Özlenen Rehber Dergisi

27.Sayı

Dinler Arası Diyalog Nedir? Ölçüsü Ne Olmalıdır?

Recep Faruk KARABAL Özlenen Rehber Dergisi 27. Sayı
Diyalog, genel olarak, iki veya daha fazla kişinin karşılıklı konuşması, farklı ırk ve kültürlerden, farklı inanç ve kanaatlerden, farklı siyasi anlayıştan insanların bir araya gelerek, medeni ölçüler içerisinde birbirleriyle görüş alışverişi yapmalarıdır.(1) Dini alanda ise diyalog, hem aynı dinden kaynaklanan grupların kendi aralarında, hem de farklı dinlere mensup insanların, inanç ve düşüncelerini birbirlerine zorla kabul ettirme yoluna gitmeden, birbirlerine sıcak ve hoşgörü ile bakabilmesi, ortak meseleler etrafında konuşabilmesi, tartışabilmesi ve işbirliği yapabilmesidir.(2)
Dinler arası diyalog konusu, özellikle son zamanlarda artan misyonerlik çalışmalarıyla birlikte ülkemizde daha sık gündeme gelmeye başlamıştır. ’Bir Müslüman için, Müslüman olmayan bir insana karşı hoşgörünün sınırı ne olmalıdır?’, ’Müslüman olmayanlarla işbirliği yapılabilir mi?’ ’Yapılırsa hangi konularda yapılabilir?’ gibi sorular dinler arası diyalogla ilgili tartışmaların odak noktasını teşkil etmektedir. Bir kısım insanlar yukarıda tarif edildiği şekilde bir diyalogun, bir Müslüman için söz konusu olamayacağını ifade ederken, bir kısım insanlar da bu hoşgörünün sınırlarını ’Yahudi ve Hıristiyanlardan ’La ilahe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)’ diyenler de cennetliktir’ diyebilecek kadar geniş tutmaktadırlar.
Yahudi ve Hıristiyanlardan ’La ilahe illallah’ diyenlerin cennetlik olduklarını, Allah katında yaptıkları işlerin boşa çıkmayacağını ifade edenler, görüşlerini şu âyet-i kerimeye dayandırmaktadırlar: ’Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiîler, bunlardan her kim Allah’a ve ahiret gününe gerçekten îman eder ve salih amel işlerse elbette Rabbleri katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir.’(3)
Bu âyet-i kerimenin tefsirinde Elmalılı Hamdi Yazır özetle şunları söylemektedir: ’İnsanlar Âdem’in sülbünden yeryüzüne indikleri zaman Cenâb-ı Allah kendilerine: ’Eğer Ben’den size bir hidayet gelir de kim Benim hidayetime uyarsa, işte onlara herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü de çekmeyecekler.’(Bakara, 2/38) diye, herhangi bir zamanda gelen hidayetine uymaları şartıyla bunu vaad etmemiş miydi? İşte Âdem’in tevbesinin semeresi olan o ilahî va’d, ebediyete kadar sürüp gidecek bir genel kanundur. Ve bu âyet ilahî kanunun bir inkişafıdır. Şu halde Yahudiler gibi zillet ve meskenete düşenler ve Allah’ın gazabına uğramış olanlar bile her ne zaman tevbe eder, Allah’a ve ahiret gününe cidden îman ederek, Allah’ın son zamanda gönderdiği hidayete uyar ve ona göre salih amel işlerlerse o gazaptan kurtulurlar. Ve Allah katında ecir ve mükafat bulurlar? Bu sûrenin baş tarafında: ’İşte onlar Rabblerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve gerçekten kurtuluşa erenler de ancak onlardır.’(Bakara, 2/5) müjdesinin Allah Rasûl’üne ve O’nun getirdiği kitaba inanlara mahsus olduğu bilinmektedir ve bunda: ’Sana indirilene ve Sen’den önce indirilene inananlar.’(Bakara, 2/4) şartı da bulunmaktadır. Bunun için ahirete îman ve gerçek anlamda yakîn de bütün peygamberlerle birlikte Hz. Muhammed (s.a.v.)’e ve O’na indirilen kitaba îman etmiş olanlara mahsus bulunduğu tebliğ edilmişti. Şu halde, cümlesiyle beyan buyrulan gerçek îmanın ’Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderilmesinden sonrakiler’ diye tefsir edilmesi lazım geldiğinde hiç şüphe yoktur. Zaten bu âyetin bilhassa bu noktadan İsrailoğulları’na hitap şeklinde bir icmal olup, bütün bu açıklamaların İslâm dinine davet sadedinde ve ’Sizin yanınızda bulunan kitabı doğrulayan bu kitaba (Kur’ân’a) îman edin ve onu ilk inkâr eden olmayın!’(Bakara, 2/41) ilâhî emrini desteklemek için gelmiş olduğunda şüpheye yer yoktur. Hz. Muhammed’in peygamberliğinden önce Allah’a ve ahiret gününe îman eden ve iyi amel işleyenler bile Tevrat ve İncil’in hükmünce geleceğin büyük peygamberine îman ile mükellef idiler, buna işaret olmak üzere ’Ahdimi yerine getirin.’(Bakara, 2/40) buyrulmuştu. Böyle iken Hz. Muhammed’in peygamberliğinden sonra O’nu inkâr edenler arasında gerçek îman ehli bulunduğu varsayımına imkan kalır mı? Allah’a ve hesap gününe îmanı bulunan ve bu îman ile uyumlu salih amel işleyecek olan kimselerin Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr etmelerine imkan tasavvur olunabilir mi?’
Bu konuda dayanak olarak aldıkları ikinci bir âyet-i kerime ise şudur: ’Kitap ehlinin hepsi bir değildir, ehl-i kitap içinde doğruluk sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah’ın âyetlerini okurlar. Onlar Allah’a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten men ederler, hayırlı işlere koşuşurlar, işte bunlar iyi insanlardandır. Onların yaptığı hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takva sahiplerini çok iyi bilir.’(4) Bu âyetin iniş sebebi hakkında birkaç rivayet vardır:
1- Abdullah b. Selam, Sa’leb b. Said ve Üseyd b. Ubeyd gibi zatlar Müslüman oldukları zaman diğer Yahudiler bunların aleyhinde bulunmuşlar küfür ve hüsranlarından bahsetmişlerdi. Bunlara karşı, onların faziletlerini açıklamak hakkında bu âyet inmiştir.
2- Necranlılardan kırk, Habeş’ten otuz iki, Rum’dan üç kişi ki toplamları yetmiş beş zat İsa (a.s.)’ın dini üzereyken Muhammed (s.a.v.)’i tasdik ederek îman etmişlerdi. Âyet bunlar hakkında inmiştir.
3- Peygamberimizin Medine’ye gelmesinden önce Ensar arasında Esad b. Zürare, Berar b. Ma’rur, Muhammed b. Mesleme ve Ebu Kays b. Sırme b. Enes muvahhidîn (Allah’ı bir tanıyanlar)den idiler. Cünüp oldukları zaman guslederler ve bildikleri kadar Hanif dini ile amel ederlerdi. Rasûlullah (s.a.v.) gelince derhal tasdik edip, O’na yardım ettiler. Âyet-i kerimeler bunlar için indi.’
Görüldüğü gibi ’Yahudi ve Hıristiyanlardan tevhit ehli olanlar, Rasûlullah’ın peygamberliğini, dolayısıyla Kur’ân-ı Kerim’i kabul ve tasdik etmese de cennete gidecektir’ diyenlerin görüşlerini dayandırdıkları âyetlerin manasının, onların anlamaya çalıştıkları manayla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bu görüşün yanlışlığını Kur’ân-ı Kerim’de ve hadislerde açıkça ortaya koyan daha pek çok ifade bulunmasına rağmen, hepsini burada zikredemeyeceğimiz için bu kadarla yetiniyoruz.
Kaldı ki Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, Yahudi ve Hıristiyanlarla olan ilişkilerin ne seviyede olması gerektiğini örnek yaşantısında ortaya koymuştur. Medine’ye hicret edildiğinde oradaki Yahudilerle Medine Vesikası denilen bir anlaşma imzalamış ve onlar anlaşmayı bozana kadar Müslümanlar Yahudilerle aynı şehirde yaşamışlardır.
Yine Efendimiz (s.a.v) Hıristiyan olan komşu devlet reislerine mektuplar göndermiş, onları İslâm’a davet etmiştir. Bu davetlerden biri de Yemen’deki Necran şehri halkına yapılmış, onlar da 60 kişilik bir heyetle Medine’ye gelmişlerdi. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz onlara Mescid-i Nebevi’de kendi dinlerince ibadet etmelerine bile izin vermiş, yanlış inançlarını düzeltmek için onlarla uzun uzun karşılıklı konuşmuş, fakat Hıristiyan heyeti kendi dinlerinde kalmak isteyince, cizye vererek İslâm devletine bağlanmak şartıyla Allah Rasûl’ü onlara dokunulmayacağını ifade etmiştir.(5) Ancak kesinlikle onların yanlış inançlarını onaylamamış, aksine Allah’ın şu emirlerini onlara tebliğ etmiştir:
’Artık Sana ilim geldikten sonra kim Seninle onun hakkında çekişirse de ki: ’Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarımızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım. Sonra Allah’a dua ve niyaz edelim de O’nun lanetini yalancıların üstüne okuyalım..’(6) ’Onlara de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız Bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün? Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz ki Allah o kafirleri sevmez?’(7)
Efendimiz’in devrinde Müslümanların ehl-i kitapla ilişkilerini anlatan rivayetler, onlara karşı gösterilecek hoşgörünün sınırlarını bize açıkça bildirecek kadar net bir biçimde elimize ulaşmıştır. Diyalog konusunda da ölçümüz diğer konularda olduğu gibi Allah’ın kelâmı, elçisinin hayatı olmalıdır.


-------------------------------------------------

1. Anabritannica, ’Diyalog’ maddesi.
2. Tümer, Günay - Küçük, Abdurrahman, Dinler Tarihi, Ankara-1997, s. 426.
3. el-Bakara, 2/62.
4. Âl-i İmrân, 3/113-115.
5. Aydın, Mehmet, Hz. Muhammed (a.s.) Devrinde Müslüman - Hıristiyan Münasebetlerine Bir Bakış, s. 90-92.
6. Âl-i İmrân 3/61.
7. Âl-i İmrân 3/31-33.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • yunus

    çok iyi bir metindi

1 kişi yorum yazdı.