Özlenen Rehber Dergisi

27.Sayı

Maarif-i Nefs (nefsi Bilmek) ve Terbiyesi

Allah’ü Zülcelâl Hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’inde insanoğluna nefsini terbiye etmesi için emirler vermiş, insanların ancak nefsinin terbiyesiyle kurtuluşu ve felahı bulacaklarını yoksa hüsranda olduklarını ve nefsini terbiye etmeyen insanın diğer insanlara faydalı olamayacağını, onlara doğru yolu gösteremeyeceğini Cenâb-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerim’inde şöyle beyan etmiştir: ’Ve Kendini (inkar ve günah ile) örtüp (karanlıklara) gömen kimse hüsrana uğramıştır.’(l)

Hakikatte insanoğlu yaradılış itibariyle bir nefse sahiptir; fakat bu bir nefsin sıfatları yedi tanedir.

Birinci sıfat, NEFS-İ EMMARE sıfatıdır: Nefs-i emmare sıfatını taşıyan ve bu sıfatın tesirinde olan kimseler, haram ve helâli bilmeyecek, zulüm ile adaleti ayırt edemeyecek kadar vicdan yoksunu, daima nefsinin emriyle ve ne pahasına olursa olsun heva ve heveslerini tatmin etmek isteyecek kadar da şehvet düşkünü kimselerdir.

Bu makam münafıkların ve günah-ı kebairleri (büyük günahları) işleyen kimselerin makamıdır. Cenâb-ı Hakk’ın hidayete erdirdiği kişilerin, bir mürebbinin (Mürşid-i Kâmilin) nezareti altındaki maddî terbiyesiyle biiznillâh kötü sıfatlardan kurtulması mümkündür.

Nefs-i emmarenin kimlerde olduğunu ve kimin bu makamda olduğunu bildiren delil ve alâmetler şunlardır: ’Senin düşmanın olan nefs, sol iki kaburgan arasındadır.’(2)

Tasavvuf ilminde, nefsin yeri iki kaburga arasındadır. Nefsi-i emmarenin manadaki rengi mavidir. Sıfatları ise yedi tanedir. Bu sıfatların alâmeti ise vahşî hayvanlardır.

’Nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefs, kötülüğü çokça emredendir; ancak Rabbimin merhamet ettiği şey (nefs) müstesna. Şüphesiz ki Rabbim çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.’(3) mealindeki âyete de mazhardırlar.

Nefs-i emmarenin en belirgin huyları tamah, hırs, şehvet ve gazaptır. Fiilleri ise buğz, hased ve cimriliktir. Nefs-i emmare sıfatında bulunan insanların hâl ve hareketleri bu fiillerin tesiri altındadır. Bunların sevgileri dünyevîdir. Zevkleri ise şehvetlerin tatminidir. Bunlar tamah sıfatına uyarak dünya mallarını, haram helâl ayırt etmeden ve adaleti gözetmeden çoğaltmakta yarışırlar.

Bunların en büyük korkuları ise ölümden ve kabir hayatındandır. Bu bahis açıldığında kızarak hemen konuyu kapatmaya çalışırlar. Bu makamdan kurtulmak isteyen kişi, bir üst makama geçebilmek, terfi edebilmek için bir mürşid-i kâmilin nazar ve kontrolünde bolca ’Lâ ilâhe illallâh’ kelime-i tevhîdine devam etmelidir.

Sâlik, nefs-i emmarenin putlarını, afetlerini gönülden silebilmek için tevhide her an devam etmelidir. Çünkü tevhîd, nefy ve isbat makamıdır. Yaramaz ve batıl olan şeyleri siler ve yerine Cenâb-ı Hakk’ın sevgisini kaim kılar.

’Heva ve hevesini ilâh edineni gördün mü’?’ âyet-i kerîmesi, Peygamber (s.a.v.) Efendimizin; ’Kişinin heva ve hevesiyle sevdiği şeyin putlaşacağını’(5) bildirdiği hadîs-i şerifte anlatılan inceliğe işaret eder.

Nefs-i emmaredeki bu yerilmiş sıfatlardan kurtulmadan ölen îman sahiplerine kabirlerinde pek şiddetli azaplar olunacağına dair işaretler vardır. ’Kişi öldüğü zaman kabri ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından, içi yılan çıyan dolu bir çukur olur.’(6)

Bu gibi kimselere haşr gününe kadar kabirlerinde azap olunacaktır. Misal: Kişi eğer şehvet, kin, gazap, tamah gibi nefsanî sıfatlardan kurtulmadıysa, bu sıfatların her biri birer vahşî hayvan şeklinde o kişiye pek şiddetli azaplar tattıracaklardır. Azaba muhatap olan kimse, hayvanlara hitaben: ’Siz ne kötü mahluklarmışsınız! Beni neden bu kadar horluyor ve incitiyorsunuz?’ diye sorar. Hayvanlar da: ’Sen niçin bizi tanımamazlıktan geliyorsun! Halbuki biz seninle dünyada beraberdik.’ diyerek mukabele eder ve kendilerini, ’ben tamahım’, ’ben şehvetim’ vs. diyerek tek tek tanıtırlar ve o kimseye eza ve cefaya devam ederler.

Şayet kişi Cenâb-ı Hakk’ın lûtfu ve kendi cüz’î iradesiyle ölmeden evvel bu ahlâk-ı zemîmelerden kurtulup ahlâk-ı hamîdeye yükseldiyse, o zaman kişi Peygamber (s.a.v.) Efendimizin güzel ahlâkı ile ahlâklanır. (Cimriliğin yerine cömertlik, şehvetin yerine itidal, kibrin yerine tevazu vd. gibi.) Bu sefer de onu kabrinde nuranî sıfatlarla bezenmiş güzel mahluklar eğlerler. Hoş vakit geçirtirler. O kişi onlara sorar: ’Siz kimsiniz, ne güzel mahluklarsınız, nerden geldiniz?’ Onlar da cevaben: ’Sen bizi tanımıyor musun? Biz seninle dünyada da beraberdik.’ derler. ’Ben tevazuyum’, ’ben cesaretim’, ’ben cömertliğim’ vs. diyerek kendilerini tek tek tanıtırlar. Bu kimsenin bulunduğu yerden cennete bir pencere açılır ve bu kimse cennet âlemini haşr gününe kadar seyreder.

İşte, ’Kendisinde zerre kadar kibir olan insan cennete giremez.’(7) hadîsinin manasında da bazı işaretler vardır. Yani, kişi, cehennemde kibir günahı yandıktan sonra, îmanı dolayısıyla cennete girecektir. Bunun gibi, diğer kötü sıfatlarla sıfatlananların da cehennemden kurtulabilmeleri için bu sıfatlardan temizlenmeleri gerekir.’

’Kendini (inkar ve günah kirlerinden) arındıran kimse korktuğundan kurtulup umduğuna ermiştir.’(8)

Bu nefs-i emmare makamından kurtulup geçmek için de, Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine sarılıp Peygamber (s.a.v.) Efendimizin sünnetleriyle de nefsimizi terbiye ve ıslah yoluna gitmeliyiz. Şöyle ki; az yemek, az uyumak, az konuşmak boş vakitleri malâyani sözlerle ve lüzumsuz hareketlerle değil de, Cenâb-ı Hakk’ın ’en büyük zikri’(9) olan kelime-i tayyibe ki; ’Lâ ilâhe illallâh’ zikr-i şerîfiyle değerlendirmeli, bu büyük zikre otururken, yürürken ve çalışırken devam etmelidir.

Sâlik, bu şekilde çalışması sebebiyle kendisinde bulunan ahlâk-ı zemîmeleri atıp, yerine ahlâk-ı hamîdeleri koyar. Sonra o, Cemal nurlarını görmeye, hakîkati sezmeye başlar.

’Kul ile Allah (c.c.) arasında yetmiş nurdan, yetmiş de zulmetten perdeler vardır.’(10) İşte bu zulmanî perdeler kişiyi Rabbinden örten ve perdeleyen sıfatlardır ki, bunlar tamah, hırs, şehvet, gazap, buğz, hased, cimrilik, korkaklık, riya ve ucuptur. Sâlik bu sıfatlardan kurtuldukça Rabbine karşı sevgi ve muhabbeti artar.

’Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o ıslah olduğu zaman bütün vücut da ıslah olur, o ifsat olduğu zaman bütün vücut da ifsat olur.’(11) İşte, kalpteki bu kötü ahlâklar sökülüp atıldıktan sonra onların yerine güzel ahlâk tohumları dikilir. Sâlik, böylece Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine, severek itaat etmeye başlar. Tabii ki bu ameliye, olgun bir mürşid-i kâmil’in nezareti altında olur. Mürşidler ilahî güneş mesabesindedirler. Tarlaya tohum atıldıktan sonra, eğer su ve güneş olmazsa o tohum çürür. İşte bu ilahî güneşler sâlikin kalbindeki güzel ahlâk fidelerinin gelişmesine yardımcı olur. Cenâb-ı Hakk’ın sâlike rahmetinden dolayıdır ki, sâlik nefs-i emmare makamından nefs-i levvame makamına geçmeye hak kazanmış olur.

’Ancak nefsini (Sûî ahlâktan terbiye ve edeble) temizleyen kurtulmuştur.’(12)

’Beni Rabbim terbiye etti de, edebimi güzel eyledi’(Hadis-i Şerif)(13)

’Ey Sâlik! Sakın nefsini üstün görme ki, bu görüş iblisin görüşüdür.’ ’Ey Sâlik! Sakın bu yoldaki parıltılara aldanıp nefsini üstün görme. İblis ilâhi dergâhtan bunun için kovuldu.’(Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.))


Ve’s-Selâmu Alâ Meni’t-Tebea’l-Hüdâ.

Kaynaklar:
* Bu makale Özlenen Fark Dergisi 1. sayısından (Ağustos 1996, sayfa 3-5) iktibas edilmiştir.
1. eş-Şems 91/10.
2. Aclûnî, Keşfü’l-Hafa, Müessesetü’r-Risale, 4. baskı, Beyrut 985, c.1, Hadis No: 412 (Beyhakî’den).
3. Yûsuf 12/53.
4. el-Furkân 25/43; Câsiye 45/23.
5. Gümüşhanevî, hadîsi Taberanî Kebîr’inde ve Ebû Nuaym Hilye’de nakletmektedir. Bkz. Ramüz el-Ehâdîs, İst., 1982, s. 373.
6. Tirmizî, Kıyame 26.
7. Müslim, Îman 147. Diğer rivayetler için bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/133, 134; îbn Asâkir, Tarîh; Beyhakî, Şuâbu’l-Îman.
8. eş-Şems 91/9.
9. İbn Mâce, Edeb 55.
10. Müslim, Îman 293; İbn Mâce, Mukaddime 13; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/401, 405.
11. Buhârî, Îman 39; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/270; Müslim, Müsafirîn 107; İbn Mâce, Fiten 14; Dârimî, Buyü’ 1.
12. eş-Şems, 91/9.
13. el-Aclûnî. Keşfu’l-Hafâ s.82.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.