Özlenen Rehber Dergisi

161.Sayı

Nurlu Hatıralar - 161.Sayı

Osman YURTÇU Özlenen Rehber Dergisi 161. Sayı
Yemek Yedirme Ahlakı
Efendi hazretlerinin güzel hasletlerinden biri de herkese yemek yedirmekti. O, şu hadisi kendine düstur edinmişti:
Abdullah b. Amr (r.a.)’den rivayet edildiğine göre; bir adam Nebi (s.a.v.)’e: ’İslâm’ın hangi (haslet)i daha hayırlıdır?’ (diye) sordu. (Rasûlullah) (s.a.v.): ’Yemek yedirirsin ve tanıdığın tanımadığın (herkes)e selam verirsin.’ buyurdu.1
Efendi hazretleri şehir dışından gelen herkese yemek yedirirdi. Gelen misafirin önce mutlaka yemek işi ile ilgilenirdi, sohbet yapacaksa mutlaka yemekten sonra olurdu. Şehir içinden gelenler ise; eğer vakit, yemek vakti ise hep beraber yemeğe oturulurdu. Misafir evinde yemiş gelmişse müstesna, fakat yine de sofraya davet edilirdi.
Yemekler Efendi hazretlerinin evinde, terasta veya mescitte yenirdi.
Yemekler yerde, temiz sofralar üzerinde yenirdi. Zira sünnet-i seniyye bu şekildedir. Nitekim Katâde’nin Enes (r.a.)’den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: ’Nebi (s.a.v.)’in asla ’sükürruce/küçük tabak’ üzerinde (yemek) yediğini bilmiyorum. Onun için ’murakkak/hâlis buğday unundan yufka ekmek’ asla yapılmamıştır. Ve ’hıvân/yüksek yemek masası’ üzerinde (yemek) yememiştir.’ Katâde’ye: ’Öyleyse ne üzerinde (yemek) yerlerdi?’ denildi. (Katâde): ’Yer sofraları üzerinde’ dedi.2
Efendi hazretleri sofra düzülürken tertip ve düzene son derece ehemmiyet gösterirdi. Ekmek parçaları elle bölünür, sofraya 3, 5 gibi tek sayıda konurdu. Burada da Peygamberimiz (s.a.v.)’in: ’Muhakkak ki Allah tektir, teki sever.’3 buyruğunu tatbik ederdi.
Sofrada israf olacağından çok çeşit olmasından hoşlanmazdı. Sofraya otururken yerleşerek oturmaz, bir ayağını dikerek veya diz üstü otururdu.
Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyuruyor: ’Dayanarak (yemek) yemem!’4
Abdullah b. Büsr (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Nebi (s.a.v.)’in, kendisine ’el-Ğarrâ’ denilen bir yemek kabı vardı ki onu dört adam taşırdı. (Kurban bayramı) sabahına erip de (bayram) namazını kıldıklarında bu kap getirildi. -İçine tirit konduğunu kastediyor- (İnsanlar) hemen onun etrafında toplandı. Ne zaman ki (insanlar) çoğaldılar, Rasûlullah (s.a.v.) (dizleri üzere) çöktü (ve oturdu). Bunun üzerine bir bedevi (bu oturuşu küçümseyerek): ’Bu oturuş nedir?’ dedi. Nebi (s.a.v.): ’Muhakkak ki Allah, beni mütevazı, cömert, (şerefli) bir kul kıldı. Kibirli, inatçı zalim kılmadı.’ buyurdu. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’(Yemek kabının) kenarlarından yiyin, ortasın(dan yemey)i terk edin ki onda (sizin için) bereket ihsan edilsin.’5
Yemek yerken hiçbir ekmek ya da yemek kırıntısı sofrada ve yerde bırakılmazdı. Nitekim bir hadiste şöyle buyrulur:
’Birinizin lokması (yere) düştüğü zaman hemen onu alsın, onda bulunan (toz, toprak vb.) bulaşığı gidersin ve onu yesin, onu şeytana bırakmasın! Parmaklarını yalayıncaya kadar elini mendille silmesin. Zira o (kişi), bereketin, yemeğinin hangisi (parçası)nda olduğunu bilmez.’6
Tabaklarda yemek bulaşığı ve artığı bırakılmaz, güzelce sünnetlenirdi. Nitekim Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
’Her kim, bir çanakta (yemek) yer, sonra da onu yalarsa, çanak onun için istiğfar eder (günahlarının bağışlanmasını diler).’7
Yemekten önce ve sonra eller mutlaka yıkanır, yemeğe besmele ve tuzla başlanır, tuzla bitirilirdi. Yemeğin sonuna doğru yemek duası yapılırdı.
Yemeğe ilk defa gelenler bu sünnetleri dikkatle fark ederdi, bilhassa dökülen yemeklerin ve kırıntıların hemen yenip temizlenmesi çok dikkat çekerdi. Şayet yeni gelen kimseler gafletle önlerine dökülen yemek ve ekmek kırıntılarını yemezlerse, Efendi hazretleri ’kızım sana söylüyorum gelinim sen anla’ kabilinden olgun müritleri: ’Önündeki yemek ve ekmek kırıntılarını niye güzel temizlemiyorsun, sana şu kadar salavat cezası.’ diyerek ikaz eder, o gaflette olan yeni misafirler de kendine bir pay çıkararak önündeki kırıntıları temizler böylece en güzel tebliğ yapmış olurdu.
Mübarek gecelerde gelecek olan misafirlere yemek evde hazırlanırdı. Bazen nadiren pideciden pide getirtilirdi. Hiçbir misafir aç kalmazdı. Mutlaka yemek yerdi. Bu gecelerde geç giden ve yolu uzun olan yolculara giderken de yemek yedirilirdi. Çay ikramları devamlı idi. Uzağa gidecek olan misafirler bazen termoslarını getirir onları doldururduk.
Efendi hazretleri, mescitte kalan talebelerle ister mescitte, evde veya ister terasta olsun yemekleri devamlı beraber yerdi. Beraber yenilemeyeceği zaman ise mescidin mutfağına bakar ve: ’Yemeğiniz var mı, evden göndereyim mi?’ diyerek ilgilenirdi. Şayet yemek yoksa evden gönderirdi. Bu durum benim çok dikkatimi çekerdi. Zira talebeler, kendileri pişirebilirlerdi. İmkan vardı, yapılırdı. Fakat yine de sanki uzaktan misafir gelmiş gibi onlarla ilgilenirdi.
Hulasa Efendi hazretlerinin yemek yedirme hasletini benim tarif etmem imkansızdır. Cenâb-ı Hakk’ın çok dostları vardır, hepsi cömerttir, ama efendi hazretlerindeki bu meziyet hususi bir şeydi.
Efendi hazretlerinin yemek yedirmedeki düsturu; yemeğin kendi alın teri ve kazancından olması, kendi evinde pişirilip hizmet edilmesi ve canı gönülden olmasıdır. Yani yemekler dernek, vakıf gibi bir kuruluştan gelmiyordu, yemekleri bir aşçı pişirip hizmeti görevliler görüyor değildi.
Efendi hazretleri, evinden yemekler gelirken kendisi de taşır, hizmet eder ve her sofrada ekmek, yemek gibi biten veya eksik kalan şeylerle devamlı ilgilenirdi. ’Misafirlere yemek yedirmenin Cenâb-ı Hakk’ın emri olduğunu’ öğütlerdi.
Mübarek gecelerde cemaat çok kalabalık olurdu. Yaz günlerinde yemekler mescidin üst katında bulunan evlerde ve terasta yenirdi. Sayı tam kesin değil ama; 3 evde 50 şerden 150 kişi, terasta da 100 kişi bir oturuşta yemek yerdi. Hanım misafirler Efendi hazretlerinin evinde yerdi. Sonradan gelenler de Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin evinde yerdi.
Malzemeyi toptan Efendi hazretleri alır, kendi eviyle terasta ikram edilen yemek kendi evinde pişer, diğer iki evdeki misafirlere de her ev kendisi pişirirdi. Zira o zamanki ocak ve mutfak malzemeleriyle çok kalabalık misafirlere bir evde pişirmek mümkün olmuyordu.
Misafirlere sabah kahvaltısı verilecekse mescitte verilirdi. Bazen 20-30 kişi olurdu. Bazı Pazar günleri Kırıkkale’den sabah namazına gelen çok olur, 90 kişiye kadar mescitte kahvaltı verdiğimiz olurdu. Bazı zamanlar 2-3 arabayla sabah namazına gelirlerdi. Gece ne zaman geldiklerini bilmiyorum. Sabah ezanında mescidi açınca içeri girerlerdi. Bazen namazdan sonra veya sohbetten sonra geç de olsa işlerine giderlerdi.

(Endnotes)
1 Buhârî, İsti’zân, 9.
2 Buhârî, Et’ime, 8.
3 Müslim, Zikr-Dua-Tevbe-İstiğfâr, 2.
4 Buhârî, Et’ime, 13.
5 Ebû Dâvûd, Et’ıme, 18.
6 Müslim, Eşribe, 18.
7 Tirmizî, Et’ıme, 11.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.