Özlenen Rehber Dergisi

162.Sayı

Hikem-i Atâiyye'den İnciler - 3.hikmet

İbrahim Özdoğan Özlenen Rehber Dergisi 162. Sayı
3. HİKMET
سَوَابِقُ الْهِمَمِ لَا تَخْرِقُ أَسْوَارَ الْأَقْدَارِ
’Himmetler ne kadar yüksek olursa olsun, kader surlarını aşamaz.’

Himmet; kalbin bir şeyi isteyip ona ihtimam göstermesi demektir. Bir başka ifadeyle eşyada Allâh (c.c.)’nun izniyle etkili olan nefs kuvvetidir. Bunlar evliya için keramet, sihirbazlar için istidrac olur. Eğer bu istek Allah (c.c.)’ı tanıyıp rızasını kazanmak gibi yüce bir işse bu ’Himmet-i Âliye’ (Yüce himmet) diye isimlendirildiği gibi dünya nasibi elde etmeyi istemek gibi değersiz bir işse bu da ’Himmet-i deniyye’ (Düşük himmet) diye isimlendirilir. İşte bu himmetler ne kadar yüksek olursa olsun kader surlarını aşamaz. Bir arif-i billah ya da bir mürid bir şeye ihtimam gösterir himmeti de o şeye karşı kuvvetli olursa yüce Allah (c.c.) bir anda o istediği şeyi yaratır. Böylece onun bu isteği Allah (c.c.)’ın iradesiyle meydana gelmiş olur.
el-Arabî (rh.a.) şöyle buyururdu: ’Sadık mürid, isimde fani olduğu zaman ne istese olur. Zatta fani olduğu zaman ihtiyaç duyduğu şey o istemeden olur.’ Bu söz konunun manasıdır ve doğrudur.
Sahih hadiste şöyle buyruldu: ’Muhakkak ki Allah şöyle buyurdu: ’Her kim benim bir veli (kulu)ma düşmanlık ederse, mutlaka ona harp ilan ederim. Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden (amellerden) bana daha sevgili olan hiç bir şeyle (amelle) yaklaşamaz. Kulum bana, nafile (ibadet)lerle yaklaşmaya devam eder. Nihayet onu severim. Onu sevdiğim zaman ise, onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli ve yürüdüğü ayağı olurum. Benden (bir şey) isterse mutlaka ona veririm. Şayet bana sığınırsa mutlaka onu korurum.’1
Bu hadise göre Allah (c.c.)’ın kaza ve kaderinde olmasına karar vermediği hiçbir şeyin olmasına imkan yoktur. Arifin himmeti eğer Allah (c.c.)’ın kaderinde olan bir şeyse yine O’nun izniyle olacaktır. Eğer arifin bu himmeti kaderde olmayacağına dair karar kılınan bir şeyse himmet çok güçlü de olsa kaderin kararını aşamaz. Bilakis kadere boyun eğer ve -devamlı vasfı olan- kulluğa devam eder. İsteği yerine gelmediği için üzülüp kederlenmez. Aksine asıl yeri olan kulluğa dönüp kul olabildiği için sevinç duyar.
Şeyh Ali (rh.a.) şöyle buyururdu: ’Biz bir şey dersek ve dediğimiz doğru çıkarsa bir defa seviniriz. Doğru çıkmazsa on defa seviniriz.’ Şeyh marifetullâh makamında olduğu için böyle söylemiştir. Evliyadan bazısına ’Rabbini ne ile tanıdın?’ diye sorulunca ’himmetlerin gerçekleşmemesiyle’ derdi.
Himmetler yüceliğine, hızlıca tesir etmesine, gerçekleşmesinin mümkün olmasına rağmen yıkılamayacak kadar sağlam olan çelik surlarla çevrili bir şehir gibi korunan ve değişmez olan Allah (c.c.)’ın kaderini yıkamaz, aşamaz. Ne kadar büyük olursa olsun hiçbir kuvvet oraya giremez. Buradan anlaşılan himmetlerin tesirsiz ve faaliyetsiz sebepler olduğudur. Hakiki manada tek fail tek olan Allah (c.c.)’tır. Himmetlerden gerçekleşmiş olanlar da yine O’nun kaza ve kaderiyledir.
Bu tesir bazen sahibi zayıf bile olsa himmetin yüksekliğiyle meydana gelir. Sihir ve nazar da bunun gibidir. Sihir ve nazar sebeptir. Hakiki müessir sihir ve nazar değil, hayrın ve şerrin yaratıcısı olan Allah (c.c.)’tır. O halde himmet, keramet ve istidrac takdir surlarını geçemiyorsa, adi himmetin ezelde belirlenmiş kader karşısında ne önemi olabilir? Ancak yine de vahid ve kahhar olan Allah (c.c.) dilemeden hiçbiri gerçekleşemez. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurdu:
’Allah’ın izni olmadıkça o sihirle kimseye zarar veremezlerdi.’2
Bir başka ayette:
’Gerçekten biz, her şeyi bir kader ile yarattık.’3
Bir başka ayette:
’Allah’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz.’4 buyrulmuştur.
Peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmaktadır: ’Her şey kaderledir. Hatta acziyet ve gücü yetmek yahut gücü yetmek ve acziyet bile!’5
Söz konusu hikmette geçen ’yüksek himmetler’ tabirinden zayıf himmetlerin gerçekleşmesi ihtimalinin de zayıf olduğu anlaşılmaktadır. ’Aşma’ ve ’sur’ kelimelerinin mecazen kullanılması iki tarafın da yani himmetin de kaderin de güçlü olduğuna işaret eder. Ancak kahir olan Allah (c.c.)’ın kaderi elbette galip gelecektir. Bu kahra karşı her bakımdan sınırlı olan aciz kulun kuvvetine itibar edilmez.
Ancak kadere karşı olan bu boyun eğiş sülûk erbabını yani Hak yoluna girmiş kimseleri, Cebriye mezhebine davet etmek değildir. Cebriye mezhebi şeriat hükümlerini kaldıranların yoludur, ona doğrudur denilemez ama âriflerin vahdet makamına ulaşmalarına gayretli olmaları gerekir. Bu makam, onlara hakikatin halvet yeridir. Hakikat ortaya çıktığında hayret ve iskat-ı izafât burada irfanın kendisi olur. Burası vuslat olduğundan caizdir; ibadet artık külfet olmaktan çıkmış, zevk ve lezzetle yapılmaktadır.
Ebû Hureyre (r.a.), nefsânî şehvetlerden, şeytanî düşüncelerden kurtulmak için hadım olmak üzere Peygamberimiz (s.a.v.)’den izin isteyince şu cevabı aldı: ’Ey Ebû Hureyre! Senin kavuşacağın şeyi (yazmak)la kalem(in mürekkebi) kurumuştur. Buna göre (ister) hadımlaş, is­ter bırak (fark etmez).’6 Yani olacak oldu, ister öyle yaşa, ister böyle.

Cebr olmayıp irade-i cüz’iyye olsa da
Kim fi’lini muhalif hükm-i kader eder

(Gerçi cebr yoktur, cüz’i irade vardır. Ama yine de kim kaderin hükmünün tersine bir şey yapabilir? Kimse kaderin hükmünden dışarı çıkamaz, ona aykırı bir iş işleyemez.)

(Endnotes)
1 Buhârî, Rikâk, 38.
2 el-Bakara, 2/102.
3 el-Kamer, 54/49.
4 el-İnsân, 76/30.
5 Müslim, Kader, 4.
6 Buhârî, Nikâh, 8.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.