Özlenen Rehber Dergisi

161.Sayı

Allah Dostlarının Yoluna Sulük Etme Adabı ve Sonuçları

Halit Ateş Özlenen Rehber Dergisi 161. Sayı
Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. Rıza ancak mü’minlere aittir. Düşmanlık ancak zalimlere aittir. Ey Rabbim! Bizi Peygamber (s.a.v.)’in ümmeti kıldığın için sana hamd olsun! Ey âlemlerin rabbi! Dostlarını tanıma ve bilmeyi bize ikram ettiğin için sana hamd olsun!
Mürşid-i kamiller, yazılı bir icazet ve silsile ile Peygamber (s.a.v.)’e bağlanmış kimselerdir. Onlar kendilerinde şeriat ve hakikati cem etmişlerdir. Bu itibarla onlara yapılan biat çok mühimdir. Bir mürit onlardan birine biat ederse dikkat etmesi gereken bazı edepler bulunmaktadır. Edebi olmayanın yolu olmaz. Yolu olmayanın da vusulü olmaz. Edep sahibi kimse az bir zamanda daha önceki ricalin ulaştığı mertebelere ulaşır.

Müridin şeyhine karşı edepleri
Bu edepler iki çeşittir.
1- Kalbî edepler
2- Zahirî edepler
Bunlardan öncelikle kalbî edepleri zikretmek istiyorum:

1- Kalbî edepler
a) Şeriat dairesinde hareket ettiği sürece şeyhe teslim olmak ve onun emir ve nasihatlerine itaat etmek.
Bu körü körüne bir teslimiyet değildir. Bu itibarla aklı saf dışı etmek söz konusu değildir. Bundan maksat bilmediği bir alanda kişinin ihtisas sahibi ve uzman birine teslim olmasıdır. Bu, tamamen hastanın doktoruna bütün tavsiyelerinde ve muayenesinde tam bir teslimiyetle teslim olmasına benziyor. Bu durumda hastanın aklını ihmal etmesi ve şahsiyetini terk etmesi söz konusu değildir. Aksine tasavvuf yolunda insaflı ve akıllı kimseye itibar edilir. Çünkü o, uzman sahibi kimseye teslim olmuştur ve şifa talebinde samimidir.

b) Müridi terbiye yolunda şeyhe itiraz etmemek.
Çünkü mürşidi bu ilimde uzman olma hususunda başarılıdır. Bu itibarla mürit, şeyhin tasarruflarında –şeriate açık bir muhalefet söz konusu olmadıkça- tenkit kapısını açmaması gerekir. Zira bu, ona güveni zayıflatır, birçok hayrı örter, kendisiyle şeyhi arasındaki kalbî ve ruhî bağlantıyı keser.
Allame İbn-i Hacer el-Heytemî dedi ki: ’Her kim, meşayihe itiraz kapısını, hallerine ve fiillerine bakıp araştırma kapısını açarsa işte bu mahrum oluşunun ve kötü akıbetinin alametidir. O kimse asla başarılı olamaz. Bundan dolayıdır ki: ’Her kim ki terbiye ve suluktaki şeyhine ’Niçin?’ derse asla iflah olmaz.’ demişlerdir.’1
Şeytan müridin kalbine şeyhinin tasarruflarından bir tasarruf etrafında şer’î bir müşkülat sokarsa, bu aradaki bağı keser, güven aradan çıkar. Bu itibarla müride gereken hüsnü zandan başkası değildir. Mürit şeyhinde şeraite bir muhalefet gördüğünde şer’î bir tevil, bir çıkış kapısı aramalı, eğer buna gücü yetmezse, şeyhine edep ve hürmetle bu durumun aslını sorması gerekir.
Allame İbn-i Hacer el-Heytemî dedi ki: ’Her kim ki meşayihe karşı tevil kapısını açar, onların hallerine karşı gözünü yumarsa, onların işlerini Allah’a havale ederse, kendi nefsinin haline özen gösterir ve onunla gücü yettiği kadar mücahede ederse kısa zamanda maksatlarına ulaşması ve muradını elde etmesi ümit edilir.’2

c) Şeyh hallerin en üstününde olsa bile onun masum olduğuna itikat etmemek.
Zira onda ufak tefek hatalar görünür, lakin bunda ısrar etmez, edep ve himmetini Allah’tan başkasına bağlamaz. Mürit şeyhinde masumiyet olduğuna itikat ederse ve sonra buna muhalif bir şey görürse, kendisinden kopmaya ve mahrumiyete sebep olacak itiraz ve ıstırap vaki olur.
Müridin şeyhine masumiyet itikat etmemesindeki amaç; emirlerinden her bir emrinde, yönlendirmelerinden her bir yönlendirmede devamlı hata yapmasını beklemesi değildir.

d) Şeyhinin terbiye ve irşat ehliyetinin tam olduğuna itikat etmek.
Ancak bu itikat, onun durumunu başta inceleyip araştırdıktan sonra olur. Şeyhinde, Muhammedî verasetin şartlarını bulmalıdır. Bu şartlar olmadan kişi mürşit elbisesi giyse bile mürşit olamaz. Hastanede doktorların giydiği elbiseyi giyenin doktor olamadığı gibi.

e) Şeyhin sohbetinde ihlâs ve sıdk ile vasıflanmalı, onun talebinde gayretli olmalı, arzu ve çıkarlarından münezzeh olmalıdır.

f) Şeyhi varken de yokken de ona hürmeti muhafaza etmek.
İbrâhîm b. Şeybân dedi ki: ’Her kim meşayihe hürmeti terk ederse yalancı iddialarla müptela ve rezil olur.’3

g) Şeyhini çok sevmek.
Şeyhini çok sevmesi, diğer meşayihe karşı olan sevgisini azaltmamalı, şeyhini beşeriyetten çıkartacak bir noktaya ulaşmamalıdır. Müridin şeyhine muhabbeti, onun emrine ve nehyine uygunluğu ile güçlenir. Şeyhi hakkında bilgisi arttığı gibi muhabbeti de artar.

h) Kalbi iki şeyh arasında dağılmasın diye başka şeyhe uymamak.
Müridin misali hastanın durumu gibidir. Bedenini iki doktorun yanında aynı anda tedavi etmesi mümkün olmadığı gibi kalbi iki şeyhe bağlayarak tedavi etmesi de mümkün değildir. Burada şeyhten maksat, terbiye şeyhidir, talim şeyhi değil. Terbiye noktasında müridin tek üstadı olmalıdır. Şer’î ilimleri tahsilde ise bir çok üstadı bulunabilir.

2- Zahirî edepler
a) Şeyhinin emir ve nehyine uygun hareket etmek.
Bu tıpkı hastanın doktorunu kabul ve tasdik edip tavsiyelerini harfiyen yerine getirmesi gibidir.

b) Meclisinde ağırbaşlılık ve sekinet ile oturmak.
Şeyhinin dayandığı bir şeye yaslanmaması, esnememesi, uyumaması, sebepsiz yere gülmemesi, sesini onun sesinin üstüne çıkarmaması, o izin verene kadar konuşmaması gerekir. Çünkü bunlar, şeyhini önemsemediğinin ve ona ihtiram göstermediğinin alametleridir. Şeyhine edepsizce davranırsa onun himmet, bereket ve irşadından mahrum kalır.

c) Verdiği görev ve hizmeti hemen yapmak.
Bu yolda hizmet eden hizmet görür.

d) Devamlı meclisinde hazır bulunmak.
Şayet uzak bir beldede bulunuyorsa gücü ölçüsünde ziyareti tekrarlaması gerekir. ’Bu yollarda müridi, mürşidini ziyaret etmesi yükseltir ve terbiye eder.’ denmiştir.
Seyyid Ammâr dedi ki: ’Şüphesiz sûfînin seyri üç asıl üzere bina edilir: İçtimâ (toplanma), istimâ’ (dinleme), ittibâ (tabi olma). İşte bunlarla intifâ’ (faydalanma) hasıl olur.’

e) Terbiye yolunda sıkıntı ve yüz çevirmelere sabretmek.
Bu sabırla müridin nefsî ve kalbî hastalıkları tedavi olur.
İbn-i Hacer el-Heytemî dedi ki: ’Muvaffak olmaları murat edilmeyen nefis (sahip)lerinin çoğu, terbiye esnasında üstadından bir sertlik görse ondan nefret eder ve ona, aslında beri olduğu çirkinlik ve noksanlıkları iftira eder. Muvaffakiyet ehli bu durumdan sakınsın. Zira nefis, ancak sahibinin helak olmasını ister. Bu nedenle mürit, şeyhinden yüz çevirerek onu beslemesin.’4

f) Şeyhinin sözlerini, kendi anladığı ve aklettiğince noksan bir şekilde diğer insanlara taşımaz.
Hz. Ali (r.a.) dedi ki: ’İnsanlara anlayabilecekleri şeyler söyleyin. Allah ve Rasûlü’nün yalanlanmasını arzu eder misiniz?’5
Buradaki edepler, ancak Allah Teâlâ’ya ulaşmak isteyen hakiki mürid tarafından talep edilir. Mecazi müride gelince; onun kastı sufilerle beraber olmak değil, onların süsü ile süslenmektir. Suluktaki intizam ise edepli olmayı gerektirir.
Ey kardeşim! Bu yolda Allah Teâlâ’ya, Rasûlü’ne ve Allah dostlarına karşı edepli olmaya çalış.
Abdullatîf el-Cündî (rh.a.) dedi ki: ’Nefsinin kabul olunanlardan olup olmadığını bilmek istediğin zaman Allah’ın katında kendini bir evliyanın kalbinde ara. Eğer sen onun kalbinde olursan, Allah’a yakın olanlardan olursun.’ Allah’ım bizi de onlardan eyle!
Nefsinin üzerindeki kirleri edep ile temizlersen senin Allah Teâlâ’ya seyrin diğerlerinden daha hızlı olur.

Ahmed Abdullah el-HALEBÎ/Ter: Halit ATEŞ

(Endnotes)
1 İbn-i Hacer el-Heytemî, el-Feteve’l-Hadîsiyye, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, s. 77.
2 Heytemî, a.g.e., s. 77.
3 Sülemî, et-Tabekâtu’s-Sûfiyye, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2003, no:75, s. 306.
4 Heytemî, a.g.e., s. 77.
5 Buhârî, İlm, 49.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.