Özlenen Rehber Dergisi

27.Sayı

Siyer-i Nebi (16. Bölüm)

Ayhan ÖZKAN Özlenen Rehber Dergisi 27. Sayı
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), nice zorluklarla İslâm’ı tebliğe başlayalı henüz on yıl geçmemişti ki, iki büyük zorlukla daha karşılaştı. Bu dönemde kendisine en fazla yardım ve destek veren sevgili annemiz, sadık eş Hz. Hatice’yi (r.anhâ) ve amcası Ebû Talib’i kaybetti. Bu yıla hüzün yılı denildi.
Hüzün yılından sonra Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) Taif’ten de istediği ilgiyi göremedi. Hakîkâti göremeyen Taifliler, O yüce insana işkence ve eziyette bulundular. Peygamberlik vazifesinin en sıkıntılı dönemini yaşamakta idi. İşte böyle bir zamanda Allah’u Teâlâ, Rasûlullah (s.a.v.)’i Miraç mucizesi ile kuvvetlendirdi ve O’nu katına davet etti. O ulu davet her türlü sıkıntının unutulması, verilen göreve daha candan sarılma demekti.
İsra ve Miraç mucizesi hicretten bir, bir buçuk yıl kadar önce, Mekke’de, mübarek bir gecede vuku bulmuştur. Bu mucize hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
’Noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf olan Zât-ı Ecelli Âlâ, en has kulu olan Habîb’ini, gecenin küçük bir cüz’ünde, Mescîd-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürdü. Biz, O Mescid-i Aksa’nın etrafını, maddî ve manevî müzeyyenat ile Habîbimiz’e, mûcizelerimizden bâzısını gösterelim diye süsledik. Şüphe yok ki, her şeyi hakkıyla gören ve işiten Allah’tır.’( 1)
Miraç, insan aklının kavrayamayacağı, lâhutî bir hadisedir, metafiziktir, mâbâ’dü’t-tabîadır (akıl üstü bir şeydir). Tek kelimeyle, mucizedir. İnsan, akıl kantarı ile onu tartamaz. Tartmaya kalkışılırsa terazi kırılır. Bunda, zaman ve mekân kaydı, mesafe ortadan silinmiştir. Bu, Peygamberimiz (s.a.v.)’in ilâhî lutfa mazhar oluşudur. Îmanımızı ölçen ayrı bir kavramdır.
Fahr-i Kâinat (s.a.v.) bu hususta mealen buyuruyorlar ki: ’Miraca götürüldüğüm gece, Ben Mekke’de, uyku ile uyanıklık arasında iken Cebrail geldi: ’Kalk yâ Muhammed (s.a.v.)! Dedi. Kalktım, bir de baktım ki yanında Mikail ve İsrafil (a.s.) da var. Kardeşim Cibril’e sorduğumda dedi ki: ’Yâ Muhammed! Rabb’im Teâlâ, beni Sana gönderdi. Bu gece, bundan önce hiç kimseye yapmadığı ve bundan sonra da hiç kimseye yapmayacağı ikramı Sana lütuf ve ihsanda bulunacak. Sen Rabb’inle konuşmayı ve O’nu görmeyi istiyorsun. İşte bu gece, Sen, Rabb’inin acâibâtından, O’nun azamet ve kudretinden çok şeyler göreceksin.’ dedi ve çok güzel, beyaz, Burak denen acîp bir vasıtaya bindirilerek yola çıkarıldım.
Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya
Aldığı kutsal görevi yerine getirmeye çalışan Burak, adımını gözünün erişebildiği yerin ilerisine atıyordu. Hem de daha önce hiç yürümediği bir gayretle. Çünkü Kâinatın Efendisi’ni Âlemlerin Rabb’ine götürüyordu. Peygamberimiz, Cebrail ile birlikte Beyt-i Makdis’e (Mescid-i Aksa’ya) vardı. Orada, Peygamberlerden Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve gelmiş geçmiş bütün Peygamberlerin ve bütün Evliyâullâhın ruhaniyetini toplanmış halde buldu. Fahr-i Kâinat’ı bekliyorlardı. Peygamber Efendimiz her biri ile ayrı ayrı musafaha etti. Hâl ve hatırlarını sordu. Onlar da Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) olan özlemlerini gidermeye çalıştılar. O’nun (s.a.v.) arkasında namaz kılma şerefine nail oldular. Efendimiz (s.a.v.) hepsine imam olarak iki rekât namaz kıldırdı.
Mescid-i Aksâ’dan Göklere
Peygamber Efendimiz, Mescid-i Aksa’dan, Cebrail (a.s) ile birlikte göklere yükseltildi. Melekût âlemini doya doya seyretti. Cebrail (a.s.) yedinci kat semadan Peygamber Efendimizi alıp öyle bir fezaya çıkardı ki, Peygamberimiz orada, kaderleri yazan kalemlerin cızırtılarını duyuyordu. Zaman ve mekan durmuştu. Zamanın ve mekanın durduğu bir noktada idi. Daha sonra Peygamber Efendimize, Sidretü’l Münteha safhası açıldı. Miraçta, Peygamber Efendimize her an bir âlem gösterilmiş, gezdirilmiş, sevdirilmiş ve çok memnun, hayretler içinde kalarak Mevlâ’dan bu hayretlerinin tezyidini dilemiştir. Peygamberimiz (a.s.): ’Ben, miraçtan daha güzel bir şey görmüş değilim.’ buyurmuşlardır.
Peygamber Efendimiz, Miraç gecesinde ilâhî tecellilere, hitaplara, iltifatlara mazhar oldu. Bakara suresinin son iki âyeti, ümmetinden Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmayanların cennete gireceği müjdesi ve beş vakit namaz Cenâb-ı Hakk tarafından hediye edildi. Rabbimize sonsuz şükürler olsun ki, kendisine kıymet ve ikramda bulunduğu güzel Peygambere bizleri ümmet eyledi.
Miraç Mucizesini Müşrikler Nasıl Karşıladı?
Peygamber Efendimiz, Miraç sabahı halkın yanına gidip, onlara Miracını haber verdi. Her ne gördüyse baştanbaşa anlattı. Maalesef îmanı zayıf olanlardan bir kısmı buna inanmayıp irtidat etti ise de büyük ekseriyet bu mucizeye inandı ve îmanları kuvvetlendi. Bunu aklıyla tartmağa kalkışanlar şaştılar: ’Yâ Muhammed (s.a.v.)! Buna delilin nedir? Biz bunun bir benzerini daha işitmedik.’ dediler.
Peygamber Efendimiz: ’Buna delil, filan oğullarının devesine, filan vadide, filan yerde rastladım. Develerini kaçırmışlar arıyorlardı. Onları, develerine doğru kılavuzladım ve Ben Şam’a yöneldim. Başka bir delil de; sizlere ait bir kafileye Ten’in yokuşunda rastladım ki, önde toprak renginde siyahî tonlarda bir deve vardı. Üzerinde iki çuval bulunuyordu. Birisi siyah, öbürü alaca renkli idi.’ buyurdu.
Halk, acele Seniyye mevkiine çıktılar. Başkaları gidip kavuşmadan kendilerine tarif edilen ilk deveyi karşıladılar. Deve aynen bildirildiği gibiydi. Müşrikler, Mekke’ye gelen başka kafilelerden de sordular. Onlar da: ’Doğrudur. Vallahi biz anlattığı gibi, vadide, dağıldığı zaman devemizi yakalayıncaya kadar, bizi kendisine çağıran bir insan sesini işitip deveye kadar götürüldük.’ dediler.
Peygamber Efendimize ’Mescid-i Aksa’yı tarif et’ denince Beyti Makdis, Peygamber Efendimizin mübarek gözlerinin önüne getiriliverdi. Allah Rasûl’ü, bir ekrandaki görüntü misali bakarak, kapılarını, pencerelerini hepsini birer birer saydı, tarif etti. Buna rağmen Kureyş müşrikleri inat ve hasetlerinden dolayı inanmak istemiyorlardı. Miraç haberini kabule yanaşmadılar. Kibirlendiler. Miracı, akla uzak görerek: ’Kervanların bir ayda gidip döndüğü mesafeyi Muhammed bir gecede nasıl alabilecek?’ dediler. Allah’ın her şeye Kâdir olduğunu, kudretinin hudutsuzluğunu düşünemediler. Peygamber Efendimiz de zaten onların kendisini inkâr ile karşılayacaklarını biliyordu. Miraç gecesinde Hz. Peygamberimiz, Cebrail’e: ’Kavmim beni tasdik etmez.’ deyince, Cebrail (a.s.) da: ’Seni, Ebû Bekir (r.a.) tasdik eder, O sıddıktır.’ demişti. Miraç hadisesi, ancak görüş ufku çok geniş olan Müslümanların, îmanlarını kuvvetlendirdi. Hz. Ebû Bekir (r.a.) bunların başındaydı.
Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in Sıddıkıyeti
Müşrikler miraç mucizesini kabul etmedikleri gibi, Hz. Ebû Bekir’e gelip: ’Peygamber’inin işinden haberin var mı? O, bu gece, Beyt-i Makdis’e gittiğini, orada namaz kıldığını, Mekke’ye döndüğünü söylüyor.’ diyerek kendilerince onun îmanını sarsmaya çalıştılar. Hz. Ebû Bekir (r.a.) da: ’Bunu Muhammed (s.a.v.) söylüyorsa doğrudur.’ dedi ve ilâve etti: ’Ben, O’nu, bundan daha mühiminde de tasdik ediyorum. Akşam sabah kendisine Allah’tan vahiy geldiğini haber veriyor, gelen âyetleri tebliğ ediyor, tasdik ediyorum da bunda mı yalan olacak, aslâ yalan olmaz. Tasdik ediyorum.’ dedi. Hiç tereddüt etmeden, yutkunmadan kabul etti ve bundan dolayı ’Sıddık’ (2) unvanını aldı.
İnşaallah bizler de Sıddık-ı Ekber (r.a.) Efendimiz’in ahlâkı ile ahlâklanır, Cihan Serveri Sevgili Peygamberimizin getirdiklerine, hiçbir tereddüt göstermeden kâmilen inanır ve itaat ederiz. Başka sayılarda buluşmak dileği ile Allah’a emanet olunuz.

Kaynakça:
1- el-İsrâ, 17/1.
2- KÖKSAL, M. Asım, İslâm Tarihi, Mekke Devri, s. 350-352.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • arda

    süper olmuş

  • alpaslan doğruyol

    çok açıklayıcı ve bilmediğim çok şey verdı.allahrazı olsun

2 kişi yorum yazdı.