Özlenen Rehber Dergisi

131.Sayı

Kanayan Yaramız;ümmeti Muhammedin Birlik ve Beraberliği

Nadir SÖNMEZ Özlenen Rehber Dergisi 131. Sayı
Ümmet kelimesi "e-m-m" kökünden bir isim olup asıl anlamı, sınıf ve cemaat demektir. Bu kelime bir peygambere inananlar ve semâvi dinlere mensup kavimler topluluğu; Kur’ân’da ise genel olarak din, müddet, zaman, önder ve topluluk anlamlarında kullanılmıştır.
Ümmet-i Muhammed de Peygamber Efendimize bağlı olan, O’nun getirdiği hak din İslam’ı kabul edenlerin tümüdür. Ayrıca meşhur olduğu üzere ümmet-i Muhammed; ümmet-i davet (Hz. Muhammed’in kendilerine İslam’ı tebliğ ile gönderildiği insanların tümü) ve ümmet-i icabet (peygamberin davetini kabul eden ümmet/toplum) şeklinde ikiye ayrılmıştır.
Ümmet-i Muhammed, Peygamberinin "Âlemlere Rahmet" olduğunu kavrayabilmiş insan demektir. O’nun bütün zamanların, bütün mekânların kurtuluş rehberi olduğunu kavrayabilen insan demektir. Ve hayatının bütün zaman ve mekân birimlerinde yalnız ve yalnız Onun rehberliğini kabul eden insan demektir. Kur’ân’ı O’nun gibi anlayan, O’nun gibi yaşayan ve insanlık için de bunun ta kıyamete kadar tek çözüm olduğunu gören insan demektir.
Ümmet-i Muhammed ki: O ümmet, Âlemlerin Rabbi tarafından Kur’an’da "En hayırlı" "En üstün" "En dengeli", "insanlık için gönderilmiş" "Hakkın şahidi olan", "Hakkı ayakta tutan" bir ümmet olarak vasıflandırılmış tek ümmettir.
Kur’ân’da övülen "Ümmet-i Muhammed" olarak dünyaya gelmenin şerefi ve üstünlüğü hiç bir nimetle kıyaslanamayacak kadar büyüktür. Bu şeref ve üstünlük ise aynı oranda büyük ve şerefli bir sorumluluğu beraberinde getirir. İşte bu noktada sorumluluklarımızın ne olduğunu iyi bilmeliyiz ki sorumluluklarımızı yerine getirebilelim.
Yaşadığımız şu zamanda Ümmet-i Muhammed’in içinde bulunduğu hal ki hepimizin malumu. Nerde kan ve gözyaşı varsa, nerede bir insan öldürülüyorsa, nerede çocuklar gözyaşları içinde ve oyun alanlarında oyun oynamak yerine, enkazlar arasında anne ve babasını arıyorsa orada Ümmet-i Muhammed’in olduğunu üzülerek görüyoruz. Üzülerek dedim ama acaba gerçekten üzülebiliyor muyuz? Üzüntümüzün emareleri neler? Sadece akşam haberlerde görünce vah vah deyip haberler bitince sıcak evlerimizde çaylarımızı yudumlarken dizilerimizi rahatça izlemeye devam mı ediyoruz?
Allah (c.c.) Kur’ân’da ’müminler ancak kardeştir’ (el-Hucurât, 49/10) ayetiyle kardeşliğin gereklerinin yapılmasını emrettiğini idrak edebiliyor muyuz? Kardeşlerimiz kan ve gözyaşı içinde boğulurken ’kardeşliğimizin gereğini nasıl yapabiliriz?’in çarelerini mi arıyoruz, yoksa kendimizin, ailemizin, gurubumuzun yüksek menfaatlerini Ümmet-i Muhammed’in gözyaşından daha önemli mi görüyoruz. Evet tüm bu soruların cevabını özellikle şu zamanımızda kendimize çok sormamız lazım. Sorulara, Ümmet-i Muhammed olmanın gereklerine uygun cevapları bulabiliyorsak ne mutlu. Eğer cevaplarımız olumsuzsa, cevaplarımızda sıkıntımız varsa bizde de sıkıntı olduğunu bilmeliyiz.
Zira Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.): ’Kendi (nefsi) için (sevip) arzu ettiğini (mü’min) kardeşi için de (sevip) arzu etmedikçe hiç biriniz (kâmil manada) iman etmiş olmaz.’ (Buhârî, Îmân, 7) buyurarak imanda olgunluğun alametini kardeşimize olan bakış açımıza bağlamaktadır. Öyleyse bugün yaşadığımız güzel imkanların aynısını Suriye’de, Filistin’de, Arakan’da, Mısır’da vb. İslam beldelerinde yaşayan kardeşlerimiz için de istemek durumundayız. Bu isteme sadece sözde kalan değil harekete geçen fiiliyata dönüşen bir isteme olmalıdır. Bugün bu kardeşlerimize, yardım organizasyonlarını yapan sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla yardımlarımızı ulaştırarak İslam kardeşliğimizi ortaya kurmak durumundayız. Dahası sadece bu yardımlarla sınırlı kalmayıp onların içinde bulunduğu halden kurtulmaları için gerekli mücadelenin içinde olmalıyız. Şu Hadis-i Şerif mücadele yöntemimizi ne güzel ortaya koymaktır:
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.): ’Sizden her kim bir münker (şer’ân kötü sayılan bir şey) görürse, derhal onu eliyle değiştirsin. Şayet (buna) gücü yetmezse o halde diliyle (değiştirsin.) Şayet (buna da) gücü yetmezse o takdirde kalbiyle (buğz ederek değiştirsin). Bu (yani kalp ile değiştirmek) ise imanın en zayıfıdır.’ (Müslim, Îmân, 20) buyurarak yapılan kötülüklere karşı kayıtsız kalınmaması gerektiğini vurgulamıştır.
Bu Hadis-i Şerifin yorumunda bazıları "elden murat, devlettir; dilden murat âlimlerdir; kalpten murat avam tabakasıdır" denilmiş. Bu hususu özellikle günümüzde Müslümanların içinde bulunduğu halden kurtulmak için tutunacağı güzel bir yorumdur. Bu yorumdan yola çıkarak konumuzu biraz daha açalım. Tabi yeri gelmişken söyleyelim, Hadis-i Şerifin mutlak olarak anlamı bundan ibarettir demiyoruz, farklı âlimlerin anlayışlarından sadece bir kaçı paylaşıyoruz.
Evet bu gün Müslüman devletler güçlü olsa, birlik ve beraberlik içinde olsa İslam dünyasında bu kan ve göz yaşı olmazdı. Öyleyse Müslümanların Ümmet-i Muhammed’in salahiyeti için güçlü devletlere ihtiyacı var. Güçlü devletlerin yolu da Allah için Hakkı üstün tutan, Allah korkusunu içinde barındıran, kendi menfaatlerinden çok Ümmet-i Muhammed’in menfaatlerini düşünen idarecilerden geçmektedir. Günümüz Müslümanları böyle idarecileri bulduğunda kendi kişisel menfaatine aykırı işler de yapsa tüm Ümmet-i Muhammed’in menfaatini üstün tutarak desteklemeli, en azından köstek olmamalıdır. Müslümanlar Ümmet-i Muhammed’in birlik ve beraberlik içinde olmasını, güçlenmesini istemeyen dış mihrakların, kafirlerin oyununa gelerek onların atmış olduğu fitne tohumlarını yeşertmemelidir. Müslümanlar öyle bir toprak olmalıdır ki kafirlerin kendisine attığı fitne tohumunu çürütmeli, mümin kardeşinin kendisine attığı kardeşlik tohumunu ise yeşertmelidir.
Maalesef bu gün çeşitli kavim, millet, guruplardan oluşan Ümmet-i Muhammed kafirlerin attığı fitne, ayrılık tohumunu hemen yeşertmekte, müminlerin attığı kardeşlik tohumunu da çürütmekteler.
Peki bunun nedeni nedir? Bu soruyu da Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) veda haccında söylediği şu hadisiyle cevaplayalım: ’Size iki şey bırakıyorum. O ikisine (sımsıkı) sarıldığınız takdirde asla dalalete düşmezsiniz: Allah’ın Kitabı (Kur’an) ve Peygamberi’nin sünneti.’ (Muvattâ, Kader, 1) Kur’ân ve Sünnet’in hayatımızdan çıkarılmasıyla Müslümanların ayrılığı da artarak devam etmiş ve etmektedir. Evet Kur’ân ve Sünnet’in yerine kendi müntesibi olduğumuz kavmin, milletin gurubun Kur’ân’dan Sünnet’ten uzak ortaya koymuş olduğu ilkelere sımsıkı sarıldığı için Ümmet-i Muhammed dağınıklık içinde, ayrılık içinde, kan ve gözyaşı içindedir. Ne zaman ki bu Hadis-i Şerifi Ümmet-i Muhammed tekrar anlar da, Kur’ân ve Sünnet’e sımsıkı sarılırsa; ayrılıklar, fitneler, kan ve gözyaşı da Ümmet-i Muhammedi o gün terk eder. O zaman birlik ve beraberlik içinde olan güçlü devletlerimiz olur. Hz. Ömer (r.a.) misali: "Fırat (nehri) kıyısında bir koyun zayi olarak ölse, kıyamet günü Allah Teâlâ’nın mutlaka benden o(nun hesabını) soracağını zanneder (bilir)im.’ (Ebû Nuaym el-Esbahânî, Hilyetu’l-Evliyâ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, c.1, s.53) dediği gibi sorumluluk sahibi, derdi Ümmet-i Muhammed olan yöneticileri bütün Müslüman devletlerin başına Rabbim nasip eder ve görülen bir kötülük direk olarak elle müdahale edilerek düzeltilir.
Gelelim ikinci durum olan dille düzeltme mevzuna. Başta da belirttiğimiz üzere bu iş de ilim ehlinin işidir. Tabi o ilim ehli ki, ilmiyle amil olanlardır, değilse günümüzde örnekleri olduğu gibi kendi menfaat ve çıkarları için Ümmet-i Muhammed’e yapılan zulme sessiz kalan hatta onaylayanlar bile ortaya çıkmaktadır.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz. İşte ilim ehli âlimleri bu halde olan bir İslam dünyasında birlik ve beraberliğin vuku bulması bu anlamda güç görünmektedir. Birlik ve beraberlik noktasında ilim ehlin yapacağı açıklama tutum ve davranışın çok önemli olduğu aşikârdır. Öyleyse ilim ehli Ümmet-i Muhammed’in salahiyeti için konuşurken çok hassas davranmalı, tutum ve davranışlarını Ümmet-i Muhammed’in menfaatlerinden yana koymalıdır. Allah’u Teâlâ’nın kendisine bahşetmiş olduğu ilmi Allah’a inanan mümin kardeşlerine bir silah gibi kullanmamalıdır. Yoksa İslam coğrafyasındaki bu kan ve gözyaşının akmasındaki sorumluluğa ortak olduğunu kaleminden mürekkep yerine kan akacağını bilmelidir.
Burada başka bir nokta da ilim ehli olup da hiçbir şeye karışmadan köşesine çekilen alimler hakkında belirmektedir ki, bir an evvel ortaya çıkıp dünyada Müslümanlara yapılan zulümlere karşı sesini yükseltmeli, Müslümanları bu konuda bilinçlendirmelidir. Birlik ve beraberliğe yönelik dini gerçekleri kendi çıkar ve menfaatlerine aykırıda olsa söylemelidir. Çünkü nispet ’Hakk(ı ifade etmek)ten (kaçınıp) susan dilsiz şeytandır.’ (Ebû Ali ed-Dekkâk, Kuşeyrî, er-Risâletu’l-Kuşeyriyye, s. 226)
Üçüncü durum olan kalp ile buğzetme meselesi… Yorumda belirtildiği üzere devlet ve ilim ehlinin dışındakilerin tek başlarına düzeltemedikleri hususlarda takınılması gereken son noktadır. Tabi her bir Müslümanın eliyle, diliyle düzeltebileceği konular da vardır. Mesela ailesiyle ilgili bir hususta çocuklarına ahlak dışı televizyon yayınlarını izlettirmek istemeyen bir baba televizyonu kapatarak vb. bu kötü durumu eliyle düzeltebilir. Burada devleti bekleyemez. Eşine, çocuğuna güzel ahlakı yerleştirmek için nasihatlerde bulunabilir, diliyle kötülükleri düzeltebilir. Bizim konumuz genel bir kapsam olan Ümmet-i Muhammed’in içinde bulunduğu durum olduğu için elle düzeltmeyi devlet bazında, dille düzeltmeyi ilim ehli bazında ele aldık. Bunlar haricindeki diğer insanların dünyanın neresinde bir Müslüman sıkıntı içerisinde ise elinden başka bir durum gelmediği hallerde ona yapılan haksızlığa, zulme karşı kalben buğzetmeli onların halini tefekkür ederek derdine düşmeli. Yoksa ’bana ne, bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ anlayışıyla vurdumduymaz hareket etmemelidir. Eğer ki insan Müslümanlara yapılan zulümlere kalbiyle dahi buğzedemiyorsa, o zaman hadisin devamında Efendimiz (s.a.v.)’in belirttiği hal üzere imanının ne noktada olduğunu kontrol etmelidir. Mısır’da, Filistin’de, Suriye’de, Arakan’da vb. yerlerde Müslümanlara yapılanlara ses çıkarılmıyor da az bir menfaatimize halel geldiğinde kızılca kıyameti koparıyorsak, burada durumumuzu bir kere daha kontrol etmeliyiz. Kalplerimizde acılarını bile hissedemediğimiz kardeşlerimizin, hiç bir suçu yokken küçücük yaşta katledilen masumların mahşer gününde yüzlerine nasıl bakacağımızı iyi tefekkür etmeliyiz. Ümmet-i Muhammed’in birliği ve dirliği için dualar etmeliyiz, gayretler göstermeliyiz, bu konuda gayret içinde olanlara destek olmalı, bilerek ya da bilmeyerek köstek olmamalıyız.
Hülasa ümmetin içinde bulunduğu halin, izzet ve şeref sahibi bir hale tebdil olması için her bir ferd olarak kendi hayatlarımızı Kur’ân ve Sünnet ölçeğine tutarak dinimizin ne kadar hayatımızda olduğunu ölçmeli ve eksiklerimizi tamamlamalıyız. İşte o zaman Ümmet-i Muhammed’in birlik ve beraberliğinden de söz edebiliriz inşallah.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.