Özlenen Rehber Dergisi

163.Sayı

HİKEM-İ ATÂİYYE’DEN İNCİLER

İbrahim Özdoğan Özlenen Rehber Dergisi 163. Sayı
4. HİKMET
أَرِحْ نَفْسَكَ مِنَ التَّدْب۪ رِ، فَمَا قَامَ بِهِ غَيُْكَ عَنْكَ لَ تَقُمْ بِه۪ لِنَفْسِكَ ي
’Tedbiri terk ederek kendini rahatlat. Başkasının senin yerine yaptıklarını kendine külfet edinme.’
Tedbir kelimesinin sözlük anlamı, işleri ve bu işlerin sonlarının ne olacağını tartmak demektir. Terim manası ise; -Şeyh Ahmed Zerrûk (rh.a.)’un da ifade ettiği gibi- birtakım işlerin sonunda korkulan ya da umulan şeylerden hangilerinin gerçekleşeceğini hükmederek takdir etmektir. Ancak konumuzda kötüleyerek bahsedeceğimiz tedbir Allah’ın (c.c.) rızası gözetilmeden ve tevekkül etmeden yapılandır.
Buna göre tedbir üçe ayrılır:
1- Kötülenen tedbir,
2- Arzu edilen tedbir,
3- Mubah tedbir.
Kötülenen tedbir:
Bu tedbir, ister dünyevî ister dinî olsun sonucunda kesinlik hedeflenen kararlı bir tedbirdir. Çünkü bu çeşitte edepsizlik ve nefsi için, içine girdiği acele halinde kendini verdiği yorgunluk vardır. Nitekim Hayy ve Kayyum olan Allah’ın (c.c.) senin için yarattığı lütuf için senin tekrar uğraşman doğru değildir. Ki çoğunlukla kendin için tedbirini aldığın meselelere kader rüzgarları yardım etmez. Ve bu tedbiri üzüntü ve kederler takip eder. Bundan dolayı Ahmed b. Mesrûk (rh.a.) şöyle demiştir: ’Tedbiri terk eden rahata erer.’
Sehl b. Abdillâh (rh.a.) ise şöyle demiştir: ’Tedbiri ve seçim yapmayı bırakın. Zira o ikisi, insanların yaşamını kederlendirir.’
İbn-i Mes’ûd (r.a.) şöyle demiştir: ’Allah adaletiyle ve hakkaniyetiyle rahatlık ve ferahlığı yakîn ve (kaza kadere) rıza’da kıldı. (Gelecekten dolayı) keder ve (geçmişten dolayı) hüznü de şüphe ve (kaza kadere) razı olmamakta kıldı.’1
Şeyh Ebu’l-Hasen eş-Şâzelî (rh.a.) şöyle buyurdu: ’İşin hakkında hiçbir şey seçme. Seçmemeyi seç. Bu seçimden, kaçmandan ve her şeyden Allah’a (c.c.) kaç. ’Rabbin dilediğini yaratır ve seçer.’2’ ’Tedbir almak gerekirse tedbir almamayı tedbir al.’
Denildi ki: ’Kim tedbir almazsa onun için tedbir alınır.’ Şeyhlerimizin şeyhi Ali (rh.a.) şöyle buyurdu: ’Mevlasının kendisini ikame ettiği halden başkasına muhtaç olmaması kâmil velînin vasıflarındandır.’ Yani ancak Allah’ın (c.c.) kudret unsurundan beliren şeyler murad edilmelidir. Bu büyüklerin sözleri, kendisinde Allah’a (c.c.) havale ve tevekkül terk edilen tedbir için geçerlidir. Tedbirle beraber Allah’a (c.c.) havale ve tevekkül terk edilmediği ve çok uzun süreli emellere uzatılmadığı takdirde bu kötülenmez.
Arzu edilen tedbir:
Bu tedbir, Allah’ın (c.c.) dilemesine havale edilip kudretine bakılarak, kula yüklenen vacipler ve mendup olan itaatlerin tedbirini almaktır. Bu ’salih niyet’ diye isimlendirilir. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: ’Müminin niyeti amelinden daha hayırlıdır.’3 Bir hadis-i kudsîde ise şöyle buyrulur: ’Her kim bir iyilik yapmaya kasteder de onu yapmazsa, Allah onu, o kimse için kendi katında tam bir iyilik olarak yazar.’4
Bu hadis şeyhin sözünden anlaşılan manadır: ’Başkasının senin için yaptıkları.’ Nitekim bu sözden anlaşılan; ’senin için yapmadığı da senin itaatindir.’ Onu tedbir olarak yapman sana zarar vermez. Bundan dolayı İbrahim el-Havâs (rh.a.) şöyle buyurdu: ’İlmin tamamı iki kelimededir. Sana yeteni kendine külfet etme, yetinmek için istediğini zayi etme.’ ’Sana yeteni kendine külfet etme’ sözü kötülenen tedbir kısmı, ’yetinmek için istediğini zayi etme’ sözü ise istenen tedbir kısmıdır.
Şeyh Ebu’l-Hasen eş-Şazelî (rh.a.) şöyle buyurdu: ’Şeriatın tüm seçim ve düzenlemelerinde senin
bir payın yoktur. Onlar ancak Allah’ın (c.c.) senin için seçtikleridir. Sen işit ve itaat et. Bu rabbanî bir anlayış ve ilhamî bir ilim yeridir. Bu, aklı kâmil olup marifeti tam olan ve hakikatini şeriatıyla birleştirebilen için Allah’tan (c.c.) alınmış hakikat ilminin indiği bir yerdir. Ancak orada fazla kalmamak gerekir. Aksi takdirde Allah’tan (c.c.) alıkoyar.’
Mubah tedbir:
Bu tedbir, birinin diğerini reddettirmemesi şartıyla dünyevî ya da tabiî’ bir işi Allah’ın (c.c.) dilemesine havale edip Allah’ın (c.c.) kudretinin bu işte var olup olmadığına bakarak ve başka bir şeye dayanmadan alınandır. Peygamberimizden rivayet edilen şu hadis de buna hamledilir: ’Tedbir, maişetin (geçimin) yarısıdır.’5 Bu tedbirin mubah olan miktarı bir rüzgar gibi kalbe uğramasıdır. Bir yerden girer diğerinden çıkar. İşte bu Allah (c.c.) için alınan tedbirdir. Bu, tahkik ehli ariflerin durumudur. Bu tedbirin Allah (c.c.) için olmasının alameti, Allah’ın (c.c.) kudretinden tedbir alınanın aksi zuhur ettiğinde kişinin sıkıntı ve ıstırap duymamasıdır. Bilakis şairin dediği gibi olur:
’Ona selamla ve onun yürüdüğü yerde yürü
Kaza rüzgarlarına tabi ol ve dolandığı yerde dolan’
Tenvir’de şöyle dendi: ’Bil ki; şeyler kendisine götürdüklerine göre övülür ya da kötülenir. Kötülenen tedbir seni Allah’tan (c.c.) alıkoyup O’nun hizmetinde olmanı engelleyen ve O’nunla ilişkine mani olandır. Övülen tedbir ise seni Allah’a (c.c.) yakınlığa götürüp O’nun rızasına ulaştırandır.’
Bütün varlıklar, Hakk’ın varlığının karşısında bulunduklarına göre, Hakk’ın takdirine karşı kulların tedbir almaya kalkmaları fuzûlî ve akla uymayan bir iş olmaz mı? Gerçekten bu, akıl sahiplerinin haline aykırı bir davranıştan başka bir şey değildir. Çünkü işleri takdir eden Cenâb-ı Hak, tedbiri kendi üzerine almış, tevekkül edip işleri kendisine bırakmayı da kullara vermiş, bunu kulluk gereği saymıştır. Buna göre tedbir etmek isteyen kul, kulluk görevini bırakıp rablik hükmüyle ilâhî kazayı kaldırmaya ve ezelî kaderle çekişmeye kalkmış olur. Bu da helâk, hüsran, uzaklık ve ayrılık sebebidir. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın özel yakınlığına girmek isteyeni engelleyen şeytanî bir vesvesedir. Hakk’ın zatına yönelen sâliklerin yolunu kesen nefsânî bir iştir. Çok zikirle, devamlı tefekkür ve murakabe ile hasta kalpten onu çıkarmak ve tevhid nurlarıyla kalbi doldurarak buna çare bulmak gerekir.
Hikmetin neticesi tamamen tedbiri bırakmak değildir. Takdir hükmünü unutturan, uzun emele matuf olan tedbiri terk etmelidir. ’Tedbir geçimin yarısıdır.’ denildiğine göre geçimini sağlamak ve yaşam sebepleri olan tabiî kuvvetleri korumak ve sağlamlaştırmak için kolay bir şekilde geçim işlerinde tedbir almak hikmete ve şeriata uygundur.
Tedbirini terk eyle takdir Hüdâ’nındır
Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümânındır
Bilinmelidir ki tedbir ve ihtiyar vebali büyük, tehlikesi ağır olan bir şeydir. Baktığımızda Adem (a.s.) ’ı ağaçtan meyve yemeye iten şey nefsi için aldığı tedbiridir. Çünkü şeytan, ona ve Havva’ya (a.s.) şöyle dedi: ’Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.’6 Bunun üzerine Adem (a.s.) kendi kendine düşündü ve Allah’ın (c.c.) yanında ebedi kalmanın en yüce amaç olduğunu, insanlıktan meleklik vasfına intikal etmesinin onu yücelteceğini -ki o melek olmayı daha faziletli- zannetti. O ağaçtan yiyerek nefsi için bu tedbiri aldı. Halbuki Hakk’ın bununla ondan muradı onu yeryüzüne indirip halife kılmaktı. Bu onun için zahirde iniş batında yükseliş oldu. Şeyh Ebu’l-Hasen’in (rh.a.) dediği gibi: ’Allah’a yemin olsun ki Allah (c.c.) Adem’i (a.s.) ona bir noksanlık vermek için değil onu kemale erdirmek için indirdi.’ Böylece Adem (a.s.) Allah’a (c.c.) yükselmeye devam etti. Kimi zaman yakınlaştırma ve has kılma merdiveniyle, kimi zaman zillet ve miskinlik merdiveniyle -ki bu merdiven daha has olan kullar içindir-. Her müminin, Adem (a.s.) örneğinde olduğu gibi, nebi ve rasullerin hal değişiminin ancak daha yüksek, yüce hale geçerek gerçekleşeceğine inanması gerekir.
Bu bağlamda Yüce Allah’ın şu sözünü iyi anlamak gerekir ’Muhakkak ki ahiret senin için ilkinden daha hayırlıdır.’7 İbn-i Atiyye (rh.a.) şöyle dedi: ’İkinci hal senin için birinciden daha hayırlıdır.’
Tüm bunlar anlaşıldığına göre Allah’ın bir tedbir ve dilemesinin olduğunu bilmek lazımdır. Yeryüzünün Adem oğullarıyla imar olacağı, onlardan ihsan sahiplerinin ve nefsine açıkça zulmedenlerin olacağı da bu tedbir ve dilemedendir. Hal böyle olunca bunun tamama erip şehadet alemine zuhurunun gerekmesi de onun hikmetinin tedbirindendir. Yani Hak Teâlâ Adem (a.s.)’ın ağaçtan yemesinin yeryüzüne inmesi için bir sebep olmasını, yeryüzüne inmesinin ise Adem (a.s.)’a nimette bulunduğu hilafet mertebesinin zuhuruna sebep olmasını irade buyurdu.
Bundan dolayı Ebu’l-Hasen şöyle buyurdu: ’Ona, peşine hilafeti getiren bir günah ile ikramda bulundu. Onun yeryüzüne inişi Allah’ın (c.c.) gökleri ve yeri yaratmadan önce hükmettiği bir hükümdür. Allah’a (c.c.) yemin olsun ki Allah (c.c.) Adem’i (a.s.) onu yaratmadan önce indirmeye karar verdi. Nitekim ayette ’Muhakkak ki ben yeryüzünde bir halife kılacağım.’8 buyruluyor. Adem’in (a.s.) ağaçtan yiyip yeryüzüne
inmesi ve Allah’ın (c.c.) ona hilafet ve imametle ikramda bulunması Allah’ın (c.c.) Adem (a.s.) için aldığı tedbirin güzelliğindendir.’
Yine bilinmelidir ki kulun kendisinde ikame edildiği makamların en yüce olanı ubudiyyet terimiyle müsemma olan kulluk makamıdır. Tüm makamlar ancak bu makama hizmet etmek için vardır. Ubudiyyet makamının en şerefli makam olduğunun delili Allah’ın (c.c.) şu ayetleridir:
’Bir gece kulunu Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götüren Allah eksik sıfatlardan münezzehtir.’9
’Kulumuza indirdiklerimiz.’10
’Bu, Rabbinin Zekeriyya kuluna olan merhametinin anılmasıdır.’11
’Allah’ın kulu O’na ibadet etmek için kalktığında...’12
Rasûlullah (s.a.v.) melik (kral) bir peygamber olmak ile kul bir peygamber olmak arasında muhayyer bırakıldı ve o Allah’a (c.c.) kulluğu seçti. İşte bunda kulluk makamının en büyük makam olduğunun en büyük delili vardır. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
’Ben ancak bir kulum (Allah’ın kölesiyim), kölenin yediği gibi yerim.’13
Bir başka hadislerinde: ’Ben, kıyamet günü ademoğlunun efendisiyim.’ buyurmuştur. 14 Ebu’l-Abbas (rh.a.) hadise şu manayı verdi: ’Benim iftihar kaynağım efendi olmak değil kul olmaktır. Bu sebeple insanlar yaratıldı. Allah (c.c.) şöyle buyurdu: ’Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.’15
İbadet kulluk makamının zahiridir. Hakiki kulluk ise onun ruhudur. Böylece sen kulluğun bu ferahlık ve sırlarının, seçimi ve kaderle münazaayı terk etmekle mümkün olacağını anladın.’ Tüm bunlardan sonra ortaya çıkan; hakiki kulluğun, rububiyetle beraber tedbiri terk etmek olduğudur.
Makamların en şereflisi olan kulluk makamına ancak tedbiri terk ederek ulaşılıyorsa en kâmil makama ve en faziletli yola ulaşması için kula gereken onu terk edip Allah’a (c.c.) teslim olması ve işleri Allah’a (c.c.) havale yolunu tutmasıdır.
İsrail oğulları Tih çölüne girip kudret helvası ve bıldırcın etiyle rızıklandırıldılar. Allah (c.c.) onlara rızık olarak bir yorgunluk ve hastalık çekmeden yemeleri için bunları seçti. Ancak onların anlayıştan kıt olan nefisleri, adete düşkünlük ve Allah’ın (c.c.) tedbirini görememek sebebiyle alıştıkları yiyecekleri istemeye meyletti ve şöyle dediler: ’Hani, ’Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin’ demiştiniz. O da size, ’İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var’ demişti. Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların; Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, isyan etmek
ve aşırı gitmekte oluşlarıydı.’16 Çünkü onlar nefislerinin seçtiklerine meyledip Allah’ın (c.c.) kendileri için seçtiklerini terk ettiler. Ve onlara bir kızgınlık mesabesinde şöyle dendi: ’İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz?’ Bu ayetin zahiri tefsiri şöyledir: Kudret helvası ve bıldırcın etini sarımsak, mercimek ve soğanla değişmek mi istiyorsunuz? Bu iki grup ne lezzette ne de elde ederken verdiği meşakkatte aynı değildir. Ayetten ibret alınacak sır ise, Allah’ın (c.c.) sizin istediğini nefislerinizin istediğiyle değiştirmek mi istiyorsunuz? Sizin istediğiniz ve daha düşük olan şeyi sizin için daha hayırlı olan ve Allah’ın (c.c.) sizin için istediğine karşı mı tercih ediyorsunuz? Öyleyse inin şehre! İstediğiniz şeyler ancak şehirlerde olur zaten!
Allah’ın (c.c.) seçimi üzerine seçim yapmanız ve Allah’ın (c.c.) sizin için aldığı tedbire karşı kendi tedbirinizi almanız sebebiyle işleri Allah’a (c.c.) havale etme ve bizim sizin için aldığımız tedbirlerin güzelliğinin semasından zillet ve fakirlikle vasıflanmış bir halde tedbir ve ihtiyarın nefislerinize bağlı olacağı yeryüzüne inin.
Bir başka misal Nuh’un (a.s.) oğludur. O, Allah’ın (c.c.) Nuh (a.s.) ve gemiye binen diğerleri için seçtiği tedbire razı olmayıp nefsinin tedbirine tabi olması sebebiyle helak edildi. Nuh ona ’Yavrucuğum, bizimle beraber sen de bin, inkârcılarla birlikte olma’ dedi. Oğlu ise: ’Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.’ dedi. Nuh (a.s.): ’Bugün Allah’ın rahmet ettikleri hariç, O’nun azabından korunacak hiç kimse yoktur.’17 dedi. Bunun üzerine oğlu manevi olarak aklına sığınmış oldu. Ardına saklandığı dağ ise bu mananın sureti oldu. Daha sonra Allah’ın (c.c.) da buyurduğu gibi: ’Derken aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu.’ Zahirde tufanla boğuldu. Batında ise Allah’ın (c.c.) rızasından yoksunlukla. Bize düşen bundan ibret almaktır. Kader dalgaları aleyhimize çarptığı zaman, denizde boğulmamak için aklımızın dağına dönmeyip, Allah’a (c.c.) sığınma ve O’na tevekkül etme gemisine dönmeliyiz.
Tedbir alan kul ile Allah (c.c.) arasındaki ilişki yolculuğa çıkan çocuğa benzer. Gece boyu yürür. Halbuki babası onu, onun kendisini görmeyeceği bir yerden takip ediyordur. Gecenin karanlığıyla çocuk babasını göremez. Çocuk kendisiyle ilgili bir sıkıntı yaşar ve ne yapacağını düşünür. Ay doğup da babasını yakınında görünce korkudan hoplayan yüreği sakinleşir ve korkuları dinginleşir. Çünkü babasının çok yakınında olduğunu anlamıştır. Kendisini babasının alacağı tedbirlere teslim eder ve kendi tedbirini bırakır. İşte Allah’a (c.c.) rağmen tedbiri hiç bırakmayan kul da buna benzer. O, gecenin karanlığında Allah’ın (c.c.) yakınlığını fark edemez. Ne zamanki tevhid ayı ve marifet güneşi doğar, işte o zaman Hak Teâlâ’nın yakın olduğunu görür ve tedbiri bırakır. Kendisini Allah’ın (c.c.) alacağı tedbirlere teslim eder ve kendi tedbirini bırakır.
Tedbirci kul ile Allah’a (c.c.) arasındaki ilişki, kölesini bir iş için bir şehre gönderen efendiye benzer. Bu köle şehre girer ve ’Nerede oturacağım, kiminle evleneceğim?’ gibi konularla meşgul olur. Dolayısıyla asıl amacı olan efendisinin işini unutup kendi işleriyle meşgul olmaya başlar. Vakti geldiğinde efendisi köleyi geri çağırır. İşini yapmadığı için kölesine verdiği ceza, kendi işiyle meşgul olup efendisinin hakkını ihmal etmesi sebebiyle onu kendisinden uzaklaştırmak olur.
Ey mümin! İşte böylece Rabbin seni bu dünya yurduna gönderdi ve içerisinde kendisini hizmet etmeni emretti. Ve senin için gerekli tedbirleri aldı. Nitekim bir hadis-i kutside şöyle dendi: ’(Ey) Ademoğlu! Seni kendim için yarattım. (Diğer) her şeyi de senin için yarattım. Üzerindeki hakkım için, seni kendisi için yarattığım (zatımı bırakıp da) senin için yarattığımla meşgul olma.’18 İşte sen de böylece efendinin hakkını bırakıp kendi nefsinin tedbiriyle uğraşırsan doğru yoldan dönmüş, kötü bir yol tutmuş olursun. Allah’a (c.c.) rağmen tedbir alan kulun misali evini satan adama benzer. Evi sattıktan sonra sattığı kişiye gelip ’Eve şunu yapma, bunu yap!’ der. Evi satın alan kişi ise ’Sen evini bana sattın. Sattıktan sonra bu ev üzerinde bir yaptırımın yoktur!’ der ve şu ayeti okur: ’Muhakkak ki Allah müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır.’19 Hal böyle olunca mümine gereken kendini Allah’a (c.c.) teslim etmektir. Çünkü o nefsi yoktan var
eden ve satın alan Rabbidir. Tedbiri terk etmek de kendini Allah’a (c.c.) teslim etme kabîlindendir.


Son notlar
1 Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2000, Bâb:5, h.no:209, c. I, s. 222.
2 el-Kasas, 28/68.
3 Taberânî, Kebîr, Mektebetu’bni Teymiyye, Kahire, h.no:5942, c. VI, s. 185.
4 Buhârî, Rikâk, 31.
5 Şihâb el-Kudâî, Müsned, Müessesetu’r-Risâle- Beyrut 1989, Bâb:20, h.no:32, c. I, s. 54.
6 el-A’râf, 7/20.
7 ed-Duhâ, 93/4.
8 el-Bakara, 2/30.
9 el-İsrâ, 17/1.
10 el-Enfâl, 8/41.
11 Meryem, 19/2.
12 el-Cin, 72/19.
13 Bezzâr, Müsned –el-Bahru’z-Zehhâr-, Mektebetu’l-Ulûm Ve’l-Hikem, Medine 1988, h.no:5752, c. XII, s. 154.
14 Tirmizî, Menâkıb, 1.
15 ez-Zâriyât, 51/56.
16 el-Bakara, 2/61.
17 Hûd, 11/42-43.
18 İbnu’l-Kayyim el-Cevziyye, Tarîku’l-Hicrateyn Ve Bâbu’s-Seâdeteyn, Mektebetu’l-Mutenebbî, Kahire, ts., s. 254.
19 et-Tevbe, 9/111.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.