Özlenen Rehber Dergisi

155.Sayı

Fıkıh Köşesi - 155.sayı

Seyfullah KILINÇ Özlenen Rehber Dergisi 155. Sayı
ORUÇ
.
SORU: Niyetin hakikati nedir? Dil ile niyet etmek şart mıdır? Niyetin ilk ve son vakti ne zamandır? Bir kimse güneş batmadan oruca niyet edip ertesi gün zeval vaktine kadar uyusa niyeti geçerli olur mu? Sahura kalkmak niyet sayılır mı?
CEVAP: Niyet; ’ben, falanca orucu Allah Teâlâ için tutacağım’ diyerek kalben yapılan bir taahhütnamedir.
Oruçta niyet şarttır. Niyet ise, oruç tuttuğunu kalbi ile bilmesidir. Ramazan ayının gecelerinde ise hiçbir Müslüman bundan yani oruç tuttuğunu kalben bilme halinden hâlî olmaz. Dil ile niyet ise şart değildir.
Niyetin ilk vaktinin güneş battığı zaman/gurub vakti olduğunda ihtilaf yoktur. Şayet güneş batmadan önce oruca niyet ederse sahih olmaz. Şöyle ki; bir kimse güneş batmadan, yarın oruç tutmaya niyet edip sonra da zeval vaktine kadar uyusa veya bayılsa yahut ertesi gün zeval vaktine kadar gaflete düşse orucu caiz olmaz. Ancak niyetin son vakti hususunda ise ihtilaf edilmiştir.
el-Bahır’da ez-Zahîriyye’den naklen, ’sahura kalkmak/sahur yemek niyettir’ denilmiştir.
Dil ile niyet etmenin sünnet olduğu söylenmiştir. Ancak buradaki sünnetten murad, ’Ulemanın sünneti/âdeti’ olduğudur, Nebî (s.a.v)’in sünneti değildir. Zira bu hususta O’ndan bir hadis naklolunmamıştır.
Dil ile niyet ederse, ’niyet ettim Allah rızası için yarın oruç tutmaya’ veya gündüz Ramazan orucuna niyet ediyorsa ’niyet ettim Allah rızası için bugün oruç tutmaya’ diye söyler.

SORU: Ramazan ayında her günün orucuna her gün ayrı bir niyet mi gerekir? Yahut Ramazan başında bir defa oruca niyet etmek bütün ayın orucuna kifayet eder mi?
CEVAP: Bir kimse sıhhatli ve mukim olsa bile, Ramazan orucunun her günü ayrı niyete muhtaçtır yani Ramazan başında bir defa oruca niyet etmek bütün ayın orucuna kifayet etmeyip her gün niyet etmek lazımdır. Bu (yani her gün niyet etmek), ibadeti âdetten ayırmak için yani perhiz/rejim yahut özürden dolayı yemekten, içmekten ve cimadan imsak eylemekten ayırmak içindir.
İmam Züfer ile İmam Malik, ’namazda olduğu gibi bir niyet yeterlidir’ yani bir ayın tamamı için bir niyet kâfidir demişlerdir. İmam Züfer’in, ’mukim kimse niyete muhtaç değildir. Seferi kimse ise, geceden niyetlenmedikçe caiz olmaz’ dediği rivayet olunmuştur.
Üç İmamımıza (İmam Âzam İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e) göre ise, oruca geceden yahut zevalden (dahvetü’l-kübrâ’dan) önce her gün ayrı ayrı, niyet edilmezse caiz olmaz. Bu hususta mukim ile seferi kimse eşittir. İmam Züfer’in orucu namaza kıyas etmesine, cevaben biz şöyle deriz: Her günün orucu başlı başına bir ibadettir. Bunun delili ’bir cüzün bozulması bütünün bozulmasını icap etmez’ (fesâdü’l-ba’dı lâ yûcibu fesâde’l-külli) (kaidesidir) yani Ramazan ayında bir orucun bozulması bütün oruçların bozulmasını icap etmez. Namaz ise böyle değildir yani
namazın bir cüzünün bozulmasıyla namazın tamamı bozulmuş olur.

SORU: ’Yevm-i şek’ yani şek günü hangi gündür? Şek günü oruç tutulur mu?
CEVAP: ’Yevm-i şek’ yani şek günü; Şabanın başından itibaren sayıldığında ’Şaban ayının otuzuncu günüdür’ veya ’Şaban ayının yirmi dokuzundan sonra gelen gün’ demektir.’ Çünkü o günün Şabanın otuzuncu günü olup olmadığı belli değildir, zira o günün Ramazanın birinci günü olma ihtimali de vardır.
’İhtilâf-ı metâli’e (yani ayın muhtelif memleketlerde ayrı zamanlarda doğmasına) itibar olunmaz’ diyenlere göre, o gün hava bulutlu/kapalı değilse bile (yani hava açık olsa da o gün yevm-i şek olup, yevm-i şek de ise) ancak nafile olarak oruç tutulabilir. Zira Müslüman beldelerinden birinde hilalin görülmesi ihtimali vardır ve bu durumda ise diğerlerinde görülmese bile hepsine oruç tutmaları lazım gelir.
’İhtilâf-ı metâli’e itibar olunur’ diyenlere göre ise, şayet hava açık ise yani kapalı değilse o gün yevm-i şek olmayıp esasen o gün zaten ne farz ne nafile oruç tutulmaz. Ancak o gün, oruç tutmayı âdet edindiği günlere rastlarsa, o takdirde o gün oruç tutması daha faziletlidir.

SORU: Yevm-i şek’de nafile oruçtan başka bir oruç tutulamayacağını söylediniz. O halde yevm-i şek’de farz, vacip ve mutlak oruca niyet ederek oruç tutulursa hükmü ne olur? Keza bir kimse yevm-i şek’de Ramazan orucuna niyet ederek oruç tutarsa hükmü ne olur? Keza bir kimse, ’eğer yarın Ramazan ise Ramazan orucuna, Ramazan değilse falanca (vacip orucu veya nafile) oruç tutmaya niyet ettim’ diyerek oruç tutarsa hükmü ne olur?
CEVAP: Bir kimse yevm-i şek/şek günü, vacip/farz bir oruç niyetiyle, örneğin, nezir/adak orucu, keffaret orucu veya kaza orucu gibi bir oruç tutarsa ve bu kişi de mukim ise, tenzihen mekruh olur. Şayet o günün Ramazan olduğu ortaya çıkarsa, bir vacibe niyet ederek tuttuğu bu oruç Ramazan orucu olmuş olur. (Zira Ramazanda Ramazan orucundan başka bir oruç yoktur.) Eğer (Şaban olduğu ortaya çıkarsa) en sahih olan kavle göre, niyet ettiği vacip oruç vaki/geçerli olmuş olur.
Eğer bu kişi seferi/yolcu ise, başka bir vacibe niyetlenerek tuttuğu oruç mekruh olmaz ve hangi vacibe/farza niyet ettiyse o oruç vaki/geçerli olur. Çünkü ona Ramazanın edası farz değildir. İmameyn’e göre ise, mukim gibi yolcu kimseye de mekruhtur ve eğer o günün Ramazandan olduğu anlaşılırsa, tuttuğu oruç Ramazandan sayılır.
Bir kimse yevm-i şek/şek günü, Ramazan orucuna niyet ederek oruç tutarsa, tahrimen mekruh olur. Zira bunda Ehl-i Kitab’a benzemek vardır. Çünkü Ehl-i Kitab, oruçlarının üzerine ziyade yapmışlardır. Ramazandan bir gün veya iki gün önce oruç tutmaktan nehyeden/yasaklayan hadisler de bu duruma hamlonulmuştur/mahsus kılınmıştır. (Şayet o günün Ramazan olduğu ortaya çıkarsa, tuttuğu oruç Ramazan orucu olmuş olur.)
Bir kimse yevm-i şek/şek günü, mutlak oruç niyetiyle oruç tutarsa ve bu kişi de mukim ise, tenzihen mekruh olur. (Şayet o günün Ramazan olduğu ortaya çıkarsa, tuttuğu oruç Ramazan orucu olmuş olur, eğer Şaban olduğu ortaya çıkarsa nafile olmuş olur.)
(Eğer bu kişi seferi/yolcu ise, mutlak oruç niyetiyle tuttuğu oruç mekruh olmaz ve Ramazan olduğu ortaya çıkarsa, tuttuğu oruç Ramazan orucu olmuş olur, eğer Şaban olduğu ortaya çıkarsa nafile olmuş olur.)
Bir kimse yevm-i şek/şek günü, ’yarın Ramazan ise Ramazan orucuna, Ramazan değilse (vacip olan falanca oruca veya nafile oruç) tutmaya niyet ettim’ diyerek oruç tutarsa ve bu kişi de mukim ise, tenzihen mekruh olur. Şayet o günün Ramazan olduğu ortaya çıkarsa, tuttuğu oruç Ramazan orucu olmuş olur. Eğer Şaban olduğu ortaya çıkarsa, vacibe niyet etmişse niyet ettiği vacip oruç vaki/geçerli, nafileye niyet etmişse nafile oruç geçerli olmuş olur ancak Hidâye’nin rivayetine göre ise her iki orucu da nafile olmuş olur.
(Eğer bu kişi seferi/yolcu ise, tuttuğu bu oruç mekruh olmaz ve Ramazan olduğu ortaya çıkarsa, tuttuğu oruç Ramazan orucu olmuş olur, eğer Şaban olduğu ortaya çıkarsa, vacibe niyet etmişse niyet ettiği vacip oruç vaki/geçerli, nafileye niyet etmişse nafile oruç geçerli olmuş olur.)

SORU: Ramazana başlama hilali hususunda muvakkitlerin yani gök bilimcilerin/astronomların sözüne göre hareket edilir mi itibar olunur mu?
CEVAP: Halkın oruç tutmalarının farz olması için muvakkitlerin sözüne itibar olunmaz. Mezhebimize göre adalet sahibi olsalar bile sözleri kabul edilmez. (Muvakkit: Vakitleri ve namaz vakitlerini hesaplayan, tayin ve tespit eden, bunlarla ilgili âletleri kullanıp tamir ve ayarını yapan ve muvakkithanelerde görev yapan kimsedir.)
Hatta el-Mirâc isimli eserde şöyle denilmiştir: ’Ulemanın ittifakıyla muvakkitlerin sözü muteber değildir. Müneccimin (gök bilimcinin/astronomun) kendi yaptığı hesap doğrultusunda amel etmesi caiz değildir.’
en-Nehir ve el-Îzâh isimli eserde şöyle denilmiştir: ’Sahih kavle göre adalet sahibi olsalar bile muvakkitlerin, ’filan gece hilal gökyüzünde görülecektir’ demeleri ile oruç tutmak lazım gelmez.
Şafiilerden İmam Sübkî’nin bir telifi vardır ki, bu eserde, hesap kesindir (diye) müneccimlerin/muvakkitlerin (gök bilimcilerin/astronomların) sözünü kabule meyletmiştir.
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Sübkî’nin sözünü kendi mezhebinden sonradan gelen müteahhirîn Ulema reddetmiştir. İbn-i Hacer ile Remlî, el-Minhâc’ın iki şerhinde Sübkî’nin sözünü reddedenlerdendirler.
Şemsüleimme Hulvânî’den ise, ’oruca (başlamanın) ve bayram (yapmanın) vacip olması için gözle görmenin şart olduğu, muvakkitlerin/hesap erbabının sözü ile amel edilemeyeceği’ nakledilmiştir.
Mecdüleimme Tercümânî’den ise, ’Ebû Hanife’nin ashabı -nadir istisnalarla- ve İmam Şafii, muvakkitlerin/hesap erbabının sözlerine itimat edilemeyeceği üzerine ittifak etmişlerdir’ diye nakledilmiştir.


ZEKÂT

SORU: Zekâtın farz olması için geçmesi şart olan ’yıl’ hangi takvime göredir?
CEVAP: Zekâtın farz olması için malın üzerinden bir sene geçmesi gerekir. Burada ’yıl’dan maksat, şemsî (miladi) değil kamerî senedir. Kamerî sene, hilallerle hesaplanan sene olup, üç yüz elli dört gün ve bir günün birazıdır. Bazıları bunun, günler (hesabıyla) şemsî sene olduğunu ve şemsî senenin de kamerî senden on bir gün daha fazla olduğunu söylemişlerdir.
Şu var ki, malın zekâtını vermek için üzerinden bir senen geçmesi şarttır, ekin ve meyvenin zekâtında yani öşürde ise, ’malın üzerinden sene geçmesi’ ve ’nisap’ şart değildir.

SORU: Bir kimse zekâta niyet ederek, zekât almaya müstehak olan bir kişiye, ’şu parayı sana hibe ettim’ veya ’bu parayı sana borç yahut ödünç olarak verdim’ derse, zekâtı eda etmiş olur mu?
CEVAP: Bir kimse, zekât almaya müstehak olan bir kişiye, kalbinden zekât vermeye niyet ederek, ’şu parayı sana hibe ettim’ veya (geri almama kastıyla) ’bu parayı sana borç yahut ödünç olarak verdim’ derse, zekâtı eda etmiş olur, zira niyette itibar kalbedir lisana değil.

SORU: Bir kimsenin alacağı olur ve bu alacağını da zekâtına saymak isterse, caiz olur mu?
CEVAP: Bir kimsenin alacağı olur, lakin borç verirken zekât vermeye niyet etmemiş ise, bu alacağını zekâtına sayması caiz olmaz.

SORU: Bir kimsenin bir fakirde olan alacağını zekâtına saymasının caiz olmadığını öğrendik. O halde bu alacağı zekâta saymanın yolu nedir?
CEVAP: Bir kimse, fakire borç verirken zekât vermeye niyet etmemiş ise, bu alacağını zekâtına sayması caiz olmaz. Lakin bu alacağı zekâta saymanın yolu vardır: Alacağı olan kişi zekâtını fakir borçlusuna verir. Zira fakir olan borçlusu zekâtı almaya en münasip kişidir, çünkü zekâtını ona vermekle onu borçtan kurtarmış olur. Sonra da ondan alacağını tahsil eder. Zira alacağı olan cinsten mala borçlusunun elinde rastlamıştır ve onu almaya hakkı vardır. Alacaklı kişi zekâtını borçlusuna verdikten sonra, borçlu borcunu vermek istemezse, alacaklı kişi borçlusunu mahkemeye verir.
Şayet alacaklı kimse, zekâtını fakir borçlusuna verdikten sonra fakir borçlusunun borcunu ödemeyeceğinden korkarsa, borçlu, alacaklının hizmetçisini (işçisini) zekâtı kabzetme ve kabzettikten sonra da borcunu ödeme hususunda vekil tayin eder. Vekil, zekâtı kabzedince de bu zekât malı müvekkilin mülkü olmuş olur. Zekât malını alıp da henüz borcu ödemeden önce, borcu ödeme vekâletinden müvekkilin vekili azletme ihtimalinden dolayı, zekât malı vekile ancak müvekkilin olmadığı bir zamanda verilir. Vekil malı alınca da vekâlet yetkisini kullanarak alacaklıya borcu öder.
Şayet alacaklının borç ortağı olur da, fakir borçlusundan alacağı parada kendisine ortak olmasından korkarsa, bunun yolu da şöyledir: Alacaklı alacağını borçlu fakire tasadduk eder, borçlu da kabzettiği parayı alacaklıya hibe edip bağışlar. Böylece alacaklı bu parayı hibe yoluyla aldığı için ortağı da bu paraya ortak olamaz.

SORU: Zekât parasıyla cenaze kefenleme veya hac, cihad yapmak yahut mescid, yol, köprü v.b’lerini imar etmenin caiz olmadığını öğrendik? O halde zekât parasıyla cenaze kefenlemenin ve mescid v.b’lerini imar etmenin çaresi/yolu nedir?
CEVAP: Zekâtın sahih olmasıyla birlikte yukarıda sayılan bu şeylere zekât malını aktarmanın çaresi/yolu, zekât malını bir fakire sadaka olarak vermek ve ona emrederek bunları kendisine yaptırmaktır. Ancak kendisine yukarıdaki yerlere harcaması için zekât malı sadaka olarak verilen fakir kimse, bu emre muhalefet edebilir. Çünkü fakir kimse o malı temlik etmiştir.
(Örneğin), zekât parasıyla cenaze kefenlemenin yolu şudur: Zekât parası bir fakire tasadduk edilir, bu fakir de cenazeyi zekât parasını kullanarak kefenler. Mescidleri onarma ve imar etmede de yol budur. Burada her ikisi de sevap alır. Zekât sevabını zekâtı veren, kefenleme sevabını da fakir alır. Keza ’kefenleme sevabı zekâtı verene de verilir’ denilebilir, çünkü ’hayra delalet eden onu yapan gibidir’, velev ki kemmiyet ve keyfiyet bakımından sevaplar birbirinin aynısı olmasa bile hepsi de sevap alır.
İbn-i Âbidîn devamla şöyle demiştir: Suyûtî’nin ’el-Câmiu’s-Sağîr’ isimli eserinde kaydettiğine göre, sadaka yüz kişinin elinden geçse bile, her birine, ilk başlayanın sevabı hiç eksiltilmeksizin ilk başlayanın sevabı kadar sevap verilir.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

2 kişi yorum yazdı.