz. En büyük zafiyetlerimizden bir tanesi de bu. Hani, çokça Sahabe’nin sözlerinde ifade etmiş olduğu bir hakikat var. ’Ebî Ümmî Fedâke yâ Rasûlallah! Anam babam sana feda olsun yâ Rasûlallah!’ Ben diyorum ki, bu söz Sahabe’ye çok yakışıyor. Çünkü bakın Sümeyrâ bint-i Kays (r.anhâ) örneğinde de olduğu gibi... Uhud’da hemen en yakınlarını kaybetmiş, ama nihayetinde ’Siz bana, Allah’ın Rasûlü’nden haber verin. O nasıl?’ diyor. Tâ ki O’nu Uhud Dağı’nın eteklerinde, etrafında Ashâb-ı Kirâmla beraber gördüğü zaman ’Sen sağsın ya, yâ Rasûlallah! Sen hayattasın ya, yâ Rasûlallah! Bunun dışındaki gam ve kederler bizim yanımızda hiçtir.’ diyerek Peygamber Efendimize olan o candan sevgisini ifade ediyor.

Bunu ifade ettikten sonra sevgi hususunda şu çizgiyi ifade etmek istiyorum ki, Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber Efendimiz için; ’O, müminlere kendi nefislerinden evlâdır.’ buyuruyor. Bu Kur’ânî çizgidir. Yani bunun ifadesi nedir? Bir mü’min Peygamber Efendimizi şu canından ötede sevecek. Hüküm bu, kayıt bu. Kur’an ve Sünnet çizgisinde Peygamberî bir sevgi. Bu sevginin gönüllerde yerleşmesiyle yetişen güzide bir toplum, Ashâb-ı Kirâm.

Bir de kendimize bakıyoruz, Peygamber Efendimiz için hangi fedakârlıkları yaptık? Hangi sevdiklerimizden ayrıldık? Hangi malımızı, Allah ve Rasûlü uğruna tasadduk ettik? Aksine. heva ve heveslerimiz daima Peygamber Efendimizin sevgisinin önüne geçti. Efendimiz (s.a.v.) bu tehlikeyi şu hadîs-i şerîfleriyle haber veriyor bizlere ki; ’Sizler heva ve heveslerinizi bana tabi kılmadığınız müddetçe îman etmiş olmazsınız.’ Sevgi ve îman, sevgi ve itaat...

O kadar önemli bir husus ki, sevgi kayboldukça îman zâyi oluyor, itaat kayboluyor ve Peygamber Efendimizle ülfetimiz, bağımız kesiliyor... Muhakkak sevecek. Hem de îmanın halavetini gönlünde tatmak şartıyla. O da Allah ve Rasûlü’nü bunun dışındaki her şeyden en ziyade sevmek suretiyle.

Sevgi hususunda, bir misalle daha teyit etmek istiyorum. Mekke müşriklerinin elinde esir bulunan Zeyd bin Desine hazretleri, asılmak üzere meydana çıkartıldığı zaman o dönemde daha Müslüman olmayan -Mekke’nin fethinden önceki dönemde- Ebû Süfyan, darağacını gösteriyor ona. Ve diyor ki ona; ’Şu an senin yerinde Muhammed’in olmasını, senin de kendi aile ve efradının arasında olmanı istemez misin ey Zeyd!’ diyor. Sahâbe-i Kirâm Efendimiz, ölümle yüz yüze kalmasına rağmen diyor ki; ’Şu an değil benim yerimde olmasını, şu an bulunmuş olduğu Medine’de ayağına bir dikenin batmasına bile gönlüm razı olmaz.’ diyor.

- Nasıl bir sevgi, ne muhteşem bir sevgi!

- Bu muhteşem sevgi manzaraları karşısında mü’minin kendi sevgisini daima ölçmesi lazım. İçinde yaşadığımız dünyanın şartları bizim hayatımızı şekillendiriyor. Bizim hayatımızı şekillendirmesi gereken aslında Peygamber Efendimizdir. O’nun getirdikleridir. Kendimize ait olan şeylerin, heva ve heveslerin tesirinden kurtulmamız gerekir...

İnsanı tesir altına alan, Peygamberimizden ayıran bu menfi kuvvetlerin başında dünya sevgisi gelir. Rasûlullah Efendimiz hadîs-i şerîfinde ’Dünya sevgisi, kötülüklerin başıdır.’ buyuruyor. Dünya sevgisi; aslında herkesin, varlığını bildiği, ifade ettiği, ama yine de kurtulamadığı bir sevgidir...

Diğer bir tehlike de, istek ve arzularımızın Peygamber Efendimizin emirlerine karşı tercih edilmesidir. Önümüze çıkan her hangi bir mesele hususunda bir tarafta Peygamber Efendimizin takip etmiş olduğu yol, bir tarafta bizim ve içinde yaşadığımız dünyanın şartlarının tesiri olduğu bir yol. Biz, çeşitli bahane ve sebeplerle, Peygamber Efendimizin ahlâkî yolunu terk edip, ona çeşitli kılıflar sunmak suretiyle içinde yaşadığımız dünyanın yolunu takip etmiş oluyoruz. Böylelikle Peygamber Efendimize itaat yolundan da ayrılmış oluyoruz. Bakınız şu misal de, Peygamber Efendimizin sözünü, Ashâb’ın nasıl telakki ettiği hususunda güzel bir örnektir. Mescidden çıktığı zaman kadın ve erkeklerin birbirine karıştığını gördüğü zaman Rasûlullah Efendimiz; ’Ey kadınlar topluluğu! Yolun ortasından yürümeyin.’ Buyuruyor. Peygamber Efendimizin bu ifadesinden sonra Ashâb’ın hanımları, yol bomboşken dahi olsa, o kadar kenarlardan yürüyorlar ki, elbiseleri duvarlara sürtünmek suretiyle yırtılırcasına eskiyor, Allah’ın Nebisi böyle söyledi diye...

Tam bir teslimiyet lazımdır. Samimiyet ve ihlâs ile Peygamber Efendimize bir ümmetin şahsında göstermesi gereken güzellikleri izhar edecek tam bir teslimiyeti ifade etmek lazımdır... Çünkü dünyevî ve uhrevî saadet bu teslimiyete bağlı. İnsan bunu kaybettiği zaman, ebedî hüsran var, Allah’ın azabıyla karşı karşıya kalma var...

Abdullah bin Revâha. Mescid-i Nebevî’de Peygamber Efendimiz etrafını saran Ashâb-ı Kirâmı’na sohbet ederlerken, o Sahâbe Efendimiz de mescidin dışından, yoldan mescide doğru geliyor. O an birden Rasûlullah Efendimiz’in ’Otur!’ sesini işitiyor. ’Otur!’ sesini işittiği zaman yolun ortasına oturuyor. Peygamber Efendimiz mescidden çıkıp da Abdullah bin Revâha’yı bu hâl üzere gördüğü zaman, niçin burada oturduğunu soruyor. Diyor ki: ’Yâ Rasûlallah! Sizin ’Otur!’ sesinizi işittim de onun için oturdum buraya.’ Peygamber Efendimiz (s.a.v) o Sahâbe Efendimiz’e şu güzel duada bulunuyor ki; ’Rabbim, senin, Zâtı’na ve Habibi’ne itaattaki sevgi ve hırsını ziyadeleştirsin.’ Bak hiç sormuyor ki, bu söz bana mıdır, değil midir? Sahabe-i Kirâm Efendimiz’e Peygamber Efendimiz bir söz, bir emir verdikleri zaman, onu, itaat etmedikleri zaman helak oluruz endişesiyle kabul ediyorlar idi.

Abdullah b. Ömer (r.a) hazretleri. Kendisinden Peygamber Efendimize gıyabında bahsettikleri zaman Peygamber Efendimiz diyor ki: ’Şu Abdullah çok iyi adam. Bir de gece namazına devam etse.’ Abdullah b. Ömer Efendimiz, Rasûlullah Efendimiz’in tavsiyesini duyduktan sonra ömrünün sonuna kadar, bir kez olsun gece namazını terk etmiyor. İşte bu samimiyetlerle, Peygamber Efendimizin emirlerini şu veya bu demeden tutma hususunda Sahâbe Efendimiz’in gösterdiği bu çizgiye tâbî olursak, inşallah o zaman bize güzel bir yol açılacağı ve herkesin Peygamber Efendimizin ahlâkından Cenâb-ı Hakk’ın lütfettiği kadarıyla müstefit olacağı ve bununla rahmete kavuşacağı kanaatindeyim. Cenâb-ı Hakk bizleri bu güzel yollarda en güzel şekilde istifade eden bahtiyarlardan kılsın diyorum.

- Efendim çok teşekkür ediyoruz. Sâyenizde O’nunla daha yakından tanıştık, O’nu dinledik sizden. O’nun güzel hayatını dinledik. Efendim gönlünüze sağlık, şeref verdiniz. Çok teşekkür ediyoruz efendim.

- Estağfirullah, ben teşekkür ediyorum. Cenâb-ı Hakk sonsuz razı olsun!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • selami

    muzaffer yalçın efendimiz şu ahir zamanda gerçekten resulullah efendimizin sünnetlerine sıkı sıkıya bağlılığın çok mühim olduğunu allah c.c ve resulünün rızasını kazanmanın ancak yaşayarak mümkün olacağını bize güzel bir şekilde söylüyor rabbimiz kendisinden sonsuz razı olsun,sıkıntılarını gidersin

  • ferhat çetin

    Cenab-ı Allah sizlerden ve sayın Muzaffer Yalçın Hoca'mdan sonsuz razı olsun inşallah.Hakiki bir mürşid-i kamilden de ancak ve ancak bu denli cevaplar beklenirdi.Allah kendisini başımızdan eksik etmesin inşallah.İyi çalışmalar efendim kolay gelsin___

  • mevlana rumi

    Efendim Rabbim razı olsun, inşaAllah,Dualarınıza mazhar oluruz.Kon Tv ye saygılar,teşekkürler.Dileğim Efendime ve Onun gibilerine daha fazla zaman ve imkan verilmeli ki yaşayanlarla yaşamayanlar aradaki farkı görmeliler diye düşünüyorum.Duam BİLENLERİN HER ZAMAN BİLDİKLERİYLE ÖNÜMÜZ DE OLMASIDIR.İNŞA ALLAH SELAM VE DUA İLE

  • seyit caki

    Rabbim cümlenizden razi olsun güc ve muvaffakiyetinizi artirsin daim eylesin. cok güzel bir söylesi, lakin bu gibi programlarin tekrarini izleme imkani saglanabilirse cok daha mutlu oluruz. ben maalesef izleyemedim ve tekrar izlemeyi cok isterdim. Allah razi olsun. selam ve dualarla

  • caner

    çok güzel programdı allah emeği geçen herkezden ve muzzaffer efendimdende razı olsun

  • şehmuz şimşek

    çok faydalı bir söyleşi canım efendim muzaffer yalçın hocamada çok teşekkür ediyorum kontv yede teşekkür Hz ALLAH hepimizi peygamberimizin şefaatine nail eylesin amin

  • semra selçuk

    cok güzel bir söyleyiş, cok şükür izlemek nasip oldu Muzaffer Yalcın efendim,kontv ve emegi gecen, herkezden ALLAH razı olsun selam ve dualarla

7 kişi yorum yazdı.