Özlenen Rehber Dergisi

67.Sayı

Şükür ve Kazandırdıkları

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 67. Sayı
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ ﴿﴾

“Hani Rabbiniz şunu bildirmişti: Şükrederseniz, elbette ki size olan (nimetimi) artırırım. Ve eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım pek çetindir.”
(İbrâhîm, 14/7)

Şükür, Kur’ân-ı Kerim’de üzerinde en çok durulan hususlardandır. Birçok yerde Allah (c.c.) kullarına olan nimetlerini zikretmiş, kullarının şükredenlerden olmasını, nimetlerini hatırlamalarını emretmiş, şükredenleri övmüş, şükürden uzak olanları ise azapla korkutmuştur. “Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız; size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah’a şükredin.” (el-Bakara, 2/172) buyurarak, şükrün kulluğun şartlarından olduğunu ifade etmiştir.

Şükrün kulluk açısından haiz olduğu bu önem, onun iman ve tevhitle olan bağlantısından kaynaklanmaktadır. “Şüphesiz İbrahim, Allah’a itaat eden, hakka yönelen bir ümmet idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi. O’nun nimetlerine şükreden bir önderdi. Allah onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.” (en-Nahl, 16/120-121), “Eğer inkar ederseniz şüphesiz ki Allah sizin iman etmenize muhtaç değildir. Ama kullarının inkar etmesine razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin için buna razı olur.” (ez-Zumer, 39/7) Bu âyetlerde şükür imanla bağlantılı olarak zikredilmiştir. Bir hadislerinde ise Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “İman iki kısımdır (yarımdır): Yarısı sabırda, yarısı da şükürdedir.” (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, Bab:70, c.7, s.123, h.no:9715)

Buradan şu netice çıkartılabilir: Şükrün başı Allah’ı bilmektir. Şükür imanın varlığının delili, hakiki tevhid ise şükrün zirvesidir.

* * *

Âyetin önceki âyetlerle münasebeti:
İbrahim sûresinin başından bu âyete kadar olan kısımda şu hususlar beyan edilmiştir:

- Allah (c.c.) Peygamberlerini, kullarına emirlerini açıklaması ve onların da bu emirleri kavrayıp en güzel şekilde yerine getirebilmesi için kavimlerinin lisanıyla göndermiştir.

- Musa (a.s.)’ı da, Beni İsrâil kavmini, karanlıklardan nura çıkartması, onlara Rablerinin nimetlerini hatırlatması, şükür yolunu bırakıp itaat etmeyenlerin akıbetlerinin ne olacağını bildirmesi için göndermiştir.

- Cenâb-ı Hakk’ın, Beni İsrâil üzerindeki nimetleri pek çoktur. Onları, işkencenin en ağırına maruz bırakan, erkek evlatlarını boğazlayıp kadınlarını sağ bırakan Firavun hanedanının zulmünden kurtarması en büyük nimetlerindendir.

- Bundan sonra Allah Teâlâ: “Nimetlerime şükrederseniz, bu, nimetlerin devamlılığına ve artmasına sebep olur. Şayet nankörlük eder ve itaatimden yüz çevirirseniz, bilin ki azabım pek çetindir. Azabım geçmiş ümmetleri nasıl yakaladı ise size de ulaşır.” buyurarak Beni İsrâil’i, Peygamberleri Musa (a.s.) vasıtasıyla inzar etmiştir.

* * *

Âyete muhatap olanlar kimlerdir?

Âyetin siyakı her ne kadar hitabın İsraoğullarına yönelik olduğuna delalet ediyorsa da hüküm umumidir. Ümmet-i Muhammed’den her bir kimse bu âyete muhataptır ve bu âyetten alacağı ibretler vardır.

وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ “Hani Rabbiniz şunu bildirmişti”
Bu ifade hakkında iki ihtimal vardır:

1- Bu, Musa (a.s.)’ın, kavmine söylediği sözler cümlesindendir. Buna göre Hz. Musa, kavmine “Ve şunu da hatırlayın ki, Rabbiniz şunu bildirmişti...” diyerek Cenâb-ı Hakk’ın emrini tebliğ etmiştir.

2- Bunun, Hz. Musa’dan nakledilen bir söz değil de bizatihi Allah (c.c.)’nun Benî İsrâil’e doğrudan bir hitabı olduğu da söylenmiştir.

تَاَذَّنَ kelimesinin manası:

Bu kelime lügatte;

1- açıkça bildirmek, ilan etmek

2- yemin etmek anlamlarına gelmektedir. Müfessirler bu âyet için, bu iki mananın da mümkün olabileceğini söyleyerek şu izahları getirmişlerdir:

1- Burada sanki: “Rabbiniz size, kendisinde şek ve şüphe bulunmayan, çok kesin bir bildiri ile şöyle bildirmiştir...” denilmektedir. Dolayısıyla “تَاَذَّنَ” fiili burada “قَالَ/Dedi” manasına gelmektedir. Zira bildirmek, bir bakıma “demek”tir. İbn Mes’ûd (r.a.)’dan da bu yönde bir rivayet zikredilmiştir.

“Ezan” kelimesi de buradan gelmektedir. Zira ezan da insanlara namaz vaktinin geldiğini ve cemaatle namaz kılınacağını bildirmek içindir.

2- Bu kelimenin burada “yemin etmek” manasında olması da muhtemeldir. Dolayısıyla mana: “Rabbiniz, izzet ve celali üzerine yemin ettiği, yeminle bildirdiği zaman...” şeklinde olur.

Bu manalar A’râf sûresinin 167. âyeti için de zikredilmiştir.

لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ “Şükrederseniz, elbette ki size olan (nimetimi) artırırım.”

Âyetteki “şükür” ve “artırma”nın mahiyeti:

1- Rabî’, bu âyet-i kerime hakkında şu açıklamayı yapmıştır: “Musa (a.s.) onlara, Rabbi Azze ve Celle’den rivayet ederek şunu haber vermiştir: Şayet onlar nimete şükrederlerse, fazlından onlara fazlasını verecek, rızık hususunda onlara genişlik verecek ve onları âlemler üzerine üstün kılacaktır.” (İbn-i Ebî Hâtim, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, c.7, s.2235)

2- Hasan, Süfyân ve İbn-i Sâlih (rh.aleyhim) şöyle demişlerdir: “Eğer nimetime şükredecek olursanız, şüphesiz ben de sizin bana itaatinizi artırırım.” (İbn-i Cerir et-Taberî, Tefsîr, c.16, s.527)

3- Mukâtil şöyle demiştir: “Eğer beni tevhid ederseniz şüphesiz sizin dünyadaki hayrınızı artırırım.”

Zikredilen manalar birbirine yakın manalardır. Ancak şumulünden dolayı birinci izah daha çok tercih edilmiştir.

* * *

Âyet, Allah’a şükreden kimseye, nimetlerini artıracağını bildirmektedir. Burada öncelikle şükrün ne olduğunu, daha sonra da şükürle meşgul olunduğunda artırılacak olan nimetlerin ne olduğunu bilmek gerekir.

Şükür nedir?

Şükür kelimesi sözlükte; nimetin düşünülüp hatırlanması ve ızhar edilmesi manasına gelir.

Şükür mahlukata karşı olursa: “Herhangi bir iyilikten dolayı iyilik sahibine karşı söz, fiil, kalp veya bunların hepsiyle gösterilen saygı, iyiliğin kıymetini bilme ve iyiliği anıp sahibini övme” manasına gelir.

Allah (c.c.)’ya şükür nasıl olur?

Allah (c.c.)’ya şükür şu şekilde olur:

- Tüm nimetleri Allah’tan bilip, her halinde bu hakikati itiraf etmek:

Her nimeti ve iyiliği yaratan, insana ulaştıran Allah (c.c.)’dur. “Sizde olan her nimet Allah’tandır. Sonra size bir sıkıntı (zarar) dokunduğu zaman yalnız ona yalvarır yakarırsınız.” (en-Nahl, 16/53) âyeti bunu ifade etmektedir.

Nimetin insana ulaşması yolunda elbette sebep ve vasıtalar olacaktır. Önemli olan bunlara takılmadan nimetin asıl sahibini görebilmek ve O’na karşı gereken şükrü eda etmektir.

- Nimeti sürekli hatırda tutmak ve unutmamak:
Cenâb-ı Hakk’ın nimetlerini sürekli hatırda tutmak, bu nimetler üzerinde tefekkür etmek suretiyle unutmamak; şükür çeşitlerinin birincisidir. Bu akıl ve kalbin şükrüdür.

- Nimeti anmak ve Allah’ı (c.c.) hamd ile övmek:
Nimeti zikredip Allah’ı (c.c.) hamd ile övmek, her daim Cenâb-ı Hakk’ı güzel isimleriyle zikretmek şükrün ikinci nevidir. Rabbimiz (c.c.), Rasûlü (s.a.v.) vasıtasıyla mü’minlere şöyle emretmiştir: “Rabbinin nimetine gelince; işte onu anlat.” (ed-Duhâ, 93/11)

Bununla ilgili rivayetlerden bazısı şu şekildedir:

 Nu’mân b. Beşîr’den (r.a.) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şu minber üzerinde şöyle buyurdu: “Aza şükretmeyen, çoğa da şükretmez. İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a şükretmez. Allah’ın nimetini söylemek şükürdür, bunu terk etmek ise nankörlüktür. Cemaat rahmettir, ayrılık ise azaptır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, s.1345, h.no:18640)

 Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Hamd, şükrün başıdır. O’na (yani Allah’a) hamdetmeyen Allah’a şükretmemiş olur.” (Mişkâtu’l-Mesâbîh, Daavât 3)

 İbn-i Abbâs (r.a.) şöyle demiştir: “’Elhamdulillâh’ (demek) şükür kelimesidir. Kul, ‘Elhamdulillâh’ dediği zaman (Allah): ‘Kulum bana şükretti.’ buyurur.” “Elhamdulillâh (demek), Allah’a şükürdür, O’na boyun eğmektir. O’nun nimetini, hidayetini... ikrar etmektir.” (İbn-i Ebî Hâtim, a.g.e., c.1, s.26)
 Ka’b (r.a.) şöyle demiştir: “Elhamdulillâh (demek), Allah’ı sena etmektir.” (İbn-i Ebî Hâtim, a.g.e., c.1, s.26)

- Allah Teâlâ’yı haşyetle beraber kalpten sevmek:

Kulun Rabbini sevmesi farz olup imanın bir gereğidir. Seven iman eder, iman edenler de ancak Allah’ı sevenlerdir.

- Azaları isyandan muhafaza etmek:
İnsan, Allah’ın kendisine bir lütuf ve ihsan olarak bahşettiği nimetleri isyanda kullanmamalıdır. Hem nimetlerinden istifade edip hem de yasakladığı şeylere koşmak Allah’a karşı nankörlüktür. Sâlih zatlardan birine Allah Teâlâ’ya şükretmek hakkında soruldu da o zat şöyle dedi: “Şükür, Allah’ın nimetleri ile (gıdalanarak)O’nun masiyetlerine karşı güç kazanmamandır.” Yani Allah’ın nimetlerinden faydalanarak O’na isyan etmemendir.

- Her hâlde Allah (c.c.)’ya itaat etmek:
Bu, tüm azaların işi olup, şükrün üçüncü çeşididir. Şükür, sadece kalple ya da dille sınırlı kalmamalıdır. Şükrün eserinin, tüm azalarda ortaya çıkması gerekir. Bu ise azaların, nimetleri veren Allah’ın emir ve yasaklarına uygun hareket etmesini sağlamakla gerçekleşir.
Allah Teâlâ bir âyette şöyle buyurmuştur: “Ey Davûd ailesi şükredin!” (es-Sebe’, 34/13) Bu, “Nimetlerine şükür üzere Allah için amel yapın, O’na kulluk edin.” demektir. Buna göre; sâlih amel yapıp Allah’a itaat etmek şükürdür. İbadet ve itaatten uzak olan bir kimse ise Rabbine şükretmiyor demektir.

Rasûlullah (s.a.v.)’in saadetli hayatında şükür en doruk noktasında yaşanmaktaydı. O’nun şükrü sadece kalp ya da dille sınırlı kalmıyordu. Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre; şüphesiz Allah’ın Nebi’si (s.a.v.) geceleyin (namazda) iki ayağı çatlayıncaya kadar kıyamda dururdu. Bunun üzerine Âişe: “Yâ Rasûlallah! Allah senin geçmiş gelecek günahını bağışlamış olduğu halde niçin bunu yapıyorsun?” dedi. (Rasûlullah): “Ben çok şükre¬den bir kul olmamı arzu etmeyeyim mi?” buyurdu. (Buhârî, Tefsir 48/2)

- Şükür hususunda acziyetini itiraf etmek:
Kul, yaptığı ya da yapacağı hiçbir şükrün, Allah’ın nimetlerine karşılık olamayacağını bilmeli ve hakikatiyle O’na şükretmekten aciz olduğunu itiraf etmelidir. Her bir şükrünü yeni bir nimet bilip yeni bir şükre muhtaç olduğunu idrak etmelidir. Zira Allah’a şükredebilmek de bir nimettir. Allah’ın tevfik ve inayeti olmazsa kul buna da muktedir olamaz. Bir hadislerinde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah herhangi bir kuluna bir nimet ikram edip de kul da ‘Elhamdulillâh’ derse, kulun verdiği (yani hamdetmesi), aldığı (nimetten) daha üstün olur.” (İbn-i Mâce, Edeb 55)

Nakledildiğine göre Davud (a.s.): “Ey Rabbim! Ben sana nasıl şükredebilirim? Zira sana şükredişim, senin benim üzerimdeki yeni bir ni¬metindir.” dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Ey Davud! İşte şimdi bana şükretmiş oldun.”

 Nimetin artması:

Allah (c.c.) kullarını elbette mükâfatlandıracaktır. Zira: “Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” (Âl-i İmrân, 3/144) buyurmuştur. Şükre karşılık verilecek mükâfatlardan biri de nimetin artırılmasıdır. Nimetin artırılması; “manevî” ve “maddî” olmak üzere iki şekilde olabilir:

1- Manevî nimetler:
Manevî nimetler; Allah sevgisi, marifetullah ve tevhidin hakikatine vasıl olmak gibi nimetlerdir. Fahreddin Râzî (rh.a.), şükretmekle bu nimetlerin insanın kalbinde nasıl husule geldiğini şu şekilde izah etmektedir:

“Bu, şükreden kimsenin devamlı bir şekilde Allah’ın çeşitli nimetlerini, O’nun çeşitli fazl ve keremini düşünüp görmesinde olur. Bir kimseye çokça iyilikte bulunanı, hiç şüphesiz o kimse sever. Binaenaleyh nefsin, çeşitli ilahî fazl ve ihsanı düşünüp görme ile meşgul olması, o kulun Allah Teâlâ’yı iyice sevmesini gerektirir. Sevgi (muhabbet) sıddîkların en üst makamıdır. Sonra kul, bazen bu halden nimet verene olan sevgisinin, nimete bakmaktan alıkoyduğu bir hâle yükselir. Saadetlerin ve bütün hayırların kaynağının, Allah sevgisi ve marifetullah olduğunda şüphe yoktur. Binâenaleyh şükür ile meşgul olmanın, manevî nimetlerin artmasına sebep olduğu sabit olmuştur.

Şükür makamı, kul ancak ma’bûdunu tanımakla meşgul olduğu için güzel bir makam olmuştur. Kulu, aldanış yurdu dünyadan, kutsî âleme sevk eden her makam, hem dinî, hem de dünyevî saadetleri gerektiren yüce ve kıymetli bir makamdır.”

2- Maddî nimetler:

Allah’ın nimetlerine şükretmekle çokça meşgul olan kimsenin, nimetleri daha çok elde ettiğini her zaman müşahede etmek mümkündür. Zira bu, Cenâb-ı Hakk’ın bir kanunudur.

Az veya çok kendisine ulaşan nimetlere şükreden bir insan, kanaat sahibi demektir. Kanaat ise insanı Allah’ın hükmüne razı olmaya götürür. Allah da hükmüne rıza gösteren kulundan razı olur ve üzerindeki nimetlerini artırır.

 Şükür sebebiyle nimetin artırılmasına dair rivayetler:

 Sevbân (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Birr (hayır, iyilik etmek, sıla-i rahim)den başka hiçbir şey ömrü artırmaz. Duadan başka hiçbir şey kaderi geri döndürmez. Şüphesiz kişi, işlediği günah yüzünden rızkından mahrum bırakılır.” (İbn-i Mâce, Fiten 22)

Nimetlere şükretmek, Cenâb-ı Hakk’ın emridir. Bu nedenle şükreden kimse Allah’a itaat etmiş, nankörlük yapan kimse ise günah işlemiş olur. Günah ise hadiste belirtildiği üzere rızkın sahibine ulaşmasına manidir.

Yine bu hadisten anlaşılıyor ki, hamd ile şükretmek, kişinin başına gelecek birçok kaza ve belayı ondan defeder. Zira hamd, bir nevi duadır, hatta duanın en efdalidir. Zira Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Zikrin en efdali; ‘Lâ ilâhe illallâh’tır. Duanın en efdali ise; ‘Elhamdulillâh’tır..” (Tirmizî, Daavât 9)

 Hakem b. Umeyr (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Elhamdulillâhi Rabbil-Âlemîn’ dediğin zaman Allah’a şükretmiş olursun. O da sana (nimetini) artırır.” (İbn-i Cerir et-Taberî, a.g.e., c.1, s.136)

 Enes (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Nebi (s.a.v.)’e bir dilenci geldi. (Rasûlullah) ona bir hurma (verilmesini) emretti. O, hurmayı almadı -veya attı- Bir diğer (dilenci, Rasûlullah’a) geldi ve ona da bir hurma verilmesini emretti. (Adam): “Subhânallah! Rasûlullah (s.a.v.)’den bir hurma mı?” dedi. (Rasûlullah da) cariyeye: “Ümmü Seleme’ye git, ona yanındaki kırk dirhemi versin.” buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, a.g.e., s.887, h.no:12602)
 Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’i şöyle buyururken işittim: “Her kime şu dört şey verilirse, şu dört şeyden mahrum edilmez:

1- Kendisine dua verilen kimse (duasına) icabet edilmekten mahrum edilmez. Zira Allah: ‘Bana dua edin, size icabet edeyim.’ buyuruyor. (el-Mu’min, 40/60)

2- Kendisine şükür verilen kimse (üzerindeki nimetlerin) artırılmasından mahrum edilmez. Zira Allah Teâlâ: ‘Şükrederseniz, elbette ki size olan (nimetimi) artırırım.’ buyuruyor. (İbrâhîm, 14/7)

3- Kendisine istiğfar verilen kimse mağfiretten mahrum edilmez. Zira Allah Azze ve Celle: ‘Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü o çok bağışlayıcıdır.’ buyuruyor. (Nûh, 71/10)

4- Kendisine tevbe verilen kimse (tevbesinin) kabulünden mahrum edilmez. Zira Allah: ‘O, kullarından tevbeyi kabul edendir...’ (eş-Şûrâ, 42/25) buyuruyor.” (Beyhakî, a.g.e., Bab 33, c.4, s.125, h.no:4528)

 Katâde şöyle demiştir: “Allah, kendisinden isteyene vermeyi, şükredene artırmayı ahdetmiştir. Allah nimet verendir, şükredenleri sever. Öyleyse Allah’a nimetlerinden dolayı şükredin.” (İbn-i Ebî Hâtim, a.g.e., c.7, s.2236)

* * *

Allah (c.c.), şükre karşılık nimetini artıracağını vadettiği gibi; küfür ve nankörlüğe karşılık da azap ile tehdit etmiştir.

وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ “Ve eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım pek çetindir.”

Âyetteki ‘küfür’ kelimesiyle inkâr manası kastedilmemiştir. Burada küfürden maksat, “nankörlük”tür. Arapça’da genel olarak şükrün mukabilinde zikredilen ‘küfür’, ‘nankörlük’ manasına gelir. Nankörlük ise; nimeti Allah’tan bilmemek, unutmak, gizlemek gibi şükrün gerektirdiği amellerin zıddına hareket etmektir.

Allah’ın azabı:

Allah’ın nimetlerine nankörlük edenlerin uğrayacağı azap ise şöyle açıklanmıştır:

- Allah’ı bilmemek:
Nimete karşı nankörlük, nimetin Allah’tan olduğunu bilmemekle olur. Bu ise Allah’ı bilmemek demektir. Allah’ı bilmemek ise azap çeşitlerinin en büyüklerindendir.

- Dünyaya zebun olmak:
Cenâb-ı Hakk’ın dışında kalan her şey, O’na boyun eğmiştir. Kalbinde marifetullahın nuru bulunan her kalp sahibi izzet sahibidir. Mahlûkat, onun hizmetine verilmiştir. Bu ise dünya ve âhirette çeşitli lütüf ve ihsan kapılarının o kimseye açılmasına sebep olur. Marifetullah nurundan boş ve uzak bir kalp ise zayıflar, değersizleşir, hakir olur. Bu durumda dünyaya ve hevesine zebun olur. Bu ise dünya ve âhirette çeşitli afet ve korku kapılarının o kimseye açılmasına sebep olacaktır.

- Sahip olunan nimetleri kaybetmek:
Nankörlük, eldeki nimetin zail olmasına sebep olur. Ulemâ; “Şük¬retmek, mevcut olan nimeti bağlamak ve gaipte olan nimeti avlamak¬tır.” demişlerdir.

- Şeytanın iğvalarına kapılmak:
Bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: “Şeytan dedi ki: (Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım. Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.” (el-A’râf, 7/16-17)
Bu âyete göre şükür ehli olmayan bir kul şeytanın iğvalarına kapılmış demektir. Şeytan da insana ancak şerri telkin eder.

Şeytanın vesvesesine kapılmayanlar pek azdır. Âyette: “Kullarımdan şükredenler pek azdır.” (es-Sebe’, 34/13) buyrulmaktadır.
Rabbimizden niyazımız bizi bu az zümre içerisinde kılmasıdır.

Allah’ım, seni zikretmek, sana şükretmek ve en güzel bir şekilde ibadet etmek için bize yardım eyle!
Âmîn!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.