Özlenen Rehber Dergisi

161.Sayı

Ölüm

Efe AYHAN Özlenen Rehber Dergisi 161. Sayı
Bir ömürlük oyunun son perdesi
Yavaş yavaş uzaklaşan kalabalık ve arkalarında sürükledikleri
Gitgide azalarak kaybolan ayak sesleri
Koca bir hayatın son bestesi
Kulakları yırtan acı kürek sesleri

En sevdiklerimiz taşıyor beden denen son yükümüzü elleriyle
Ve elleriyle indiriyorlar bizi topraktan evlerimize.
Soğuk, karanlık, gece.
Artık dönüş yok, kimse duymaz sesimizi feryat etsek de

Meğer son akşam yemeğiymiş sevdiklerimizle yediğimiz
Şıkırtılı bir heyecanla servis edilen son çayımızmış
Şimdi bir tabak eksik sofrada
Ve bir yudumluk çay kalmış soğuk bardakta

Nerden bilirdik evden çıkarken sevdiklerimizle son kez bakıştığımızı
Halbuki o kadar alışmıştık ki, hiç bitmeyecek gibiydi
Öylesine kök salmıştık ki dünya toprağına hiç sökülmeyecek gibi
İşte bir Peygamber (s.a.v.) tavsiyesi:
’Lezzetleri yok edeni (yani ölümü) çokça hatırlayınız.’1

Ölümü hatırda tutsak, unutmasak yapar mıydık bunca hataları
Bilsek son günümüz, son anımız olduğunu
Namazı bir başka kılardık, haramdan bir başka kaçardık
Ve kul hakkı hususunda kılı kırk yarardık

’Ölümü uyuduğun zaman yastık edin. Kalktığın zaman ise onu (göz) önünde tut.’2 der mübârek Üveys el-Karanî (k.s.)
Bu kadar yakın bize, her gece uyku ile ölüp, uyanmak ile dirilmekte mi hatırlatmaz bize ölümü.

Hepimizin bir günü var işte
Binip gideceğiz asıl yurdumuza bir gemi ile

* * *

Dün sorsalar, bugün için ’yarın’ derdik. 24 saatten oluşan bir gün, hem ’dün’, hem ’bugün’, hem ’yarın’ olabiliyor. Kaygan bir zemin gibi zaman, akarsu gibi sabit değil. Bebek doğuyor insan, sonra çocuk oluyor bir zaman. Büyüyor, serpiliyor, genç oluyor gel zaman git zaman. Yolun yarısına varıyor ardından, hani ’orta yaş’ dedikleri ve yaşlanıyor yavaş yavaş, ihtiyar oluyor gayri ihtiyari. Bir beden kaç kişiyi taşıyor? Çocuk olan mı ben, genç olan mı, yaşlı olan ben mi benim yoksa, ben kimim? Hangisi gerçek benim? Asıl olan dünya ise, neden sabit bir yaşta, değişmez bir halde değilim?
Tam da bitmeyecek gibiyken hayat, ahiret gibi idrak edip dört elle sarılmışken, ölüm toplu hasadını yapıyor ömür tarlasının. Açıyor gafletten gözleri hakikat nazarı ile, biraz da bu sebeple gözlerimiz açık gidiyoruz belki de. Ölüm geliyor ve selin kumu sürüp götürdüğü gibi çekip alıyor dünyadan maskeli bedenleri. Bir masal gibi hayat, ’bir varmış, bir yokmuş’ dedikleri, hem var hem yok gibi. Hakikat değil, asıl değil, hayat kılığına girmiş bir ölüm, hayat değil.
Asıl var olan, varlığı kendinden olan Yaratan.
Gerçekliğin içinde bir gerçek olur, ölümsüz bir hayat bulur Yaratan’a uyan.
Dünya yalan.
Yalan olur dünyaya dalan.
Uyan ey gözlerim, gafletten uyan.

* * *

Derviş isen ters bakma havada uçan kuşa bile
Ah ederse yandığının resmidir bilesin
Destur çek ayağını taşa basarken bile
Yaratan’ın hatırı var yaratılan her şeyde bilesin

Sözü az konuş çok dinleyen ol
Taş atsalar tut içinde, sakin göl gibi ol
Duymadın mı ’dikensiz gül olmaz’ derler
Gülü sever isen sen dikenine razı ol

Varsın deli desinler kâr zarar gütme işinde
Harama yer verme ekmeğinde aşında
Ölüm var bilmez misin gencine yaşlısına
Dünyada ettiğin ahirette çıkar karşına

* * *

Bazen ince bir ipin üstünde yürümek gibi yaşamak
Dengeyi iyi sağlamak gerek düşmemek için ve bunun için de iyi bir cambaz olmak
Biraz sır, biraz aşikar hayat
Her yeni günde, biraz aynı eylemlerin tekrarını yapıyoruz, biraz da sürprizlerle karşılaşıyoruz
Bu sürprizler hem olağan olmalı bizim için, hem armağan
Mutlaka bir şeyler katarlar bize bu arada,
Tam kararınca hem de ne eksik ne fazladan
Bilinen bir gerçektir ki, bir gün her şey bitecek
Yeni bir hayat için tebdil-i kıyafet ile hayat kılığına girmiş ölümler, sonsuza değin ölecek ve sonsuz bir hayat var bizi bekleyen, hiç ölmemek üzere bizi diriltecek

* * *

Hay ve Kayyûm olan Rabbûlalemin’in sıfatları insanoğluna her an tecelli ediyor. Her an tecellisiyle yaşam faaliyetimizi sürdürüyoruz. Her gün bizi uyku ile öldürüp diriltiyor, ruh uyuduğumuzda bedenlerimizden ayrılıyor, uyandığımızda tekrar bedenlerimize girdiriliyor.
Uyku ile belki ölümü prova ediyoruz. Her gün kısmen ölüp diriliyor, bir nevi ölüme hazırlanıyor ve asıl varlığımızdan, ait olduğumuz yerden kopmamış oluyoruz. Hayatla ölüm arasında bir yerde, dünya ile ahiret arasına kurulmuş bir sırat üzerinde yürüyoruz sanki.

’Nedir bu ellere ayak
Nedir bu dillere dudak
Aç gözünü ibretle bak
Alem bir temaşagâh imiş’
Aziz Mahmud Hüdai

Meğer bir temaşagâh imiş alem. Meğer gam ve kederi gidermek için gelmişiz âleme.
Biz sandık ki, hiç bitmeyecek, biz sandık ki asıl yurttur dünya. Meğer cennetin yerine koymuşuz dünyayı.
Ya umudumuz yok cennetten yana, ya haberimiz.
Ya da hüsnü zan ile düşünecek olursak gaflet içindeyiz.
Cennet sandık da ondan bunca sahiplendik, ondan ev sahibi gibi yerleştik kiracı olduğumuz yere, hiç gitmeyecek gibi.
Tek gayemiz oldu, dört elle sarıldık.
Azıcık bir dünyalık karşılığında ebedi alemi sattık.
Yahut cennet ile dünyayı karıştırdık.
Yoksa ölümü unutmazdık, ölümsüzlük iksirini bulmuş gibi bu kadar rahat olmazdık.
Ya silindi hatırımızdan ölüm, ya ölümsüz olduğumuzu sandık, kendimizi kandırdık.
Yüce Yaratan nasıl da denge içinde yaratmış her şeyi, nasıl tamamlıyor her şey birbirini.
El ile ayak, ortak dil ile dudak.
Göz ile kapak birlikte mesai yapıyor, aynı telden çalmıyor mu kaş ile kirpik hele bir bak.
Nefes dile vuruyor, ses oluyor, ses ağızdan çıkar çıkmaz kulak tutuyor.
Oradan beyne gidip algı oluyor, algı ele ayağa değiyor, eylem oluyor.
Velhasıl nasıl bir fabrika kurmuşsa Yaratan, her şey tıkır tıkır işliyor.
Ya sevap çıkıyor ortaya bu fabrikadan üretim olarak, ya günah çıkıyor.
Aklı olan bu alemde güzellikleri aklı ile görür sahibine kul olur.
Aklı olmayan güzellikleri gözü ile görür, sahibinden gafil olur.
Daha güzeli var dünyadakinden, dünyadakiler okyanusta damla mahiyetinden.
Otobüs ile giderken gördüğün manzara bura, otobüsün götüreceği yeri görmeden verme mola.
Sonra pişman olursun ne ettim diye, dönmek istesen bile dönemezsin geriye.

* * *

Yuvarlanıyor düşüncelerim
Akıl uçurumuna
Kalbime tutunuyorum
Nefesim soğuyor
Üşüyorum
Hayat, sonunu bilmediğin bir kitap
Kaç kişi okudu kim bilir daha önce
Anlatmadı hiç kimse
Karakterler başka
Yer aynı
Biri düşerken biri kalkıyor
Biri gülerken biri ağlıyor
Sonra birden roller değişiyor
Anlayamıyorsun
Belki anlaman da gerekmiyor
Oradan oraya
Bir kovalamacadır sürüyor
Düğün ve cenaze
Birinde yas var birinde eğlence
Aynı gün belki aynı saatte
Ne garip hayat
Ne çözülmez bilmece
Bize yaşamak düşüyor
Yaşayıp görmek sadece

Yuvarlanıyor düşüncelerim
Akıl uçurumuna
Kalbime tutunuyorum
Nefesim soğuyor
Üşüyorum
Belki bir tekrar bu
Ölümü prova ediyorum

* * *

Cenâb-ı Hak ölümü hatırlayabilmeyi ve ayık olabilmeyi nasip etsin!
Ömrün de ölümün de hayırlısını nasip etsin!
Kur’an ve Sünnet’in rehberliğinde yaşayıp ölmeyi nasip etsin!




(Endnotes)
1 Nesâî, Cenâiz, 3.
2 İbn-i Asâkir, Târîhu Medineti Dımeşk, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1997, h.no:840, c. IX, s. 448.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.