Özlenen Rehber Dergisi

165.Sayı

6.HİKMET (HİKEM-İ ATÂİYYE’DEN İNCİLER)

İbrahim Özdoğan Özlenen Rehber Dergisi 165. Sayı
لَ يَكُنْ تَأَخُّرُ أَمَدِ الْعَطَاءِ مَعَ الِْلْحَاحِ فِي الدُّعَاءِ مُوجِبًا لِيَأْسِكَ
فَهُوَ ضَمِنَ لَكَ الِْجَابَةَ ف۪يمَا يَْتَارُهُ لَكَ لَ ف۪يمَا تَْتَارُ لِنَفْسِكَ وَفِي الْوَقْتِ الَّذ۪ي يُر۪يدُ لَ فِي الْوَقْتِ الَّذ۪ي تُر۪يدُ

’Dualarında ısrar etmene rağmen, icabetin gecikmesi ümitsizliğine neden olmamalıdır. Zira O (Allah) (c.c.) senin seçtiğine değil kendi seçtiğine, senin istediğin vakitte değil kendi istediği vakitte icabet edeceğini vaat etmiştir.’

Bir şeyde ısrar etmek o şeyin bir yönden tekrarlanması, dua kulluk zemininde rablik yüceliğinden edeple talepte bulunmak, ümitsizlik ise tüm arzuların, emellerin kesilmesi demektir.

Allah’ın (c.c.) isimlerinden olan ’Kayyûm’ kıyamda çok mübalağa eden demektir. Allah Teâlâ (c.c.) gökten yere kadar tüm yarattıklarının işlerini yönetir, her şey için belirli bir vakit, bilinen bir ecel, şekil, paylaştırılmış bir rızık tayin eder. Ecelleri geldiğinde ise ne bir an geri kalabilirler ne de öne geçebilirler. Kulun kalbi dünya ve ahiret ihtiyaçlarından bir ihtiyaca bağlandığı zaman Allah’ın (c.c.) vaadine dönmeli, Allah’ın ilmine kanaat etmeli ve hırs yapmamalıdır. Zira hırsta yorgunluk ve zillet vardır.

Arabî (rh.a.) şöyle buyurdu: ’İnsanlar, ihtiyaçlarını onlara hırs göstererek ve onlar üzerinde çalışarak gideriyorlar. Biz ise ihtiyaçlarımızı onlara karşı zühd göstererek ve onları bırakıp Allah’la (c.c.) meşgul olarak gideriyoruz.’

Eğer kul dua etmek isterse, duası kulluk olmalıdır, bir nasip elde etmek değil. Eğer kul nasipleri terk ederse üzerine nasipler yağar. Eğer bir şey isterse ve o istediğinin verilmesi gecikirse sözünde durmadı diye Allah’ı (c.c.) suçlamamalıdır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurdu: ’Bana dua edin, siz(in duanız)a icabet edeyim.’1 Kul o isteğini elde etmekten ümidini kesmemelidir. Çünkü Allah (c.c.) ona dünya ve ahiret hayırlarından icabet edeceğini kendi dilediği vakitte gerçekleştireceğini vaat etti. Zira Allah Teâlâ (c.c.) bazen kulu, bu isteğin ona layık olmaması sebebiyle men etmekle ona lütfetmiş olur. Şeyh Ebu’l-Hasen bu hususta şöyle buyurmuştur: ’Allah’ım! Biz bildiğimiz yerden gelecek olan bildiğimiz zararı engellemekten aciz kaldık. Ya bilmediğimiz yerden gelecek olan bilmediğimiz zararı nasıl engelleriz!’
Bazı müfessirler: ’Rabbin dilediğini yaratır ve seçer. Onların ise seçim hakkı yoktur. Allah (c.c.), onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir.’2 ayetini şöyle tefsir etmiştir: ’Yani Allah (c.c.) onlar için kendisinde yine onlar için hayır olan neyse onu seçer.’ Bazen Allah (c.c.) kulunun duasına icabet eder ama onun için daha uygun ve faydalı olan bir vakit belirler ve onu dilediği o vakitte verir kulun dilediği vakitte değil. Bazen de bu isteği kabul etmeyi keramet ve beka yurdu olan ahirete erteler ki bu kul için daha hayırlı ve bakidir. Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.): ’Günah veya akrabalık bağını koparmak için dua etmediği ya da (duasında) acele etmediği sürece Allah’a bir dua ile dua eden bir kişiye mutlaka icabet edilir. (İcabet şöyle olur:) Ya (isteği) kendisine dünyada derhal verilir. Ya (duası) onun için ahirette (mükafat olarak) saklanır. Ya da dua ettiği miktar günahlarından (bir kısmı) ondan affedilir.’ buyurdu. (Ashab): ’Yâ Rasûlallâh! (Duasında) nasıl acele eder?’ dediler. (Rasûlullah): ’Rabbime dua ettim, (ancak) bana icabet etmedi!’ der.’ buyurdu.3

Şeyh Abdülaziz el-Mehdevî (rh.a.) şöyle demiştir: ’Kim duasında kendi seçimini terk etmeyip Allah’ın (c.c.) seçimine razı olmazsa kendisi için şöyle denilenlere yaklaşmış olur: ’Onun hacetini giderin, sesini duymak istemiyorum.’ Eğer kendi nefsi için yaptığı seçime değil de Allah’ın (c.c.) seçimine razı olursa isteği verilmese bile icabet edilmiş sayılır. Zira işler ve ameller sonlarına göre değerlendirilir. Bazen ise icabet dua edenin bilmediği şartlara bağlanır. Bilinmeyen şart da yerine getirilmeyeceğinden duada icabet eseri görülmez: ’(Onlar mı hayırlı) yahut kendisine dua ettiği zaman zorda kalmışa icabet eden ve başa gelen kötülüğü kaldıran, sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı?’4 Ayette icabet zorda kalma hali şartına bağlanmıştır.’

Kul mutluluğu kendi iradesinde değil, Hakk’ın (c.c.) iradesinde aramalıdır. Çünkü Cenâb-ı Hak (c.c.) işlerin sonunu bilir. Başta görülen hal, işin sonunu ve gerçek durumunu değiştirmediği için başta kötü görülen haller, güzel ve iyi olarak ortaya çıkabildiği gibi, güzel görülen çok işlerin sonu kötü gelebilir. Bakara suresinde bu hikmeti: ’Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.’5 ayeti beyan eder.

Duanın kabulünün gecikmesi ümitsizlik ve usanç vermemelidir. Madem ki Mü’min suresinde duaya icabet edeceğini vaat etmiştir, kabul eserlerinin erken veya geç ortaya çıkmasında başka hikmet bulunduğu düşünülmelidir. Hekim hastalığı hastanın istediği gibi değil, hastalığın gerektirdiği şekilde tedavi eder.

Cenâb-ı Hak da (c.c.) bu hikmet şifahanesinde tabiî hallerin ve nefsanî arzuların hastası olan kullarına tedavi kabilinden olan icabet eserlerini, onların istediği şeylerde değil, onların menfaatine kendi seçtiği yerde, onların dilediği vakitte değil, kendi dilediği zamanda ortaya çıkarır. Kulların acele etmesi, ilâhî takdiri çabuklaştırmaz, onların gecikmesi geciktirmez.

Ebu’l-Hasen eş-Şâzelî Hazretleri:
’Sadık müritler, dünya işlerinden bir işi seçmemelidir. Seçmek gerekirse seçmemeyi seçmeli, bundan da Cenâb-ı Hakk’a kaçmalıdır.’ buyurmuştur.
Yatalak olan Ebu’l-Abbas el-Mursî Hazretlerini ziyarete gelen bir kimse:
’Allah afiyet versin!’ diye hatır sorduğunda cevap vermemiş, üç defa tekrar edince sabredemeyerek:
’Senin istediğin afiyeti ben istemem, benim afiyetim şu uğradığım haldir. Zira Habib-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) Cenâb-ı Hakk’tan (c.c.) afiyet dilemişken Hayber Fethinde Yahudi’nin getirdiği zehirli kuzuyu yemeleri ve zehrin seneler sonra ortaya çıkıp tesir etmesiyle vefat eylemişlerdir. Yine halifeleri de afiyet istemişken bir şekilde şehit olmuşlardır. Eğer afiyet istersen, günah hastasına afiyet bağışlayan Allah’ın istediği afiyeti iste!’ buyurmuşlardır.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.):
’Günah veya akrabalık bağını koparmak için dua etmediği sürece, bir dua ile dua eden bir kişiye Allah mutlaka (ya) dilediğini verir veya onun (yani ettiği dua) kadar bir belayı ondan def eder.’6 buyurmuşlardır.
Şartını yerine getirerek duaya el kaldıran her duacı mutlaka duasına icabet elde eder. Fakat istediği şey hayırlı olmazsa, kabul edilmemesi bazen icabetin ta kendisidir veya ahirete bırakılması hikmete ve işin gereğine uygundur. Hal böyleyken icabette acele etmek hikmete uymadığı gibi, her duanın kabulünde acele edilmedikçe kabul hedefine ulaşacağı bildirilmiştir.

Allah’ın (c.c.) Davud (a.s.)’a hitaben: ’Günahkârların inlemesi, bana sıddıkların feryadından daha sevgilidir.’7 buyruğuna bakarsak, dua edenin Cenâb-ı Hak (c.c.) tarafından sevilmesi bazen kabulünü geciktiriyor. Tersine dua edene gazap edilmesi ise kabulünü çabuklaştırıyor.

Kula gereken kendisini Mevla’sına teslim edip isteği ve hevesi karşı gelse de tüm hayrın Allah’tan geldiğini bilmesidir. Dua edip Mevla’sından bir şey istediği zaman ve o şeyde hayır olduğu zaman mutlaka icabet edileceğini inanır: ’Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına icabet ederim.’8
Yezîd er-Rakkâşî (r.a.)’den rivayet edildiğine göre muhakkak ki o şöyle demiştir: Kıyamet günü olduğu zaman Allah Teâlâ kulun dünyada edip de icabet etmediği her duayı ortaya döker ve ona: ’(Ey) kulum! Filanca gün bana dua ettin de (ben) senin duanı senin için tut(up sakla)dım. İşte bu, bu dua(ya icabet)in yerine olan sevaptır.’ buyurur. Ve kula sevap verilmeye devam eder, öyle ki (kul, Allah’ın dünyada) icabet ettiği hiçbir duanın olmamasını temenni eder.9

Bir hadiste şöyle buyrulmuştur: ’Acele edip: ’Dua ettim (ancak) bana icabet olunmadı (duam kabul olmadı).’ demediği sürece sizden (her)birin(in duasın)a, icabet olunur.’10

Musa ve Harun (a.s.), Allah’ın bize bildirdiği gibi Firavun’un aleyhinde dua etti: ’Ey Rabbimiz, sen onların mallarını silip süpür ve kalplerine darlık ver, çünkü onlar elem dolu azabı görünceye kadar iman etmezler.’11

Allah Teâlâ (c.c.) bunun üzerinde onların duasına icabet ettiğini şu ayetle bize haber verdi: ’Allah da, ’Her ikinizin de duası kabul edildi. Öyleyse istikamette devam edin ve sakın bilmeyenlerin yoluna gitmeyin’ dedi.’12 Allah’ın (c.c.) ’Her ikinizin de duası kabul edildi’ sözüyle Firavun’un helaki arasında kırk sene vardı.

Ebu’l-Hasen eş-Şazelî (rh.a.), ’Öyleyse istikamette devam edin’ ayetine ’istediklerinizde aceleci olmayın’ şeklinde, ’sakın bilmeyenlerin yoluna gitmeyin’ kısmına da ’onlar icabette aceleci olanlardı, halbuki seni duaya devam etmekle elde edilecek Allah sevgisi ve rızasına erişmek şerefine erişmen için beklettim’ şeklinde mana vermiştir. Rasûlullah (s.a.v.)’den rivayet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: ’Muhakkak ki Allah Azze ve Celle, duada ısrarcı (devamlı) olanları sever.’13
Bir hadiste ise şöyle buyurmuştur: ’Bir kimse (Allah yolunda) uzun sefere çıkar, saçları dağılmış, toza toprağa bulanmış bir halde: ’Yâ Rab! Yâ Rab!’ (diye dua ederek) ellerini semaya uzatır. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve haramla beslenmiş olur. Böylesin(in duası)na nasıl icabet edilir?’14

’Duaların etkisi mükemmeldir. Ancak bunu delalette olanlar kabul etmez.’

Devam üzre duâ eyler iken dergâh-ı Yezdan’a

Teehhur mûcib-i ye’s olmasın hiç vakt-i i’tâda

Fakat ber-vefk-i kâm olmaz kabûlü çünkü zâmindir

İrâde ettiği yerde murad ettiği eşyâda

Son notlar
1 el-Mü’min, 40/60.
2 el-Kasas, 28/68.
3 Tirmizî, Deavât, 133; Muvattâ, Kur’an, 8.
4 en-Neml, 27/62.
5 el-Bakara, 2/216.
6 Tirmizî, Deavât, 9.
7 Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2000, Bâb:47, h.no:7251, c. V, s. 452.
8 el-Bakara, 2/186.
9 Ebu’l-Leys es-Semerkandî, Tenbîhu’l-Ğafilîn, Mektebetu’l-Îmân, Kahire 1994, h.no:607, s. 314.
10 Buhârî, Deavât, 22.
11 Yûnus, 10/88.
12 Yûnus, 10/89.
13 Taberânî, Kitâbu’d-Duâ, Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, Beyrut 1987, h.no:20, c. II, s. 794.
14 Müslim, Zekât, 19.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.