Özlenen Rehber Dergisi

157.Sayı

Takiyye

İbrahim Özdoğan Özlenen Rehber Dergisi 157. Sayı
15 Temmuz 2016 Cuma günü askeri koldan gerçekleştirildiği için ’darbe’ ismini alan büyük terör eyleminden bizleri halas eyleyen Allah’a hamdolsun. Bu yazımda tıpkı Şiîler gibi ’Fetö örgütü’nün de sıkça kullandığı ve kendisine caiz, hatta mecbur gördüğü ’takiyye’ konusunu ele alacağım.

Takiyye nedir?
Takiyye kelimesi sözlükte; ’kişinin canına veya malına yönelik bir tehlike karşısında inancını gizleyip gerektiğinde aksini söylemesi’ anlamında kullanılan bir terimdir. Arapça’da ’vikâye’ kökünden türeyen bu kelime ’kendini korumak, sakınmak’ manasına gelir.

Kur’an’da takiyye
Kur’ân-ı Kerim’de Âl-i İmrân Suresi 28. ayette: ’Müminler müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak onlardan gelebilecek bir tehlikeden korunmanız başkadır. Allah kendisine karşı sizi sakındırıyor. Sonunda dönüş Allah’adır.’ kavl-i şerifiyle ’takiyye’ye işaret edilir.
Bu ayet-i kerime, zaruret hali dışında kafirlerle dostluk kurmaktan sakındırmaktadır. Herhangi bir sebeple onların arasında kalınıp güçsüz duruma düşüldüğünde içten içe onlara buğzetmek ve onlara karşı beslenen kerahiyeti gizlemekle beraber bunu sadece dille söylemekle yetinmeyi şart koşmaktadır.
Peki bu zaruret nedir? Mesela; devletin önemli makamlarına gelebilmek için kadınların başını açtırmak bu zarurete girer mi? Ya da yetki sahiplerinin güvenini kazanmak için içki masalarına oturmak bu zarurete dahil midir?
Elbette zaruretten maksat bu değildir. Bahsettiğim yollara başvuran ve bunları caiz gören ’Fetö örgütü’nün amacı, istediği mevkilere geldiğinde şeriatı tesis edip İslam’ı yüceltmek miydi? Hayır!
Dini uğruna cezalara çarptırılan mazlum Müslümanlara umut ışığı olmak mıydı? Hayır!
Asıl amaç; Türkiye’nin uluslararası camiada ilerleyişini engelleyip tekrar İslam’a yönelen Türk toplumunu batıl itikat bataklığına sürüklemekti. Tam bu noktada çok veciz bir misal vermek istiyorum:
Vakti zamanında çiftlik sahibi bir zatın çiftliğini fareler basar. Tüm yöntemleri uygulamasına rağmen buna bir çözüm bulamaz. Bunun üzerine bir fareyi hapseder ve bir müddet aç bırakır. Daha sonra bu fareyi tek besin olarak başka farelerle beslemeye başlar. Fare artık kendi cinsini yemeye alışmıştır. Bu zat kendi cinsini yemeyi adet edinen fareyi çiftliğe salar ve kısa müddette çiftlik farelerden temizlenir. Bunun nedeni çiftlikteki farelerin kendilerinden sandıkları için bahsi geçen fareden kaçmamasıdır. İşte bu misalde Fetö örgütü elebaşısı ve mensupları bahsi geçen fare, onu yetiştiren de Türkiye’nin büyümesini istemeyen dış güçlerdir. Bu örgüt elebaşısı, kendisini bizden biri olarak göstermiş ve mensuplarına da bu düşünceyi aşılayarak kendinden şüphe ettirmemiştir. Yeterince güçlendiğinde ise gerçek yüzünü ortaya çıkarıp asıl amacı olan faaliyeti gerçekleştirmeye koyulmuştur.
Ancak burada İslam fıkhına çok zıt bir mesele bu amacın meşruiyetini kökten yıkar. O da takiyye yoluyla ele geçirilmek istenen ülkenin hükümet ve halkının kafir olmamasıdır. İşte bu gerçek fark edildiğinde bu terör eyleminin hiçbir İslamî dayanağı olmadığı ortaya çıkar.

Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat’e göre takiyyenin hükmü
Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat’e göre takiyyenin hükmü, Nahl Suresi 106. ayette: ’Kalbi imanla dolu olarak mutmain iken, dini inkâr etmeye mecbur bırakılıp da yalnız dilleriyle inkâr sözünü söyleyenler hariç, kim imanından sonra Allah’ı inkâr ederek gönlünü inkâra açar, göğsüne küfrü yerleştirirse, onlara Allah tarafından bir gazap, hem de müthiş bir azap vardır.’ emr-i ilahisiyle açıkça beyan edilmiştir. İbn-i Abbâs (r.anhümâ), ayeti tefsir eder nitelikte ’(Ayette belirtilen) sakınma (takiyye), kalp imanla (sabit ve) mutmain olduğu halde dil ile (küfür veya haram söz) söylemektir. Şu halde elini ne (suçsuz bir cana kastederek) uzatır ve (onu) öldürür, ne de bir günaha (uzatır ve onu irtikap eder). Zira (bu durumlarda) onun için hiç bir özür yoktur.’
1 buyurmuştur.
Ancak bu noktada takiyyenin bir vaciplik değil ruhsat ifade ettiğini bilmek gerekir. Ulemanın beyanı veçhile; ’takiyyeyi terk etmek daha efdaldir.’ Hanefî alimlerimiz (rh.aleyhim), küfre zorlandığı halde bunu yapmayıp öldürülen kimsenin diliyle kafirlik beyan edenden daha efdal olduğunu söylemişlerdir. Yine bu hususta İbn-i Abbâs (r.anhümâ) şöyle buyurmuştur: ’Noksanlıklardan münezzeh olan Allah müminleri, kafirlere yumuşak davranmalarından ve müminleri bırakıp da onları sır dostu edinmelerinden nehyetti. Ancak kafirler, kendilerine galip (üstün) olurlarsa müstesna, (o takdirde) onlara yumuşaklık ızhar ederler ve (fakat) din(î mevzular)da onlara muhalefet ederler.’2
Ebu’d-Derdâ (r.a.) ise bu hususa şöyle açıklık getirir: ’Muhakkak ki biz, kalblerimiz kendilerine mutlaka lanet ediyor olduğu halde birtakım toplulukların yüzlerine karşı dişlerimiz meydana çıkıncaya kadar gülümserdik.’3
Yine buna delil olarak Asr-ı Saadet’ten bir hadiseyi nakletmek istiyorum: Müşrikler ilk Müslümanlardan olan Ammâr (r.a.) ile babası Yâsir ve annesi Sümeyye (r.anhümâ)’yı dinden dönmeye zorlamış, babası ile annesi bunu reddedince öldürülmüş, Ammâr (r.a.) ise eziyetlere dayanamayıp sözle inkarda bulunmuştur. Daha sonra Ammâr b. Yâsir, Peygamberimize gelip: ’Sana sövünceye (kötü sözler söyleyinceye) ve onların ilahlarını hayırla anıncaya kadar (müşrikler tarafından) bırakılmadım (ölümden kurtulamadım).’ dedi. (Rasûlullah): ’Kalbini nasıl buluyorsun?’ buyurdu. (Ammâr): ’İmanla (sabit ve) mutmain.’ dedi. (Rasûlullah): ’Eğer dönerler (de sana karşı aynı muameleyi yaparlar)sa (sen de aynı şeyi) tekrar et.’ buyurdu.4

Şiîlik’te takiyye
Şiî mezhebinin birçok fırkasında takiyye fazla benimsenmiş, ruhsat verilen sınırları aşmış ve Şia’da bir iman alameti haline gelmiştir. Özellikle İmamiyye fırkasında muhaliflerin baskısından kurtulmak, isyan etmeye elverişli bir durum ortaya çıkıncaya kadar toplumun ve yöneticilerin dikkatini çekmemek için takiyye yöntemine başvurulmuştur. Onlara göre Rasûlullah (s.a.v.)’in vefatından sonra ilk üç halifenin hilafeti devrinde (güya) asıl hak sahibi olan Hz. Ali (r.a.)’ın sükut etmesi bir takiyye olduğu gibi, oğlu Hasan (r.a.)’ın Muaviye (r.a.) ile hilafet konusunda anlaşması da takiyye mahiyetindedir.
Ancak bu görüş zamanla dinin kafirler karşısında bir mümine tanıdığı ruhsatın ötesinde belirli Şiî grupların maksatlarına ulaşabilmek için uyguladıkları bir yöntem haline gelmiştir ki bu durum ülkemizde de ’Fetö’ yapılanmasıyla kendini göstermiştir. O kadar ki istenen sonuca ulaşabilmek için söylenen sözler zahir ve batın diye ikiye ayrılıp ilkini herkesin, ikincisini sadece mezhep mensuplarının anlayabileceği bir terminoloji oluşturulmuştur.
Şiîlerde bu durum o kadar ilerlemiştir ki takiyyenin, dinin onda dokuzunu teşkil ettiği , takiyyesi olmayanın dininin olmayacağı, söylenir. Şiîlere göre takiyye ancak, -itikatlarına göre kaybolan- on ikinci imamın ortaya çıkıp bütün dünyayı hakimiyeti altına alacağı devirle sona erecektir.
Seyyid Ahmed Kesrevî, ’Şia takiyyesinin, insanları yalancılığa sevkettiğini’ söylemiştir.
Takiyyenin Şia tarafından ilke edinilmesi, İslam mezheplerince bir kusur kabul edilmiş, dürüstlüğü ortadan kaldıran bir unsur diye nitelendirilmiştir.

Sonuç
Ehlisünnet’e göre takiyye, büyük bir belayı defetmek üzere anlık ya da kısa süreliğine cevaz verilmiş bir ruhsattır. Takiyyenin amacı daimiyeti gerektiren İslamî yaşam tarzını anlık ya da kısa süreli gizlenmeyle korumaktır. Kalıcı olması gereken İslamî yaşam tarzını korumayı sağlamayıp bilakis kendisi başlı başına bir yaşam tarzına dönüşen bir takiyye caiz olmaz. Mesela; namaz kılmayan veya takiyye niyetiyle başörtüsünü çıkaran birisi namazsızlığı ve baş açıklığını iç dünyasında normalleştirecektir. Bu da amacı tersine döndürür ve caiz olmaz.
Dolayısıyla takiyye yaparak Müslümanların itikatlarını zehirlemeye çalışan Mustafa İslamoğlu, Abdülaziz Bayındır, Mehmet Okuyan, Mustafa Öztürk gibi hoca görünümlü sahtekarlara karşı uyanık olmak ve diğer insanları uyarmak lazımdır.
Bütün bunların sonunda diyebilirim ki;
Bir fiili, takiyye olarak adlandırabilmek için onun takiyye şartlarına uygunluk arz etmesi gerekir.
Kulların her nefsî hareketlerine şeriattan bir delil getirmeye kalkmak Allah’ın dinini tahrif etmektir.
Allah (c.c.), ülkemizi takiyye yaparak itikadî ve siyasî anlamda ele geçirmeye çalışanlardan muhafaza buyursun. Amin!

Kaynaklar:
- TDV. İslam Ansiklopedisi, ’Takıyye’ Maddesi, Mustafa ÖZ, c.39, s.453, Ankara, 2010.
- Serdar Demirel, Vakit Gazetesi, 4 Temmuz 2010.
- Muhammed Ali es-Sâbûnî, Ravâiu’l-Beyân Tefsîru Âyâti’l-Ahkâm Mine’l-Kur’ân, s.371-378, Dâru’l-İzze, Haleb.
- Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît.

(Endnotes)
1 Hâkim, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, Tefsîr/Bakara, c.2, s.319, h.no:266/3149, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2002.
2 İbn-i Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân An Tefsîr-i Âyi’l-Kur’ân, c.5, s.316, Dâru’l-Hicr, Kahire, 2001.
3 Buhârî, Edeb, 82.
4 Beyhakî, es-Sünenü’s-Suğrâ, Mürted, 3, c.3, s.282, h.no:3183, Dâru’l-Vefâ, Mansûra, 1989.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

1 kişi yorum yazdı.