Özlenen Rehber Dergisi

155.Sayı

Rasûlullah (s.a.v.)'in Geçim Durumu

Ömer GÜRBÜZ Özlenen Rehber Dergisi 155. Sayı
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Risalet Öncesi Geçim Durumu

1. Çobanlığı
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in çobanlık yaptığını bizatihi kendisinden yani onun hadislerinden öğrenmiş bulunmaktayız. Buhârî, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in çobanlık yaptığına dair Sahîh’inde şöyle bir rivayet vermiştir:
Rasûlullah; ’Allah’ın gönderdiği her peygamber mutlaka koyun gütmüştür.’ buyurdu da Ashap O’na; ’Sen de mi (yâ Rasûlallah)?’ diye sordular. O da; ’Evet, Mekke halkı için karârît1 üzerine (koyun) güdüyordum.’ diye cevap verdi.’2
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in çobanlık yaptığına dair diğer bir rivayet ise İbn-i Sa’d’da geçmektedir:
’Bazı kimseler çobanların daha iyi bildiği arâk ağacının meyvesi ile Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanına gelmişler ve Hz. Peygamber de onlara ’Dikenli arâk ağacının meyvesini esmerleştikten sonra toplayınız; ben çobanlık yaparken bunlardan toplar yerdim.’3 diye buyurmuşlardır.’
Hz. Peygamber, bu rivayetlerden de anlaşılacağı gibi ilk ücretli işine çobanlık yaparak başlamıştır. Çobanlık her ne kadar O’nun hayatının küçük bir kısmını kapsıyor olsa da O bu suretle hem iş hayatına adım atmış oldu, hem de amcasının bütçesine ufak da olsa bir yardımda bulunmuştu. Belki de amcasının sırtından kendi yükünü azaltmak istiyordu. Ayrıca çobanlığın Hz. Peygamber’e neler kazandırdığı sadedinde İbn-i Hacer şunları söylemiştir:
’Çobanlık olayı O’na idare ve nübüvvet vazifesi konusunda bir alışma sağlamıştır. Çünkü hayvanlarla bir arada bulunma, O’na hilm ve şefkat kazandırmıştır. Koyunları idare etmesi, merada dağıldıkları zaman toplaması, bir otlaktan diğerine taşıması, yırtıcı hayvanlar ve hırsızlar gibi düşmanlara karşı müdafaa etmesi, az çok değişik olmakla birlikte tabiatlarının farklılığını bilmesi, merhamete muhtaç olduklarını anlaması O’na bütün bunlardan ümmetine gelecek eziyetlere karşı sabretme alışkanlığı kazandırmış, insanların tabiatlarının değişik ve akıllarının birbirinden farklı olduğunu anlamış, böylece onların bozulan yönlerini tamir etmiş, zaaflarına karşı merhamet etmiş, onlarla güzel anlaşıp bunun meşakkatine katlanmıştır. O’nun hayvanları idare etmesi, O’na bu hususta tedrici bir tecrübe kazandırmıştır. Yine koyun, diğer hayvanlardan daha munis, fıtraten daha zayıf ve meradaki hayatı itibariyle deve ve sığırdan daha ziyade dağılmaya meyyaldir. Deve ve sığır bağlanılabilirken, koyun için böyle bir şey düşünülemez. Diğer taraftan koyunlar dağınık yaşamaya meyyalken, diğer hayvanlardan daha çabuk teslim olur itaat ederler.’4
Fakat Hz. Peygamber çobanlık yapmakla yetinmemiş olup ’hep ileriye’ diyerek zamanının en revaçta olan mesleğine yani ticarete atılmıştır.

2. Ticaret Hayatı
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in risalet gelmeden önce Mekke hayatındaki en önemli geçim kaynağı olarak ticareti söylersek abartmış olmayız. Çünkü ileride de göreceğimiz gibi O (s.a.v.), yaptığı ortaklıklar ve düzenlediği ticarî kervanlar açısından çok önemli işler yapmış ve Mekke’deki hayatını bu şekilde idame ettirmeye çalışmıştır.

2.1. Ticarî Seferleri
Kaynaklarda Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ortaklık kurmadan sefere çıktığına dair bilgiler bulunmaktadır. Örneğin; Bahreyn seferi bunlardan biridir.
Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde geçen bir rivayete göre Mekke’nin fethinden sonra gelen heyetlerden birisi de Abdu’l-Kays kabilesinin heyetiydi. Hz. Peygamber bu heyet ile görüşmesinde liderleri el-Eşecc’e değişik kasabalar ve durumları hakkında sorular sordu. Orada bulunan Safa ve önemli panayırlardan olan Muşakkar ile Hecer ve bazı yerleşim yerlerinden bahsetti. Ülkeleri hakkında bu kadar geniş bilgiye sahip olmasına şaşıran Abdu’l-Kays heyetine hitaben, ülkelerinin topraklarını ayaklarıyla çiğnediğini, yani oraya sık sık seyahat yaptığını ve onların misafirperverliklerini gördüğünü ifade etti.5
Ayrıca Sîret Ansiklopedisinde de, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in on sekiz-yirmi beş yaşları arasında ticarî işlerini düzene koymak üzere ticarî amaçla kesinlikle ve bir kaç defa Bahreyn’e gittiğine dikkat çekilmektedir.6

2.2 Ticarî ortaklıkları
’Kervan ticareti ile ilgili olarak, tarihçiler yüzde yüzlük bir kardan söz etmekle birlikte, bu meslekte küçük sermayenin büyük bir değeri yoktu. Üstelik bu mesleğin bazı sakıncaları da vardı: Eşkıyalarca soyulma tehlikesi bir yana, uzun seyahatlerin yorgunluğuyla kimi kez yük develeri yolda ölüp gidiyorlardı. Çalıştırılan işçilerin ve hayvanların gıda masrafları, yurt içinde yapılana göre yolculuk sırasında daha yüksek oluyordu. Ayrıca korumalar, gümrük vs. ve öngörülmeyen daha birçok masraf için ödeme yapmak gerekiyordu. Bu yüzden genellikle birçok tüccar birlikte seyahat eder ve her biri, sefere çıkmak istemeyen ama işlerini bir başka arkadaşına emanet edenlerin mallarını da kendi kervanlarıyla birlikte götürürdü. Bu durumda, elde edilen kar paylaşılırdı.’7
Kaynaklar Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Mekke döneminde Mahzum kabilesinden Kays İbni’s-Sâib ile ticarî ortaklık kurduğundan bahseder. Eski iki ortak Mekke’nin fethinde karşılaştıklarında birbirlerinin iyi huylarını ve uyum içinde bir ortaklıkları olduğunu eski bir hatıra olarak anlatırlar; hiç kavga etmediklerinden, birbirlerine hiç ters düşmediklerinden, mürailik yapmadıklarından söz ettiklerinden bahseder. Ayrıca Kays, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ticarî kişiliğini ve ahlakını şöyle belirtiyor:
’Kendisi seyahate çıkarken O’na bir şey emanet etmişsem, benim tamamen hoşuma gidecek bir biçimde hesap görmeden kendi evine gitmezdi. Aksine, ben yolculuğuma çıktığımda bana bir iş buyurursa, döndüğümde bütün iş arkadaşları benden kendileriyle ilgili haberler sorarken, Rasûlullah (s.a.v.) sadece sağlığımı ve hatırımı sorardı.’8
Aynı şekilde, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Sâib b. Ali es-Sâib ve Talha b. Ubeydullah’ın kölesi Rabî’ b. Bedr ile ortaklık yaptığı da rivayet edilmektedir. Bu ortaklıklarda Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ticaret hesaplarını her zaman dürüst tuttuğu ve ortağı ile hiç bozuşmadığı ve onu aldatmadığı görülmektedir.9
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bir diğer ticarî ortağı Hz. Hatice (r.anha) annemiz idi. 10

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Risalet Sonrası Geçim Durumu
Dediler ki: ’Bu elçiye ne oluyor ki, yemek yemekte ve pazarlarda dolaşmaktadır.’11 demişti Mekkeli müşrikler.
Mekkeli müşriklerin yapmış oldukları ilk itirazlardan birisi de bu idi. Onlara göre Hz. Allah insan olan bir elçi gönder(e)mezdi. Çünkü şunu iyi biliyorlardı ki eğer Hz. Allah insan bir peygamber gönderse idi bu onların işine gelecek bir şey olmayacaktı. Onlar kendilerine göre bir kara düzen kurmuşlar ve bunu da hiç kimseye bırakma niyetinde değillerdi. Bu bağlamda şöyle bir şey söylemişlerdi:
’Ona kendisiyle birlikte uyarıcı olacak bir melek indirilmesi gerekmez miydi?’12
Ayrıca müşrikler şöyle demekte idiler:
’Ya da kendisine bir hazinenin bırakılması veya (ürünlerinden) yemekte olduğu bir bahçesi olması (gerekmez miydi?)’13
Bu şekilde itiraz ederek kendi kendilerine bir bahane üretmeye çalışmakta idiler. Bu itirazları eğer makul bulunsa idi böylece kurmuş oldukları düzene devam edecekler böylece de hilekarlar, düzenbazlar yaşadıkları toplumda rant elde etmeye devam edecektiler. Hz. Allah ise bu oyunu bildiği için onlara şöyle cevap vermiştir:
’Senden önce gönderdiklerimizden, gerçekten yemek yiyen ve pazarlarda gezen (elçi)lerden başkasını göndermiş değiliz. Biz kiminizi kimi için deneme yaptık.’14
Bütün bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber Risalet görevinden sonra da ailesinin geçimini temin etmeye çalışmış, gerektiğinde çarşı-pazara gitmiştir. Çünkü O peygamber olsa bile insandı ve sorumluluğu altında bulunan bir ailesi vardı ve bunların geçimini üstlenmek zorunda idi. Hatta bu ilahî vazifeyle birlikte Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hem zamansal olarak hem de maddi olarak bir uğraş içine girmesi gerekiyordu. Bu yüzden de Rasûlullah (s.a.v.) ailesinin geliri büyük ölçüde azalmış ve hatta bir süre tamamen kesintiye uğramıştır.15
Maalesef ki kaynaklar Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ailesini, hicrî 3. ve 4. yıllara kadar ne gibi gelir kaynaklarıyla geçindirdiği hususunda bir bilgi vermezler. Sadece peygamberliğinin altıncı yılında olan bir olay ile Haşim oğullarına yapılan boykottan bahsetmektedir.
Peygamberliğinin altıncı yılında olan olay şöyle idi:
Müşrikler bir defasında Utbe b. Rabîa ile bir defasında da bir heyet ile Hz. Peygamber (s.a.v.)’e şöyle bir teklifte bulundular; ’Eğer mal istiyorsan sana mal verelim, saltanat istiyorsan seni başkan yapalım yok eğer hasta isen sana en iyi doktorları bulalım.’16 Hz. Peygamber (s.a.v.) ise bunlara karşı sürekli dimdik durmuş ve ’Risaletin Hz. Allah tarafından verildiğini ve güneşi sağ eline verseler ayı da sol eline verseler bu davasından vazgeçmeyeceğini’ bildirmişti.17 Boykot ise tam bir sindirme harekâtı idi. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yapmış olduğu bu risalet görevinden vazgeçmeyeceğini gören müşrikler artık daha da sert tedbirler almaya başlamışlardı. Müşrikler Hz. Peygamber (s.a.v.)’i ve O’nun akrabalarını peygamberliğin yedinci yılında, Ebû Tâlib mahallesinde üç yıl sürecek, medenî ve ticarî ilişkileri askıya alacak bir biçimde muhasaraya aldı. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ailesi de bu muhasara içinde idi. Hz. Hatice (r.anhâ)’nın yeğeninin O’na bir erzak paketi göndermesi kanlı bir kavgaya bile yol açmıştı. Haram aylarda ise bu muhasaraya ara veriliyor ve bu sayede de biraz erzak temin etmek mümkün oluyordu. Hz. Peygamber ise bu aylarda ilahî vazifeyi öne alıyor ve erzak temin etmek yerine risaleti panayırlara gelen diğer kabilelere anlatıyordu.18 Bu girişimler sonucunda Hz. Peygamber Akabe mevkiinde Medineliler ile iki kere görüşmüş ve Medineliler Müslümanlığı kabul etmiş ve şehirlerini Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ve Muhacirlere açmışlardı.

1. Medine’ye Hicretten Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Geçim Durumu
Hz. Peygamber (s.a.v.) 622 yılında Medine’ye hicret ettiği zaman hiçbir mal varlığı yoktu. Kendisine gerek babasından ve gerek rahmetli eşi Hz. Hatice (r.anhâ)’den intikal etmiş olan evler Mekke’de müşrikler elinde kalmış ve amcasının oğlu Âkil bu mallara el koymuş ve onun tarafından bu mallar satılıp elden çıkartılmıştı.19 Hz. Peygamber Medine’de ilk yedi ay akrabalarından olan Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin yanında kaldı. Daha sonra ise Mescid-i Nebevî ile yapılan ve ilk başta üç oda olan daha sonra ise dokuz odaya çıkarılan odalardan birisine geçti ve bundan sonraki hayatını orada idame ettirdi. Ayrıca kaynaklarda bu odalara ilave olarak ikinci katta ’Meşrube’ veya ’Ulliye’ diye anılan ve indirilip kaldırılan, oymalı ağaç kütüğü bir merdivenle çıkılan bir odası daha vardı. Rivayetlerden anlaşıldığına göre Hz. Peygamber (s.a.v.) burayı kiler amaçlı kullanıyor ve gerek yiyeceğini gerekse deri gibi malzemelerini burada saklıyor idi.20

2. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Zekât ve Hediye-İkram Karşısındaki Tutumu
Hz. Peygamber (s.a.v.) ne yapmış olduğu İlahî vazifeden dolayı ne de Medine’ye hicret ettikten sonra kurmuş olduğu devlette yapmış olduğu devlet başkanlığı için herhangi bir maaş almıyordu. Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Allah bunu şöyle vurguluyor:
’Oysaki sen buna karşı onlardan bir ücret de istemiyorsun.’21
Hz Peygamber (s.a.v.) zekât mallarını kendisi ve ailesi için kullanabiliyor muydu? Bu soruya Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadisleri ışığında ele alacağız.
’Şüphesiz ki bu zekât, insanların mallarının kiridir. O, ne Muhammed’in kendisine ve ne de O’nun ailesine helaldir.’22
’Şüphesiz ki Hz. Allah’ın Rasulü, hem zenginlerinizin ve hem de fakirlerinizin koruyucusudur. Zekât, ne Muhammed’in kendisine ve ne de O’nun aile efradına helaldir. Temizlenmek gayesiyle vereceğiniz mallarınız zekâtı ancak Müslümanların fakirleri içindir.’23
Yukarıda da belirtildiği gibi Hz. Peygamber (s.a.v.)’in zekât mallarından herhangi bir şey alması haramdı.
Hz. Peygamber (s.a.v.) zekât almamakla birlikte getirilen hediyeleri geri çevirmemeye çalışıyordu. Hz. Peygamber (s.a.v.)’e hediye edilen şeyler arasında hurma meyveleri, hayvanlar, pişmiş hazır yemek ve süt gibi içecekler başta gelmektedir.24
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (s.a.v.)’e hediye edilen, birçok ana besin maddesidir. O, bir yandan peygamberlik görevini yerine getiriyor bir yandan da toplumsal düzeni sağlamaya çalışıyordu. Tabi bunlar Hz. Peygamber (s.a.v.)’in zamanının büyük bir kısmını alıyordu. Her ne kadar kendi geçimini temin etmeğe çalışsa da her zaman yetişemiyordu. İşte bu noktalarda devreye giren hediyeler âdeta bir ilaç niteliği görüyordu. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ileriki zamanlarda harp halinde olmadığı pek çok kabile ve devlet başkanından da muhtelif hediyeler gelmiştir; atlar katırlar, çeşitli giysiler ve hatta hanımı annemiz Hz. Mâriye (r.ahnâ) bu hediyeler arasında idi. Kendisi de gelen heyetlere istisnasız hediyeler takdim etmiş ve bunların masraflarını da tamamıyla kendi şahsî idaresinde bulunan arazilerden karşılamıştır.25
Hz. Peygamber (s.a.v.) bu hediyelerden ayrı olarak bazı evlere yemeğe davet edilir ve bazen de kendisi yemeğe misafir davet ederdi. Mescidin yanında bulunan Suffa’da bulunan öğrenciler de belki de Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sofrasından en fazla istifade eden kesimdi. Kurtubî şöyle demektedir:
’Suffadakiler, o zor günlerde, İslâm’ın misafirleriydiler. Hz. Peygamber (s.a.v.)’e zekât geldiğinde onlara pay ayırır ve şahsına hediye geldiğinde de bunu onlarla beraber yerdi. Bu kimseler de Hz. Peygamber (s.a.v.)’in evi için odun toplar su getirirlerdi.’26

3. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Hayvan Sürüleri
Zekât kabul etmeyen ve yaptığı vazifeden dolayı da hiçbir şekilde bir ücret almayan Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sadece hediyelerle geçinmesi yeterli bir şey olmayacaktır. Çünkü hediye sürekli olan bir şey değildir. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v.), ailesinin geçimini temin etmek durumunda idi. Bu nokta da devreye Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayvan sürüleri giriyor. Çünkü o devirde zamanın şartlarına göre deve, keçi, koyun gibi hayvanlar çok önemli olup onların etinden, sütünden ve derisinden faydalanılıyordu. Bunlardan özellikle süt, günlük gıda maddesiydi ve kalsiyumu bol olduğundan sadece süt içilse bile insanı tok tutabiliyordu. Bu da günün şartlarında çok önemli bir şeydi.
İbn-i Sa’d’a göre Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Medine’deki meralarda otlayan yedi veya 20 adet devesi, yedi adet de keçisi vardı ve her akşam çobanı Hz. Peygamber (s.a.v.)’e iki büyük kırba süt getiriyordu. Fakat hicretin altıncı veya yedinci yılında Ureyne kabilesinden gelmişler ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e Müslüman olmak istediklerini bildirmişlerdi. Müslüman olduktan sonra ise Hz. Peygamber (s.a.v.) onları, kendilerinde bulunan hastalığı hayvanların sütünden ve sidiğinden yararlanıp iyileştirmek amaçlı bu sürünün otladığı yere gönderdi. Fakat iyileştikten sonra bu insanlar çobanı öldürmüş ve sürüyü de alıp gitmişlerdi. Yakalanınca ise gerekli cezayı görmüşlerdir.27
Her ne kadar İbn-i Sa’d sürüyü Hz. Peygamber (s.a.v.)’e mâl etse bile Buhârî ve Tirmizî bu sürünün zekât malı olduğunu söylemektedir.28 Tabi bu sürü zekât malı ise Hz. Peygamber (s.a.v.) bunu kullanmıyor, geldiği gibi dağıtıyor olmalı. Çünkü kendisi zekât malı almıyordu.
İbn-i Sa’d’ın verdiği geniş bilgiye bakılırsa, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yedi adet davarı, Ümmü Eymen (r.anhâ) tarafından otlatılmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hanımı annemiz Ümmü Seleme (r.anhâ)’nin anlattığına göre:
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in deve sürüsü, O’nun iki kölesi ve aynı zamanda kardeş olan Hind ve Esma tarafından Uhud ve el-Cemma meralarında gün aşırı otlatılmaktadır. Akşamları eve gelen sürüler sağılıp sütleri akşam içeceği olarak misafirlere ikram edilir ve kalan süt ile ayrıca sabah sütü Rasûlullah (s.a.v.)’ın hanımlarına dağıtılır. Ümmü Seleme (r.anhâ) ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, her hanımına ayrı bir isimle anılan bir deve tahsis ettiğini ve Rasûlullah (s.a.v.)’in de herkesinkinden daha bol süt veren ayrı bir devesi olduğunu söyledikten sonra; ’Geçimimizin büyük bir kısmı develerden ve davarlardandı’ diye de ilave eder.29

4. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Ganimet Gelirleri
Yukarıda da değindiğimiz gibi Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Medine’ye geldiğinde herhangi bir malı yoktu. Kaynaklarda da herhangi bir geliri olduğuna dair bilgiler mevcut değildir. O (s.a.v.), gelen hediyelerle geçimini temin etmeye çalışıyordu. Fakat şurası kesindir ki herhangi bir geliri olmayan insanın geçimi zordur. Ayrıca bir de ilahî bir görevle görevlendirilmiş ise. Çünkü yapmış olduğu vazifenin hem maddi hem de manevi bir külfeti mevcut idi.
Hz. Peygamber (s.a.v.) bu kadar sıkıntının içinde hicretin ikinci yılında Mekkeli müşriklerle Bedir gazvesi yapmıştır.30 Yapmış olduğu bu savaşı kazanmış ve devlet olarak ilk defa ganimet elde etmiş bulunmakta idiler. Bu savaştan sonra ise Medine’de bulunan Yahudi kavimlerinden Kaynukaoğulları sıkıntı çıkarmış bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) onları sürmüş ve geride kalan ganimeti ele geçirmiştir.31 Elde edilen ganimetin nasıl dağıtılacağı ise Hz. Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
’Bilin ki, ganimet olarak ele geçirdiğiniz şeylerin beşte biri, muhakkak Hz. Allah’ın, Rasûlün, yakınların, yetimlerin, yoksulların ve yolcunundur.’32
Tabir caizse bu gelir Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ilk resmî geliriydi. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v.) her daim savaş yapan bir peygamber değildi. Çünkü O, savaşı gerektiğinde yapıyordu. Zaten Hz. Allah (c.c) da savaşı bir zorunluluk hali olarak belirlemiş, esas olanın barış olduğunu bildirmiştir. Zaten savaş bir risktir. Her zaman yeneceğinizin garantisi olmadığı gibi yenseniz bile fazla bir ganimet elde edemeyebilirsiniz de. Yani ganimet sürekli bir gelir kaynağı değildir. Ama biz bu konuyu ele alırken düşündüğümüz şey ganimet, her ne kadar sürekli bir gelir kaynağı olmasa bile Hz. Allah (c.c.)’ın Nebisine verdiği ilk resmi gelir kaynağı idi. Bu ise konumuz açısında çok önemlidir.

5. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Arazi Gelirleri
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ganimetten ve hediyelerden gelen mallarla geçimini tamamen sağlamasının zor olduğunu yukarıda görmüştük. Şimdi ise Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sürekli geçim kaynağının büyük bir kısmını kapsayan arazi gelirlerinden bahsedeceğiz.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sahip olduğu ilk arazi, hicretin üçüncü yılında, Uhud harbi sırasında, O’na, Nadroğulları kabilesine mensup olup daha sonra Müslüman olan Muhayrık’ın vasiyet yoluyla Hz. Peygamber (s.a.v.)’e bağışlamış olduğu yedi adet bahçedir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’i hayranlık derecesinde seven Muhayrık, eğer Uhud’da vefat ederse bu bahçelerin Hz. Peygamber (s.a.v.)’e verilmesini vasiyet etmişti. O, Uhud’da şehadet şerbetini içince de Hz. Peygamber (s.a.v.)’e bu yedi bahçe intikal etmiştir.33 Böylece de Hz. Peygamber (s.a.v.) ilk daimi gelirine kavuşmuş bulunmakta idi.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sahip olmuş olduğu ikinci arazi ise hicretin dördüncü yılında, Nadroğulları’nın Medine’den çıkartılması üzerine Fey olarak Hz. Peygamber (s.a.v.)’e kalan bu toprakların tamamıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu araziden kendisinin ve ailesinin bir yıllık gelirini ayırır, gerisini kurmuş olduğu devletin hazinesine aktarırdı.34
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sahip olmuş olduğu üçüncü arazi ise hicretin yedinci yılında, Hayber’de elde edilen sekiz kaleden humus gereği eline geçen iki kaledir. Hz. Peygamber (s.a.v.) buranın halkını yıllık mahsulün yarısını vermeleri karşılığı yerlerinde bırakmıştır.35
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sahip olmuş olduğu dördüncü arazi ise hicretin yedinci yılında, sulh yoluyla alınmış olunan Fedek arazisidir. Hz. Peygamber (s.a.v.) buranın halkını da yıllık mahsulün yarısını vermek şartıyla yerlerinde bırakmıştır.36 Buradan gelen gelirle ise Hz. Peygamber (s.a.v.), ailesinin nafakasını sağlar, fakirleri doyurur ve evlenecek çağda olup da fakirlikten dolayı evlenemeyen gençleri evlendirirdi.37
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sahip olduğu beşinci yer ise Vâdi’l-Kurâ denilen bölgenin 1/3 üdür.38
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sahip olduğu son yer ise Medine içerisinde bulunan Mehruz denilen Pazar yeridir.39

(Endnotes)
1 ’Karârît’ kelimesinin manası hakkında iki görüş vardır:
- Bu kelime bir para birimi olan ’kîrât’ın çoğuludur.
- Karârît, Mekke yakınında bir yerin adıdır. Peygamberimizin bu mevkide koyun güttüğü söylenmiştir.
2 Buhârî, İcâre, 2.
3 İbn-i Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, c.1, s.107-108.
4 İbn-i Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, Beyrut, trz, c.4, s.441.
5 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.4, s.206.
6 Afzalur Rahman, Sîret Ansiklopedisi, İstanbul, 1990, c.2, s.272–279.
7 Hamidullah, İslâm Peygamber, c.1, s.63.
8 Hamidullah, age., c.1, s.63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3, s.425; Ebû Dâvûd, Sünen, Edeb, 17; İbn-i Mâce, Sünen, Ticârât, 63.
9 Afzalur Rahman, age., c.2, s.273.
10 İbn-i İshâk, es-Sîre, s.59.
11 el-Furkân, 25/7.
12 el-Furkân, 25/7.
13 el-Furkân, 25/8.
14 el-Furkân, 25/20.
15 Vecdi AKYÜZ (ed.), Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, c.1, s.413.
16 İbn-i Hişâm, es-Sîratu’n-Nebeviyye, c.1, s.293-295.
17 Ebû Abdillâh el-Kurtubî, el-Câmiu Li-Ahkâmi’l-Kur’ân, c.13, s.5, Mısır, 1967.
18 Hamidullah, age., c.1, s.108-109.
19 Akyüz, age., c.1, s.414.
20 Müslim, Talâk, 30-34; Kurtubî, age., c.18, s.190-191; Buhâri, Mezâlim, 25.
21 Yûsuf, 12/104; es-Sebe, 34/47; eş-Şûrâ, 42/23; Sâd, 38/86; et-Tûr, 52/40; el-Kalem, 68/46.
22 İbn-i Sa’d, age., c.4, s.46.
23 Belâzûrî, Futûhu’l-Buldân, s.81, Mısır, 1932.
24 Akyüz, age., c.1, s.420-421.
25 Akyüz, age., c.1, s.421.
26 Kurtubî, age., c.13, s.14–15.
27 İbn-i Sa’d, age., c.2, s.177–178.
28 Buhârî, Zekât, 79; Tirmizî, Tıbb, 6.
29 İbn-i Sa’d, age., c.2, s.27-29.
30 İbn-i Sa’d, age., c.2, s. 21.
31 İbn-i Hişâm, es-Sîratu’n-Nebeviyye, c.2, s.48–49.
32 el-Enfâl, 8/41.
33 İbn-i Sa’d, age., c.2, s.182.
34 Buhârî, Megâzî, 14, Nafakât, 2.
35 Belâzûrî, age., s.33-34.
36 el-Mâverdî, Kitâbu’l-Ahkâmi’s-Sultâniyye, s.162.
37 Belâzûrî, age., s.45.
38 el-Mâverdî, age., s.162.
39 Akyüz, age., c.1, s.428.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.