Özlenen Rehber Dergisi

152.Sayı

Ahmed Er-rufâî ve Rufâiyye Yolu - 1.bölüm

Yakup YÜKSEL Özlenen Rehber Dergisi 152. Sayı
I- GİRİŞ:
Tasavvuf hareketinin toplum hayatındaki yeri ve öneminden bahsederken hiç şüphesiz Rufâîyye
1 Yolu’ndan söz etmeden geçilemeyecektir. Zira günümüzde dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi özellikle Anadolu için söz etmek gerekirse Sivas, Çorum, Ankara, Şanlıurfa dolaylarında oldukça yaygın olduğu bilinmektedir. Tarikatının geniş bir alana yayılmasında Ahmed er-Rufâî Hazretleri’nin nesebinin Hz. Peygamber (s.a.v.)’e dayandığının bilinmesi önemli bir yer arz etmektedir.

II- AİLESİ, DOĞUMU, ÇOCUKLUĞU ve ŞEMAİLİ:
Rufâî Tarikatı’nın kurucusu, piri, büyük mutasavvıf Seyyid Ahmed er-Rufâî (k.s.) 512-578/118-1182 yılları arasında yaşamıştır. Tam adı Ahmed b. Ali el-Mekkî b. Yahya er-Rufâî’dir. Neseb-i Hz. Hüseyin (r.a.) efendimize kadar ulaşır. Onun seyyid olduğu hakkında bütün kaynaklar birleşir. Altıncı İmam Musa Kazım (rh.a.)’ın oğlu İbrahim el-Murtaza (rh.a.)’in neslindendir. Dedelerinden Hasan el-Mekkî (rh.a.), Karmatiler’in sebep olduğu hadiselerden sonra Hicaz’dan İspanya’ya hicret etmiş ve İşbiliyye’ye yerleşmiştir (317/929). Bu zatın torunlarından Seyyid Yahya (rh.a.) ise ailesiyle birlikte tekrar Hicaz’a dönmüş (450/1058) ve seyyidlerden olduğu bizzat kayıt altına alınmıştır. Yine bu zat daha sonra Basra ve Bataih bölgesine gelerek burada iskân etmiştir.
Seyyid Ahmed er-Rufâî’nin babası Seyyid Ali, Seyyid Yahya’nın oğludur. Annesi ise Ebû Eyyûb el-Ensârî (Halid b. Zeyd) (r.a.)’in torunlarından Fatıma el-Ensârî’dir. Ahmed er-Rufâî, Bağdat ve Basra arasında ’bataklık yerler’ demek olan Batâih bölgesinde, Ümmü Abîde (veya Ubeyde) köyünde doğdu. Doğum tarihi bazı yazarlar tarafından 500 olarak verilse de ilk kaynaklar 512 senesi üzerinde birleşirler.2
Ahmed er-Rufâî hazretlerinin dayısı, büyük alim Mensur Betaihî (rh.a.) onun doğumunu söyle anlatır: ’Bir gün manevî alemde Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) gördüm. Bana, ’Ey Mensur! Kız kardeşin kırk gün sonra Ahmet isminde bir çocuk dünyaya getirecek. Bu çocuğu, Ali el-Vâsıtî’nin (rh.a.) terbiyesine teslim et. Bu zat, Allah indinde azizdir, sakın ihmal etmeyiniz.’ buyurdular. Tam kırk gün sonra Ahmet dünyaya teşrif etmiştir.’
Seyyid Ahmet er-Rufâî (rh.a.); orta boylu, nur yüzlü ve buğday benizli idi. Saçları siyah, sakalı seyrek, alnı açık ve geniş idi. Gözlerine sürme çeker, devamlı tebessüm eder halde bulunurdu.

III- TAHSİLİ ve HOCALARI:
Seyyid Ahmed-er Rufâî Hazretleri, yedi yaşına kadar babası Seyyid Ali’nin nezdinde kaldı. Yedi yaşında iken babası vefat edince, devrin büyük mutasavvıflarından olan dayısı ve şeyhi Mansur el-Betaihî, annesi ve kardeşleri ile birlikte onu himayesine aldı. Küçük yaşta hafızlığını tamamladıktan sonra Peygamber Efendimiz’in manevî işareti üzerine dinî ilimlerini tahsil için Şeyh Ali Ebû’l-Fadl el-Vâsıtî’ye teslim edildi. Şeyh Aliyy’ül-Vâsıtî Hazretleri Peygamber Efendimizin manevî emrine imtisalen Ahmed er-Rufâî’nin tahsil ve terbiyesinde büyük bir dikkat ve titizlikle hareket ederek son derece ihtimam ve gayret gösterdi. Ahmed er-Rufâî, aklî ve naklî ilimlerde çok üstün bir gayret ve başarıyla büyük bir ilim kariyerine sahip oldu. Şafiî mezhebinde hakiki bir fıkıhçı, hadis, tefsir âlimi ve hakiki bir mutasavvıftı.
Ayrıca çok mükemmel bir hatipti de... Öyle güzel konuşurdu ki, kalpleri harekete geçirir, sohbetine doyum olmazdı. Hatta bir keresinde cemaate vaaz-u nasihat ediyordu. Cemaatte bulunan âlimlerin Ahmet er-Rufâî Hazretlerine çok fazla soru sorduğunu gören Ebû Zekeriyya (rh.a.) onlara müdahale etti. Bunun üzerine Ahmet er-Rufâî (rh.a.) tebessüm edip, ’Ey Ebû Zekeriyya! Bu dünya fanidir. Bırakınız ben hayatta iken sorsunlar.’ buyurdular. ’Bu dünya fanidir’ buyurduğunda, cemaat fevkalade heyecana kapıldı, içlerinden beş kişi orada vefat etti. Orada hazır bulunanlar içinden, ibadetlerini tam olarak yapamayan binlerce kişi tövbe edip doğru yola geldi. Ahmed er-Rufâî, Şeyh Aliyyü’l-Vâsıtî (k.s.)’dan hem icazet aldı, hem de hırka giydi. Vâsıtî onun icin: ’Herkes üstadıyla, ben ise talebem Rufâî ile iftihar ederim.’ demiştir.
Ahmed er-Rufâî, Şeyh Aliyyü’l-Vâsıtî (k.s.)’nun vefatından sonra dayısı Mansur el-Betâihî’nin terbiye ve irşat halkasına girdi. 27 yaşına kadar dayısından tasavvuf dersleri alarak çok kısa zamanda seyr-i sulükunü tamamladı. Daha sonra dayısı ona ’Şeyhu’ş-şuyûh’ unvanı ile birlikte halifelik vererek kendisine bağlı bütün tekkelerin şeyhliğini verdi. Dayısının vefatı üzerine bu yaşta posta oturdu. Kuddise Sirruhu, bütün tekkelerin şeyhliğine getirilince, onu çekemeyenler, iftira atanlar eksik olmadı.
Görüldüğü üzere Seyyid Ahmed er-Rufâî Hazretleri’nin tasavvuf yoluna girişi dayısı Mansur el-Betâihî vasıtasıyladır. Ancak onun asıl mürşidi Aliyyü’l-Vâsıtî el-Kuraşî Hazretleridir. Dayısının vefatından sonra onun dergâhında post-nişin3 olmuştur. Kısa zamanda müritlerinin sayısı çoğalmış ve şöhreti etrafa yayılmıştır. Bu durum Irak’taki bazı kimselerin kendisini kıskanmalarına, hakkında dedikodular çıkarmalarına ve çeşitli itham ve iftiralarda bulunmalarına sebep olmuştur. Neticede onu zikir meclislerinde erkek ve kadınları bir arada topladığı iddiasıyla Abbasi Halifesi el-Muktefî’ye şikâyet etmişlerdir. Halife de durumu öğrenmek için bir görevli göndermiş ve görevli zikir meclislerini gördükten sonra ’Eğer bu seyyid ve müritleri de sünnetten başka bir yol üzere iseler, yeryüzünde sünneti takip eden bir topluluk kalmamış demektir.’ diyerek durumu halifeye bildirmiştir. Bunun üzerine halife el-Muktefî, bir mektup yazarak Ahmed er-Rufâî’den özür dilemiştir.4

IV- ÇOCUKLARI ve NESLİ:
İlk eşi Hatice binti Ebî Bekir el-Vâsıt en-Neccâvî’den Fatıma ve Zeyneb adlı iki kızı olmuştur. Eşinin vefatından sonra evlendiği ikinci eşi Rabia’dan Salih isminde bir oğlu olmuş ve küçük yaşta vefat etmiştir. Nesli iki kızı ile devam etmiştir. Fatıma’dan İbrahim Azeb (609) ve Ahmed el-Ahdar (645) adlı Devrain’de meşhur olan iki Sûfî, Zeyneb’den ise ikisi kız, altısı erkek torunları olmuştur. Bunlardan İzzeddin Ahmed Sayyâd (574–670) Rufâîyye’nin Sayyâdiye kolunun kurucusu olup, Rufâî Tarikatının İslâm âlemine yayılmasında tesiri olmuştur.

V- SİLSİLESİ:
1- Yol:
Kerbela Şehidi İmam Hüseyin;
İmam Zeynel Abidin;
İmam Muhammed el-Bakır;
İmam Cafer es-Sadık;
İmam Musa el-Kâzım;
İmam İbrahim el-Mürteza;
es-Seyyid ikinci Musa;
es-Seyyid Ahmed;
es-Seyyid Hüseyin;
es-Seyyid el-Hasen;
es-Seyyid Muhammed Ebu’l-Kasım;
es-Seyyid el-Mehdi;
es-Seyyid Ebu’l-Mekarim el-Hasen;
es-Seyyid Ali;
es-Seyyid Ahmed;
es-Seyyid Hazım;
es-Seyyid Sabit;
es-Seyyid Yahya;
es-Seyyid Ebûl-Hasen Aliyyü’r-Rufâî;
es-Seyyid Ahmed er-Rufâî.

2. Yol:
Hz. Ali b. Ebû Talib
Hz. Hasan el-Basri
Hz. Habib-i Acemî
Hz. Davud et-Taî
Hz. Maruf el-Kerhî
Hz. Seriyü’s-Sekatî
Hz. Cüneyd-i Bağdadî
Hz. Ebû Bekir Şiblî
Hz. Ali el-Acemî
Hz. Ebû Aliyi Ruzbarî
Hz. Ebû Ali Gulam b. Türkan
Hz. Aliyyü’l-Kârî el-Vâsitî
Hz. Seyyid Ahmed er-Rufâî

VI- TASAVVUF ANLAYIŞI:
Ahmed er-Rufâî’nin bazen Betâihîyye, bazen Ahmediyye ama daha çok Rufâîyye diye anılan tarikatı, Kadirîlik ve Yesevîlik’ten sonra kurulan ilk tarikat sayılmaktadır.
Ahmed er-Rufâî Hazretleri’nin tasavvuf ve tarikat anlayışı, Kitap ve Sünnet’e tabi olan bir anlayıştır. Onun ifadeleri içerisinde İslâm dini, zahir ve batını ile bir bütündür. Kalp cesetsiz olmaz. Kalbi olmayan bir ceset ise çürür. Tasavvuf ilmi, kalbin ıslahından ibarettir. Tarikat şeriat demektir. Hakikat, şeriata muhalefet etmez. Tasavvufun söz konusu ettiği tarikat, şeriatın bizatihi içinde taşıdığı mana ve hikmetlerdir. Tasavvuf, yün hırka ve taç giymek değildir.
Tasavvuf; hüzün hırkası, sıdk tacı, tevekkül elbisesine bürünmektedir. İnsanın kalbi haşyet, bedeni edep, nefsi, benliği yokluk ve dili de zikir örtüsü ile örtündüğü takdirde tasavvuf yolunda bulunmuştur. Mükemmel sofi her halinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’e tabi olan ve kulluk derecesini en yüksek derecede benimseyen kimsedir. Kul ancak Allah’tan gayri her şeyin kulluğundan kurtulduğu ve hürriyet makamına ulaştığı vakit, mükemmel bir kul olabilir.
Tasavvuf edeptir. Bu da Peygamber’in sünnetine tabi olmakla kazanılır. Derviş olmak için cemiyet hayatından uzaklaşmak gerekmez. Müritler, dünyevî meşguliyetlerini terk etmeksizin helâl ve harama dikkat ederek gafletten uzak kalmak suretiyle Hak yolunda ilerleyebilir. Bütün iş, kalbi temizlemek ve temiz tutmaktır. Kerametlere rağbet etme. Çünkü veliler bundan kaçınmışlardır. Allah’ın kapısından ayrılma. Kalbini Rasûlullah (s.a.v.)’e yönelt, şeyhin ve mürşidin vasıtalarıyla O’nun yüce kapısından yardım iste...
Karşılıksız, garazsız şeyhine hizmet et. Ona karşı son derece terbiyeli ve edepli ol. Gıyabında dahi onun şerefini koru. Kendini onun hizmetine ver, evinde hizmeti arttır. Huzurunda az konuş. Ona tazim ve vakarla bak. Ona sakın küçümseyici bakışlarla bakmayasın. Kardeşlerine öğüt ver, kalplerini kazanmaya çalış. İnsanların arasını bul. İnsanları Allah’a yöneltmeye bak. Sadakat ve ihlâsla dervişlerin yolundan gitmelerini sağla.
Kalbini zikir ile kalıbını da fikirle tamir edip güzelleştir. Gayen su üstünde yürümek, havada uçmak olmasın. Bunları balıklar ve kuşlar da yapıyor. Himmet kanatlarıyla sonsuzluklara uçabiliyor musun? Sen ona bak...
Ahmed er-Rufâî Hazretleri, kendisinin tevazu, zül, inkisar yoluyla matlubuna vasıl olduğunu, bunları tarikinde bir esas olarak tercih ve tespit ettiğini söylemektedir.

VII- TARİKATTAKİ MERTEBESİ:
Ahmed er-Rufâi Hazretleri, Hicri 555 senesinde hacca gitmiştir. Hac dönüşü Medine’de Ravza-i Mutahhara’yı ziyaret etmiştir. Peygamber Efendimizin kabri önünde şu nidada bulunmuştur. ’Esselâmü aleykum yâ Ceddî!’ Peygamber Efendimizin kabrinden: ’Aleykum selam yâ veledî’ cevabı duyulmuştur. O sırada orada bulunan bütün ziyaretçiler bu sesi işitmişlerdir. Bunun üzerine vecde gelen Seyyid Ahmed er-Rufâî Hazretleri, titreyerek diz çöküp şunları söylemiştir.
Fî hâleti’l-bu’di rûhî kuntu ursiluhâ
Tukabbilu’l-arda annî ve hiye nâibetî
Ve hâzihî devletu’l-eşbâhi kad hadarat
Femdut yemîneke key tahzâ bihâ şefetî
’Uzakta iken ruhumu gönderiyordum.
Bana, vekâleten toprağını öpüyordu
Şimdi ise huzurundayım
Şu mübarek elini uzatıver de dudaklarım onunla haz duysun!’
Peygamber Efendimiz’in kabrinden nuranî eli dışarıya uzanmış ve bütün ziyaretçilerin gözleri önünde o, bu eli öpmüştür. Bu hadise (burhan) bir tevatür derecesinde hacılar arasında yayılmış, bütün İslâm ülkelerinde duyulmuştur. Şahitler arasında devrin tanınmış sofileri de vardır.5 Seyyid er-Rufâî (k.s.) mübarek başını Ravza-i Mutahhara’nın eşiğine koyarak: ’Bu mukaddes eşiğe yüzümü koyuyorum, beni çiğneye çiğneye geçiniz.’ Bunun üzerine âlimler, arifler başka kapılardan çıkmışlar, müridân kendinden geçmiş ve bazı harikalar gerçekleşmiştir. Bu vakıa o kadar doğrudur ki, birçok ulemanın şu şekilde bir fetva vermesine sebep teşkil etmiştir:
’Her kim bu kerameti inkâr ederse delalete düşer ve sapar.’
Bu vakıa aynı zamanda dönemin tasavvuf akımları arasında büyük dalgalanmalara yol açtı. Bu olay üzerine pek çok şeyh dergâhını kapatıp Ahmed er-Rufâî’ye mürit olarak geldi. Seyyid ile aynı yıllarda yaşamış Gavsu’l-A’zam Abdulkadir Geylanî (k.s.), onun evliya üzerine huccet-i ilahî olduğunu söyledi. Ahmed er-Rufâî’nin haline nigahban olan Abdulkadir Geylanî hazretleri onu en güzel şekilde tarif etmiş ve Seyyid Ahmed er-Rufâî Hazretleri için: ’Sahabe-i Kiram, müçtehidînden maada (başka) evliya tabakasından hiç kimse Ahmed er-Rufâî Hazretlerinin makamına vasıl olamamıştır.’ demiştir.
Hicrî 560 yılında Abbasî halifesi olan el-Müstencid, kendisini Bağdat’a davetinde karşılamak üzere oğlunu vazifelendirmiştir. Sarayda davetliler arasında devrin ileri gelen Şeyhleri- mutasavvıfları da hazır bulundular. Her biri sırayla sohbet etmiştir. Söz sırası Ahmed er-Rufâî hazretlerine gelince O da bir konuşma yapmış Halife el-Müstencid, Ahmed er-Rufâî’nin sohbetini ağlayarak dinlemiştir. Daha sonra Seyyid Ahmed er-Rufâî, babasının Bağdat’taki türbesi civarında zikir meclisi tertip ederek, halife de bizzat bu mecliste bulunmuştur. Kaynaklarda Rufâî hazretlerinin, ikinci bir defa daha hacca gittiği, Arafat’ta Hızır (a.s.) ile karşılaştığı ve Hızır’ın kendisine tac ve hırka giydirdiği ifade edilmektedir.


(Endnotes)
1 Bu yola ’Rifâiyye’ denilmiştir. Fakat halk arasında ’Rufâiyye’ olarak meşhur olmuştur.
2 Bibliyografya ve ayrıntılı bilgi için bkz. İmam Şârânî, et-Tabekâtü’l-Kübrâ; İslam Ansiklopedisi, Ahmed er-Rufai, c.2, s127, Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s.439.
3 Şeyh öldüğünde onun yerine oturana denir. Bkz. Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.422.
4 Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s.440.
5 Bu hadiseye Abdulkadir Geylanî (k.s.), Cenâb Zağferânî, Şeyh Adiyy b. Musâfir, Şeyh Aliyyu’l-Heytî b. Kays, Şeyh Ali b. Umeys, Şeyh Ali Taberî şahit olmuştur, denilmektedir.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.