Özlenen Rehber Dergisi

161.Sayı

Medrese (müesseseler Tarihi-2)

Abdunnasir KIMIŞOĞLU Özlenen Rehber Dergisi 161. Sayı
Müesseseler Tarihi -II- MEDRESE

A) Medresenin Tanımı ve Önemi

Medrese; doğuşundan günümüze kadar İslam tarihi içerisinde eğitim ve öğretimin temin edildiği kurum ve kuruluşların genel adıdır. Bu eğitim öğretim müessesesine ilk devirlerden beri ’medrese’ denilmiş ve bu haliyle de günümüze kadar süregelmiştir.
Medrese, Arapça ’de-ra-se’ fiilinden türetilmiş bir ismi mekan kavramdır. Mescid-i Nebi içerisinde ’suffa’ olarak bilinen bölüm, işleyiş bakımından ilk medrese modelidir diyebiliriz. İslam tarihi içerisinde eğitim ve öğretim zamanla daha da sistemli ve teşkilatlı hale gelince bu müessese ’medrese’ halini almıştır.
Ders okutulan yer manasına gelen medrese, ümmeti yetiştiren ’baba ocağı, ilim ocağı, peygamber ocağı’ olan üç ocaktan ’ilim ocağı’nın kurumsal adıdır. İlim, irfan, hikmet ve marifetin kazanıldığı ve aşılandığı medrese müessesesi, tarih boyunca bizlerin Ehlisünnet akidesi çizgisinde olmasını sağlayan en büyük etken ve merkezdir.
Çünkü İslam, ilk emri ’oku’ olan bir usûlle başlayıp eğitim ve öğretime büyük ehemmiyet vermektedir. İlim ve irfanın; samimi bir inanç ve sağlam bir eğitimle elde edileceğinin akıldan çıkarılmaması kaydıyla, bu eğitim müessesesinin üzerinde ciddiyetle durulması lazımdır. Hazreti Nebiyy-i Muhterem efendimiz de biz Müslümanlara ilim irfan yolunda ısrarlı, sabırlı ve vakarlı bir şekilde sebat etmemizi vasiyet ve tavsiye etmiştir. İşte bu vasiyet ve tavsiyenin neticesiyledir ki eğitim kurum ve kuruluşları medeniyetimiz içerisinde mühim bir konumdadır. Eğitimin öneminden olsa gerektir ki Müslümanlar İslamiyet’in ilk yıllarından günümüze kadar eğitim müesseseleri için azami gayret sarf etmişlerdir.
İlim ocağının devamlılığını sağlayabilmek ve nesillerin sağlam temeller üzerine yetişebilmesi için verilen bütün bu çabalar, ümmetin ’Ehlisünnet Akidesi’ doğrultusunda varlığını devam ettirebilme amaç ve gayesi içindir.
İslam ancak bilgiyle yaşanılabilir. Bilgi olmadan ibadet de olmaz kulluk da. İlimsiz ibadetin, yobazlığa veya din şarlatanlığı tuzağına düşürebilme tehlikesi vardır. İslamiyet’in ilme değer vermesi de bu tür tehlikelere karşı tedbir amaçlıdır.
Aynı zamanda medreseler; bilginin, hikmetin, ilerlemenin, gelişmenin ve ilmî zenginliğin büyük bir parçasıdır. Bu yüzden olsa gerektir ki tarih boyunca ilme ne kadar yoğunlaşılmışsa ilerleme de o derece sağlanabilmiş, devletimiz güçlü ve sözü geçer olmuştur. Çünkü bilgi güç, kuvvet ve kudrettir.
İlk başlarda dini bilgilerin verilmesiyle eğitime başlayan medreselerimizde, zamanla dini ilimlerin yanında fenni ve sosyal ilimlerin de müfredata alınmasıyla dengeli bir eğitim modeli ortaya konmuştur. Çünkü bu, dünyevî ve uhrevî bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı karşılayabilmek için bu tür yenilikler ve gelişmeler fayda sağlamıştır ve sağlayacaktır da.

B) Medreselerin Tarihçesi

1. Osmanlı Devleti’ne Kadar
İslam tarihi içerisinde eğitim hayatımızı medreseler öncesi ve sonrası diye ikiye ayırmak pek de yanlış olmasa gerektir. Çünkü medreselerin kurulmasına kadar eğitim farklı şekillerde icra edilmekteydi. Ne zamanki vezir Nizamülmülkle birlikte ’Nizamiye Medreseleri’ kuruldu işte o zaman bu eğitim müessesesi daha sistemli hale gelmiş oldu.
İslam dünyasında medreselerin kuruluşu Asr-ı Saadet’ten çok çok sonraları olmuştur. Daha doğrusu sistemli ve kurumsallaşması çok sonralarıdır. Önceleri eğitim ve öğretim mescitlerde, camilerde, alim ve bilginlerin mekanlarında ve değişik yerlerde icra edilmekteydi. Özel bir yeri ve sistemi yoktu. Her ne kadar belirli zamanlarda özel yerler de açılmış veya ilk teşebbüsler olmuşsa da, tam manasıyla sistem kurulamamış ve devamı sağlanamamıştır.
Mutezile, Hâricî, Şia, Râfizî vb. bozuk görüşler ve Batı felsefesi etkisiyle Ehlisünnet akaidi bozulmaya ve bulandırılmaya çalışılmıştır. Şiî Fâtımîlerin, Mısır başta olmak üzere daha bir çok yerde şubeleri olan ’dâru’l-ilm’leri, Şiîliği yaymak ve propagandasını yapmak için kullanılıyordu. Bu yerlerin ve sahip olduğu fikirlerin tehlikesinin ve etkilerinin ne derece tehlikeli olduğunu gören zamanın Selçuklu Sultanı Sultan Alparslan ve veziri Nizamülmülk, Ehlisünnet için telafisi zor izler bırakacağını anlamışlardı.
Sultan Alparslan, Fatımî ve Büveyhîlerin Şiîlik propagandalarına karşı Ehlisünnet camiasının savunulmasını sağlayacak ve karşı tarafın propagandalarını bertaraf edebilecek bir nizamın sağlanmasını istiyordu. Halka yalan yanlış bilgi ve fikirler aşılayan ve Ehlisünnet omurgasını bulandıran her türlü sisli ve kirli odaklara karşı bir karşı hamle konulması gerekiyordu. Bunu da vezir Nizamülmülk, 1064 yılında temelini atıp 1066-1067 yıllarında eğitim ve öğretime başlayan ve bu tarihten sonra da kurumsallaşarak sistemli ve disiplinli bir şekilde eğitim hayatı sürdüren ’medrese müessesesi’ ile başarmıştır.
Bağdat’ta açılan ilk nizamiye medreseleri kısa zamanda çevre illere de yayılarak bütün zararlı fikirlere karşı Ehlisünnet savunmasını başarabildi. Medrese, Sünnî camianın ilim, fikir ve fiilî özelliklerini kendisinde çok iyi derecede kontrol altına alıp ilmî, fikrî ve fiilî yönden savunma yapabilmiştir. Yetiştirdiği binlerce ilim ehli insanlar vasıtasıyla halkı; bozuk, sakat, bulanık ve sisli her türlü görüş ve fikriyata karşı korumuş, uyarmış ve uyandırmışlardır.
Görüldüğü gibi Nizamiye Medreseleri, eğitim ve öğretim hayatına başladığı dönem itibariyle, teşkilatlı, sistemli ve disiplinli olması yönünden büyük bir başarıdır. Böyle olmasının aslında en önemli nedeni bu medreselerin maddi ve manevi yönden devlet eliyle yardım görmesi ve himaye edilmesidir. Müderrislerin maaşlı, talebelerinin de devlet bakımında olması kısa sürede teşkilatlanması ve kurumsallaşmasına zemin hazırlamıştır. Ayrıca medresenin her türlü ihtiyacını karşılayabilecek bir vakfın olması ayrı bir güzelliktir. Medresenin kendi çarkını kendi imkânlarıyla döndürebilmesi hem müderrislerin hem de talebelerin geçim ve iaşe derdi olmadan hizmet ve görevlerine odaklanmalarını sağlamıştır. Başarılı, sistemli ve teşkilatlı olmasının altında yatan sır da işte budur.
Selçuklu Devleti, bu medreseleri kurmanın yanı sıra gelişmesi içinde emek ve gayret sarfetmiştir. Kurulduğu tarihten itibaren İslam devletlerinde gelenek haline gelmiştir. Selçuklu Devleti ve akabinde gelen Devlet-i Aliyye-i Osmaniye zamanında hemen hemen her cami etrafına bir medrese kurulmaya başlanmıştır. Vezir Nizamülmülk’ün azim, gayret ve kararlılığı ile bu müessese can bulmuş ve ilmi çalışmalarda bir merkez olmuştur.
Her türlü sakat ve zararlı görüşün tesirinin azaltılmış, yer yer de yok edilmiş olması bu medreselerin gerçek manada hizmet ettiğinin ve Ehlisünnet müdafaasının tesis edildiğinin apaçık bir kanıtıdır.
Büyük Selçuklu Cihan Devleti’nden sonra da medreseler kurulmaya devam etmiştir. Bu devletin Moğol saldırılarıyla zayıflayıp yıkılmaya yüz tuttuğu zamanlarda bile varlığını devam ettiren medreseler, kurulan beylikler tarafından da muhafaza edilip desteklenmiştir. Gerek Anadolu Selçuklu Devleti gerekse akabinde kurulan beylikler bu müessesenin koruyup kollanmasında ve devamını sağlamada büyük gayretler sarfetmişlerdir. Selçuklu Devleti’nin dağılması ve Osmanlı Devleti’nin kurulmaya başlanması sürecinde yapılan medreseler, daha sonraları Osmanlı Devleti için bir örnek ve gelenek haline gelecektir. Osmanlı Devleti’nde ise gerek mimari ve gerekse müfredat bakımından daha da zenginleştirilmiştir.
Anadolu’da özellikle Anadolu Selçuklu Devleti zamanında inşa edilen medreselere Konya’da Karatay Medresesi, Sivas’ta Gök Medrese, Kırşehir’de Cacabey Medresesi ve Malatya’da Ulucami Medresesi örnek verilebilir.

2. Osmanlı Devletinde Medreseler
Medreselerin tarihi gelişmesinde 1064’lü Selçuklu Devleti bir dönüm noktasıydı. Bu tarihten itibaran medreselerimiz hem mimarisini hem konumunu hem de müfredatını zenginleştirerek varlığını devam ettirmiştir. Kırılma noktası olan bu tarihten itibaren, devlet geleneğimizde ’ilmiye’ sınıfının ayrı bir yeri olmuştur. Bu, ilme ve bilgiye verilen değerin bir göstergesidir.
Medreseler cemiyet hayatımız içerisinde dini, sosyal ve kültürel hayata çok büyük etki ederek ve katkı sağlayarak halkın eğitim seviyesinin gelişmesinde azımsanmayacak derecede bir faktör olmuştur. Osmanlı Devleti dönemine gelindiğinde ise devletin hem ilmiye sınıfına hem de bu müesseseye ayrı bir ehemmiyet vermesi, bu kurumun ve müntesiplerinin hem önemini artırmış hem de daha da gelişmesini sağlamıştır. Verilen bu önem medreselerimizin fiziki, mimari ve manevi değerinin gelişmesinde büyük pay sahibidir aynı zamanda.
Osmanlı Devleti zamanında medrese müessesesinin göz bebeği gibi korunup kollanması ve devlet teşkilatı içerisinde ’a kadro’da bulunması, bir çok İslam diyarlarındaki ilim ve bilim adamının dikkatinden kaçmamıştır. Bundan dolayıdır ki Buhara, Semerkand, Halep, Şam, Mısır gibi zamanın büyük şehirlerinden ilim adamlarının özellikle İstanbul’a yerleştiği görülmektedir. Gelen bütün ilim ehline gereken saygı ve ihtiram gösterilmiş, belirli kademelerde hizmet etmeleri sağlanmıştır.
Osmanlı Devleti’nde ilk medrese Orhan Gazi tarafından İznik’te açılmıştır. Fatih Sultan Mehmed Han’a kadar medreseler daima gelişme göstermiş ve İstanbul’un fethiyle de bizzat Sultan Fatih Han tarafından ’Sahn-ı Seman Medreseleri’ kurulmuştur. Bu medreseler, devrinin en iyi eğitim mekânları olan yüksek eğitim ve öğretim kurumları olma özelliğini de elinde bulundurmaktaydı.
Osmanlı Devleti’nde medrese yapımı için vakıflar kurulmakla beraber, devlet erkanından olan görevliler, saray mensupları ve zenginler de medrese yapımında gayretli davranmışlardır. Hatta bunu adet haline dahi getirmişlerdir. Genelde medresenin iaşesini karşılayan vakıf, bu medresenin yönetilmesi, kullanılması ve denetlenmesinde söz hakkına sahipti. Bunun yanında tabi ki devletin sıkı kontrolü altındaydı. Medreseler asla başıboş ve denetimsiz bırakılmamıştır. Medrese içerisinde ise söz hakkı müderristeydi. Talebelerin sorumluluğu da yine müderris üzerindeydi.
Sultan Fatih’le birlikte medreseler daha teşkilatlı ve sistemli hale getirilerek üstün başarılar elde edilmeye çalışılmıştır. Çünkü bu başarı devletin gelişmesiyle de paralellik arzetmektedir. Ne zamanki 16. ve 17. yüzyılda medreselerde gevşeme ve asıl vazifelerinden uzaklaşılma görüldü, işte o zaman ayaklanma ve isyanlarla birlikte devlette bürokrasi buhranları baş gösterdi. Bu tür aksamalar neticede devleti dağılmaya kadar götürdü.
Sahn-ı Seman Medreselerinin açılmasıyla birlikte İstanbul ilim irfan merkezi olmaya başlamış ve neticede bir medeniyet şehri olmuştur. Bir çok alim, arif, han, sultan ve edibin dikkatini celbeden bir hüviyete kavuşmuştur da. Böyle bir kimlikle Türk İslam Medeniyeti’ne başkent olma özelliğini de elinde bulunduran İstanbul bu kimliğini günümüzde dahi muhafaza etmektedir.
Neticede Osmanlı Devleti, medrese eğitim ve öğretimine maddi manevi büyük emek vermiş ve her daim de bu müessesesin gelişmesi için kararlılıkla gayret sarfetmiştir. Belirli bir nizam ve teşkilatlanmayla daha da geliştirilerek asırlar boyunca tazeliğini koruyan, teknolojik bilgilerle beraber, ilmi sahada da soluğu hâlâ ensemizde olan kitabi bilgilerle kütüphanelerimizi canlı tutmaktadır. Kısaca Osmanlı medreselerinde dini ilimler kadar fen ve sosyal bilimleriyle de iştigal edilmiştir.

3. Günümüzde Medreseler
Tevhid-i Tedrisat kanunuyla kapanan medreseler günümüze kadar varlıklarını bir şekilde sürdürmüşlerdir. Kapanma nedenleri içerisinde bir çok madde sıralansa da asıl amaç yazılıp çizilenden çok farklıdır. Özellikle ezanın yasaklı olduğu 18 sene ve 1950 yılına kadar tek parti döneminde İslamiyet’e vurulan kısıtlayıcı ve öldürücü darbelerden en büyük yarayı medreseler almıştır. Bunun yaraları halen daha sarılabilmiş değildir. Bu kısıtlayıcı ve öldürücü darbeler zaman zaman hafifletilmiş veya durdurulmuş olsa da tam manasıyla yaralar kapanmış değildir.
Kapatıldığından günümüze kadar varlıkları bazen gizli saklı bazen de gayri resmi olarak deva ettirilmeye çalışılan medreseler, günümüzde dahi devlet nazarında resmiyeti olmayan kurumlar olarak devam etmektedir. Günümüzde sadece Arapça ve şer’î ilimler eğitimi vermekte olan bu medreseler, genelde Güneydoğu illerinde ve bazı âlim, cemaat ve tarikatler eliyle devam ettirilmeye çalışılmaktadır. Fennî ve sosyal bilimlerden tamamen soyutlanmış olan medreseler şer’î ilimler okutarak icazet vermektedirler. Bu icazetnamelerin ise devletin resmi prosedüründe bir karşılığı bulunmamaktadır.

C) Medreselerin Çeşitleri
Genel manada medreseler ikiye ayrılır. Bunlar: Umumi Medreseler ve İhtisas Medreseleridir.
Umumi Medreseler dini ilimlerin yanında fen ve sosyal ilimlerinin de okutulduğu medreselerdir. Bunlar, eğitim ve öğretime genel manada tahsis edilen medreselerdir. Bu medreseler, müderrislerin hizmet karşılığı ücret almalarına göre isimlendirilmişlerdir. Bunlar: yirmili, otuzlu, kırklı, ellili, altmışlı ve üstü diye derecelendirilmiştir. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed zamanında açılan Sahn-ı Seman medreseleri de umumi medreseler arasında sayılmaktadır.
İhtisas Medreseleri ise özel eğitim ve öğretim isteyen medreselerdir. Meselâ; Dâru’l-Hadis, Dâru’l-Kurrâ ve Dâru’t-Tıb gibi medreselerdir.
Dâru’l-Hadis Medreseleri, Hadis ilmine verilen ehemmiyetin en büyük izah-ı fahiresidir. Kur’an-ı Kerim’in daha iyi anlaşılabilmesi için Hadis ilminin çok iyi anlaşılması gerektiğindendir ki ecdad bu ilmi, ayrı bir müessese çatısı altında kurumlaştırmıştır. Gerek Kur’an-ı tefsir etmesinden gerekse Hazreti Nebiyy-i Muhterem’in sevgisinden dolayıdır ki bu ilme ayrı bir ehemmiyet verilmiş ve İslam beldelerinde yaygınlık kazanmıştır. Bilinen ilk Dâru’l-Hadis Medresesi Atabek beylerinden Nureddin Zengi tarafından 1173 tarihinde Halep’te ’Nûriyye’ adında yaptırılmıştır.
Dâru’l-Kurrâ Medreseleri, Kur’an ilimlerinin tahsil edildiği özel medreselerdir. Asr-ı Saadet’te Dâru’l-Erkam’da başlayan bu eğitim müessesesi, günümüz Kur’ân kurslarıyla devam etmektedir. Bu müessese Dâru’l-Erkam evinde başlayıp, Medine’de Mahreme b. Nevfel evinde devam edip Selçuklu Devleti zamanına kadar Dâru’l-Kurrâ adıyla anılmıştır. Selçuklu Devleti’nde bu müessese Dâru’l-Huffâz adını almış, Osmanlı Devleti’nde yeniden Dâru’l-Kurrâ adıyla isimlendirilmeye başlanmıştır. Bu medreselerde eğitim görenler camilerde imam, hatip, kayyım ve müezzin olmaktaydılar.
Dâru’t-Tıb Medreseleri sağlık alanında açılan medreselerdir. Dâru’l-Merdâ, Dâru’s-Sıhha adı da kullanılmıştır. Türk devletlerinde Dâru’ş-Şifâ adıyla meşhur olmuş ve genelde bu isim kullanılmıştır. Bu müesseselerde hem tıp ilmi öğretilir hem de hastalar tedavi edilirdi. Dışa açık olan bu müessesede tıp alanına ait bütün kitaplar okutulabilmekteydi. Bir çok medrese yanında birçok hastane dediğimiz ’Dâru’ş-Şifâ’lar da açılmıştır.

D) Medreselerin Müfredatı
Genel olarak medreselerde din, fen ve sosyal bilimler okutulmaktaydı. Ayrıca dil ve gramer gibi ilimlerle birlikte belagat ve edebiyat da okutulmaktaydı. Eğitim dili Türkçe olmasına rağmen okutulan kitaplar genelde Arapça idi. Okunan ders için belli başlı bir kaç kitap takip edilirdi. Medrese eğitiminde yıl geçme değil dersi geçme esastı. Ders işleyişi veya eğitim modeli takrir tarzında olmakla beraber genelde arz-talep şeklindeydi. Soru-cevaplı, karşılıklı müzakere, metin ezberleme ve not alma şeklinde de metotlar uygulanmıştır.
Nizamiye Medreseleri’nin kuruluşunu milat kabul edecek olursak o tarihten başlayıp Tevhid-i Tedrisat kanunuyla birlikte kapanana dek dinî ve fennî ilimlerin birlikte okutulması, medreseler açısından çağın ve zamanın şartlarına cevap vermesi açısından büyük bir başarıdır. 18. yüzyıldan sonra fen ve sosyal ilimleri ayrıştırılmaya başlanmışsa da genel kanı bu yöndedir.
Okutulan kitaplar ise genelde Mâturîdî ve Eş’arî alimlerinin klasikleşmiş metinleri, ilmi kitapları ve bu kitaplar üzerine yapılan şerh ve haşiyelerdi. Mesela; Gazali, Kadı Beydâvî, Teftazânî, Seyyid Şerîf Cürcânî, Râzî, Zemahşerî, Ebu’s-Suûd Efendi, İmam Birgivî, Molla Gürânî, Molla Hüsrev, Halebî ve Nesefî gibi alimlerin eserleri daima okunan eserler arasındaydı.
Böyle bir müfredatın neticesiyledir ki bu medreselerden icazet alan bir çok ilim erbabı, hadis, fıkıh, kelâm, mantık, geometri, astronomi, edebiyat, belagat, coğrafya, tarih vb. birçok dalda uzman olmuşlardır. Hatta ders verecek ve eser yazacak derecede bu alanlarda bilgi sahibi olmuşlardır.
Medreselerde salı ve cuma günleri tatil sayılmıştır. Bazı devirlerde ve bazı medreselerde perşembe günü de tatil sayılsa da genel manada tatil günleri salı ve cumadır. Bu günlerin tatil olma nedenleri arasında, talebelerin şahsî ihtiyaçlarını karşılamaları, ders tekrarı yapmaları, yapılan dersleri yazıya aktarmaları ve notlarını çoğaltmaları gibi nedenler sıralanabilir.

E) Medreselerin Fonksiyonları
Tarih boyunca kurulan bütün devletlerimizde devlet kademesinde bulunan üç önemli sınıf vardır. Bunlar: Seyfiyye-askeri sınıf, İlmiyye-ilmi sınıf, Kalemiyye- memur sınıf. Bunların içerisinden konumuzla alakâlı olan ilmiye sınıfı, toplumun ilmî manada refahını düşünen ve eğitim öğretimiyle iştigal eden sınıftır.
Medreseler kurulduğu andan itibaren cemiyet hayatımızda daima ehemmiyetli bir konuma sahip olmuşlardır. İlmiyye sınıfını temsil eden bu müessese cumhuriyet tarihine kadar ilmî ve fikrî hayatta daima etkili olmuştur. Toplumumuzu daima eğitim ve öğretim faaliyetleriyle belirli bir seviyeye çıkarmayı amaçlamıştır. Bu müessese, ilk emir ’oku’ ayeti kerimesi ve Efendimizin ’ilim ehli’ni öven hadisi şerifleriyle dikkatleri üzerine çekmesi neticesiyledir ki aziz milletimizin nazarında pek manidardır.
Medrese müessesesi mensupları sayesindedir ki Ehlisünnet’i bulandıran ve hasım gibi saldıran bütün bidat ve İslam’a ters görüşlere ilmî bir savunma yaparak, Ehlisünnet omurgasını muhafaza etmiştir. Hâricî, Şiî, Mutezile, Vahhâbî, Oryantalist gibi bir çok akidesi bozuk fırkalara karşı ilmî ve fikrî mücadele etmiş, etmeye de devam etmektedir. Şer’î ve hukukî bir çok mevzuda etkili bir faaliyet göstermiştir. İdarî ve askerî müesseseler yanında toplumumuzu ilmî sahada disiplinize etmiş, Kur’an ve Sünnet’in anlaşılması kadar yaşanmasında da büyük emekler harcamıştır. Toplumun refah düzeyini ilmî manada yükseltmeye çalışan bu müessese, devlet-i ebed müddet fikrine yardımcı olarak, şemsiyesi altında olduğu devletin hiyerarşi sisteminde de asli unsurlardan sayılmıştır.

F) İlim Ocağı
Türk-İslam geleneğinde toplumu dinî ve millî eğitimle yoğuran üç ocak vardır. Bunlar:
Baba Ocağı, İlim Ocağı ve Peygamber Ocağıdır.
Baba ocağı; aile kurumu, ilim ocağı; medreseler ve Peygamber ocağı ise ordudur. Bu üç ocak milletimizi öz be öz mukaddes değerleriyle yetiştiren eğitim müesseseleridir. Bu ocaklar içerisinden konumuz olan ’İlim Ocağı’, cemiyetimizi Mâturîdî ve Eş’arî itikadı doğrultusunda Ehlisünnet üzere eğiten ve donatan eğitim müessesesidir. İlim ocağının merkezi ’medrese’dir. Bu merkez, tarih boyunca itikadımızı bozan ve sulandıran bütün ehl-i bidat ve ehl-i küfrün fikir ve görüşlerine karşı, gerek sözlü ve gerekse yazılı manada engel olmaya çalışmıştır.
Umumi ve İhtisas medreseleri usûl yönünden daima cemiyet hayatımızda kolaylıklar sağlamış, tıkanılan ve zorlanılan yerlerde ilmî ve fikrî çözümler üretmeye çalışmışlardır. Tabi bütün bunları Şeriat dairesi içerisinde yapmak kaydıyla. Ecdat, ilmin güç ve kudret olduğunu bildiği için fethedilen yerlere toplumu eğiten ve ihtiyaçlarına cevap verebilen müesseseler inşâ etmiştir. Genelde bu müesseseleri külliye şeklinde yapmıştır. Bu külliyelerin içerisini han, hamam, cami, medrese, şifahane, zaviye gibi mimari yapılarla zenginleştirmiştir.
Dinî ilimler kadar fennî ilimlerle de eğitim veren medrese, teknik gelişmelere sırt dönmediğini göstermiştir. Mesela Sultan Fatih’i eğiten medrese, Sultan’ı teknik manada öyle yetiştirmiştir ki mühendislik harikası olan ’ivme’yi icat ettirip, bu tekniği şahi toplarıyla İstanbul’un fethinde ilk defa kullandırmıştır.
Özellikle bu konu hakkında söyleyeceğim şudur ki: bu müessesenin kudretinin farkında olanlar bu sistemi kendi modellerine tatbik etmiş ve bizlerin sistemini de bozmaya çalışmışlardır. Özellikle eğitim hayatımızdaki dengeli eğitim modelini tahrip edip teknik manada bizleri güçsüz bırakmışlardır. Dikkat edilirse muhteşem bir medeniyet olan Osmanlı’yı yıkmaya çalışanlar ne hazindir ki bu işe medreselerden başlamışlardır. İlk önce medreseden fen eğitimini ayırmışlardır. Dinî sınıf teknikten, teknik sınıf da dinden bihaber olmaya başladığındandır ki aralarında cedel ve münakaşa başlamıştır. Bu tür yıpratma faaliyetleriyle bu muazzam müesseseyi iyice tahrip edenler zamanla iyice sesi ve soluğunu kesmişlerdir. Asli unsurundan uzaklaştırılan bu müessese neticede türlü bahanelerle kapatılmıştır.
Dikkat edilirse bizi yok etmek isteyen şerli güçler, içerimize sızdırdıkları ve içerimizden satın aldıkları ajanlarla bizi biz yapan müesseselerimizi tahrip edip cemiyet hayatımızı bozarak bizden sinsi bir intikam alma peşindedirler. Heyhat ki içerimize sokulan bu sinsi plan çarkına diş olan gaflet-dalalet ve ihanet şebekeleri, bunun pek de farkında değiller. Feraset ve basiret ver yâ Rabbi.

G) Medreselerin Bozulma Nedenleri
Çok büyük gayeler için kurulan medrese, zamanın ve çağın sorunlarına cevap verebilen bir müesseseydi. Tatlı heyecan, gayret ve kararlılıkla daha sistemli hale gelen, dallanıp budaklanan bu müessese, gerek içimizdeki gaflet ehli yüzünden ve gerekse dış bağlantılı ajanlar tarafından tahrip edilerek aslından uzaklaştırılmıştır.
11. yüzyılda sistemli bir şekilde vezir Nizamülmülk tarafından kurulan medreseler Sultan Fatih zamanında daha da bir ciddiyete kavuşmuştur. Ancak 16-17. yüzyıla gelindiğinde sorunlar ve bozulmalar başgöstermiştir. Bunların bir çok nedeni vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
- Medreselerde dinî ilimler yanında fen ve sosyal ilimleri de okutuluyorken bu sistem değiştirilmiştir. Fen ve sosyal bilimleri medreseler elinden alınmış sadece dinî ilimlerin okutulduğu kurum haline getirilmiştir. Bunun neticesiyle teknik gelişmelere bihaber olan ve bu gelişmelere soğuk bakan bir zümre türemiştir.
- Beşik uleması sistemi getirilmiştir ki bu, medreseler açısından tamamen bir katliam olmuştur. Bunun neticesiyledir ki ilim zihniyeti değişmiş, ehil olmayanlar söz hakkı kazanmış ve sağlam ilim eserleri tahrif ve tahrip edilmiştir.
- Duraklama ve çöküşe geçen devlet sisteminde bozulan diğer müesseseler gibi medrese müessesesi de asli vazifesinden uzaklaşıp üzerine vazife olmayan kirli işlere alet olmuştur.
- Kaybedilen topraklardan göç eden ahalinin genelde ilim öğrenmek için değil barınmak ve karın doyurmak için medrese çatısı altına girmeleri, burada ilim tahsil eden talebeleri fazlasıyla zora sokmuş ve düzenlerini etkilemiştir. Haliyle de isyanlar başlamış, bu isyanlara ilmiyeden talebe ve müderrislerin de karışması neticesiyle ’medrese’ yara almıştır.
- İlmiye sınıfına hukuksuz ayrıcalıklarla birlikte ulema çocuklarına da imtiyazlar verilmiştir. Yersiz bir uygulama olan bu tür gelişmeler sıkıntıda olan medreseyi iyice zora sokmuştur.
- Rüşvet ve adam kayırma gibi haksız ve hukuksuz işlere ara sıra alet olan ilmiye sınıfı, bu konuda çok büyük yıkımlara sebep olarak muhteşem bir geleneği ve işleyişi olan medreseyi aksamalara uğratmıştır. Haliyle geleneği ve disiplini bozulan medrese, asli vazifesinden uzaklaşarak nahoş durumlara kapı aralamış oldu.
Bu ve buna benzer nedenlerden anladığımız ve gördüğümüz kadarıyla, üzerine vazife olmayan işlere bulaşınca, bulandıkça bulanan bu güzelim ilim ocağı faydadan çok zarar olmaya başlamıştır. Tabi hepsi için böyle diyemeyiz ama genel manada bunu söylemek maalesef ki doğrudur.

H) Mimarî Yapı
Medreselerin mimarî yapısı, fizikî ve coğrafî etkenlerce farklılık kazanmıştır. Bulunduğu bölgeye göre kültürel desenlerin izlerini de taşıyan medreseler, mimarîlerinde çeşitliliği artırmıştır. Bu itibarla medreselerin mimarîsi, Arabistan’da farklı Türkistan’da farklıdır. Yine Balkanlar’da farklı Anadolu’da farklıdır. Bu bir zenginliktir.
Özellikle her medrese içerisinde olması gereken bölümler (hamam, tuvalet, mutfak vs.) dışında müderris odası ve talebelerin hücreleri mevcuttur. Medreseler koğuş şeklinde değil de genelde odalar şeklinde inşâ edilmiştir.
Bütün medreselerin hemen hemen karakteristik özelliği dört eyvanlı olmasıdır. Ortasında genişçe bir avlusu vardır. Bunun üzeri ya açık ya da kapalıdır. Türk-İslam medreselerinde revakların kullanılması, avluların genişçe olması ve giriş kapısının da azametli derecede desenlerle süslenmesi; ilmin vakarını temsil eder manadadır. Minare, sebil veya kuyu, şadırvan, türbe ve mescit gibi unsurların da olması mimarîye ayrı bir zenginlik katarak külliye izlenimi verdirmiştir.
Genel manada bakınca mimarîsinde bir çok teferruatı bulunan medreselerde genel kanı şudur:
Samimiyetin ve edebin hâkim olduğu yapılardır. Bir çok edep kurallarının manadan maddeye işlendiğini rahatça görebilmekteyiz. Mesela giriş kapısı hariç diğer kapılarının küçükçe yapılması eğilip hürmet edilerek girilmesi içindir. Bu ve buna benzer birçok ahlak kurallarına riayet edilerek inşâ edilen medreseler günümüzde dahi takdirle karşılanan mimarî şaheserlerdir.
Neticede diyeceğim şudur ki medreseler yapı olarak madde olabilir ama mana bakımından adeta diriltici bir ruh ve şuur aşılamaktadır.

Netice
Medreseler kurulduğu günden kapatılana kadar gelişip dallanıp budaklandığı gibi bir çok badireler de atlatmıştır. Cemiyet hayatına faydaları olmasına rağmen son dönemlerinde bozulmalar olunca bazı hatalara da sebebiyet vermiştir. İyisiyle kötüsüyle en az bin yıl bu milletin eğitim ve öğretim hayatında merkez olmuştur.
Bugün eğitim ve öğretim olarak büyük buhranlar ve bocalamalar içerisindeyiz. Cumhuriyete kadar iyi kötü bir eğitim sistemimiz vardı. Fakat Cumhuriyetten günümüze kadar halen daha sistemi oturtulmuş bir eğitim düzenimiz bulunmamaktadır. Halihazırdaki eğitim kurumları ne acıdır ki eğitmekten çok öğütmektedir. Bu, ne dehşetli bir durumdur. Böyle mi olmalıydı? Bu millete bu nasıl reva görülür?
Peki ne yapmalı? Derim ki en yakın zamanda öyle ya da böyle bir şekilde devlet eliyle Ehlisünnet bünyesine sadık kalacak derecede, sağlam bir nizamla medreseler yeniden ihya edilip resmî olarak açılmalıdır. En azından dinî eğitimleri bu kurumlara vermek lazım. Fakat Mâturîdî ve Eş’arî itikadına uygun eserlerin okunması kaydıyla. Zaten bu konuda eser sıkıntısı yoktur. Ecdat çok güzel eserler telif ederek kalemle mücadele etmiştir.
Bugün konuşulması ve değerlendirilmesi gereken mevzular başında belki de ’dinî eğitim’ gelmelidir. Çünkü Ehlisünnet itikadına bugün, olmadığı kadar saldırı olmaktadır. Türlü fikir ve düşüncelerle müdahale edilmekte ve temel bozulmaya çalışılmaktadır. Bu tehlikenin ne kadar farkındayız bilemem ama acilen devlet eliyle tedbir alınmalıdır. En güzel ve en sağlam tedbir sağlam kaynaklardan şer’î ilimlerin okutulmasıdır. Sağlam âlimlerin yetiştirilmesidir.
Usul-i Din ve Usul-i Fıkıh olmadan din olmaz. Çünkü dini ayakta tutan ve dinin savunmasını yapan bu iki ilimdir. Din, sağlam kaynaklardan öğrenilmediği veya dini sağlam kaynaklardan anlatmayanlar türediği zaman ortalığı din şarlatanları, din tüccarları ve hurafeci bidat ehli kişiler kaplar. Bu ve buna benzer görüntülere fırsat verilmemelidir. Fırsat verilmemesi için de dini, sağlam öğretecek müesseselerin olması lazımdır. İşte bu müesseseler de MEDRESELERDİR.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.