Özlenen Rehber Dergisi

132.Sayı

Peygamberimizin Arkadaşları Sahabelerin Özellikleri

Nadir SÖNMEZ Özlenen Rehber Dergisi 132. Sayı
Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) lisanıyla tebşir edilen, İslam semalarının yıldızları Sahabe efendilerimiz kimlerdir? Onların her birinin bu şerefe ermelerindeki etkenler nelerdir? Ashab-ı Rasûlullah olmak ne demektir? Bu ve benzeri soruların cevabını bir nebze bulabilmek için makalemize önce ’Sahabe kime denir?’ sorusuyla başlayalım.
İbn-i Hacer (rh.a.) diyor ki: Sahâbî konusunda vâkıf olduğum en sahih tarif şöyledir: ’Sahâbî, Peygamber (s.a.v.)’e iman (edip), iman ettiği halde kendisiyle bir araya gelen ve İslâm üzere ölen kişidir.’ Tariften anlaşıldığı üzere Rasûlullah Efendimizi Müslüman olarak gören onunla bir arada bir müddet de olsa beraber olanlara denir. Burada önemli olan husus iman sahibi olarak Rasûlullah Efendimizi görmektir. Kafir iken görüp daha sonra Müslüman olanlar ’Sahabe’ unvanını elde edememişlerdir.
Günümüz Müslümanları bu tarifi çok iyi anlasaydı, Sahabe efendilerimizi günümüz insanıyla eş tutan, onların bir faziletinin olmadığını savunan talihsiz gruplar bu gün olmazdı. İman sahibi olarak onlardaki gözlerin Âlemlere Rahmet Habib-i Kibriya Efendimizi görmesi, onlardaki kulakların Efendimizin (s.a.v.) inci dişlerinin arasından, güzel lisanlarından süzülen Allah’ın hükümlerini bildiren sözlerini işitmesi ve onun nuruyla kalplerinde zulmet perdelerinin kalkarak rahmet nurlarının kalplerini kaplaması fazilet olarak Ashaba yeter. Bir de onların imana kavuştuktan sonra yaşadıkları hayatı gözlerimizin önüne getirdiğimizde onların Rasûlullah Efendimize olan sadakatlerini, biatlarındaki samimiyeti, imanlarındaki olgunluğu, Rasûlullah Efendimize olan bağlılıktaki hırslarını, bir hataya düştüklerindeki tevbelerini ve tevbelerindeki pişmanlıklarını, Allah ve Rasûlü’nün yolunda canlarından mallarından, evlatlarından, dünyaya ait olan tüm isteklerinden vazgeçişlerini bir bilebilsek, farkında olabilsek! İşte o zaman onları kendimizle derecelendirmezdik. Onların her birine kendi aralarındaki derecelerine göre hürmet eder onlara saygısızlık etmeyi Müslümanlar olarak zül sayardık. Maalesef günümüzde öyle kendini Müslüman sayanlar var ki onlara zemmetmekte, sebbetmekte hakarete varan yakıştırmalar yapmaktalar. Halbuki bu hal en hafif tabirle nifak alametidir. Biz ise saydığımız bu gurupların dışında Allah (c.c)’nun kelamında övdüğü Sahabe efendilerimizin özelliklerinden bazılarını burada zikrederek onlara olan hürmetimizde hiçbir eksilme olmasına fırsat vermeyeceğiz. Ayrıca onları tanımaya çalışarak kulluğumuzdaki eksiklere merhemler süreceğiz. İnşallah.
Sahabe efendilerimizin yukarıda saydığımız özelliklerini Kur’an-ı Kerim ışığında, ayetler ışığı altında ele almak onları anlama adına faydalı olacaktır.
’Andolsun, Allah, mü’minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.’ (Âl-i İmran, 3/164) Bu ayette Sahabe efendilerimizin Allah’ın en büyük lütfuna mazhar oldukları, daha önceki cahiliye hayatından tamamen Allah’ın rahmeti sonucu çekilip alınan Beşerin Efendisine Sahabe (arkadaş) olma lütfuna erişen kutlu bir saadet topluluğu oldukları bildirilmektedir. İyiliğin zirvesi olan kelime-i tevhidi Rasûlullah Efendimizin yanında söyleyen, onunla tevhidî imanın hakikatini anlayan ve şu ayet-i kerimeyle de müjdelenenlerdir onlar:
’… O elçiye, o ümmî Peygamber’e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber’e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr’a (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.’ (Araf 7/157)
Peygamberimizin membaından direk olarak beslenen Sahabelerin kurtuluşa erdikleri ve Rasûlullah’tan sonra ümmet için kurtuluş vesilesi oldukları hususu da burada anlatılan bir geçektir.
Rasûlullah’ın yanında her şeylerinden vazgeçerek onunla din-i mübin için ettikleri mücadeleyi anlatan, Sahabelerin Rasûlullah Efendimizle beraber girdikleri mücadele de bütün zorluklara rağmen Rasûlullah’a olan sadakat ve samimiyetle bağlılıklarından ötürü Rabbimizin onların ayaklarını sabit eylemesini, mücadelelerinde dirençli eylemesini, onların alınlarındaki secde izi ile Allah’a yakın olmuş olan o güzel halleri şu ayet-i kerime ne güzel anlatmaktadır: ’Muhammed, Allah’ın Rasûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir’. (Fetih, 48/29)
Bey’at ettiklerinde Rasûlullah Efendimize ne üzere söz vermişlerse onu hakkıyla gözetip kollayan, bey’atlarındaki samimiyeti göstermede canlarından vaz geçişlerini açıklayan şu ayet-i kerimeler onların ne kadar faziletli olduğunu, bizlere göstermektedir: ’Mü’minlerden öyle erler vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.’ (Ahzab, 33/23)
’Andolsun ki, o ağacın altında sana tâbî oldukları zaman Allah, mü’minlerden razı oldu. Ve onların kalplerinde olanı biliyordu. Böylece onların üzerine sekînet indirdi. Ve onlara yakın bir fetih nasip etti.’ (Fetih, 48/18)
Şimdi de; Allah ve Rasûlüne dost olan ilk Sahabeler ve sadakat abidesi Mekkeli muhacirler ile, Medine’den gelerek Akabe’de Peygamberimizi (s.a.v.) diğer Müslümanları Medine’de koruyup kollayacaklarına dair söz veren Medineli Ensar’ın hallerini bize haber veren ayetlerine kulak verelim: ’İslâm’ı ilk önce kabul eden Muhâcirler ve Ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.’ (Tevbe, 9/100)
’Sizden biriniz kendi için istediğini mü’min kardeşi için de istemedikçe tam iman etmiş olmaz.’ (Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71.) Hadis-i şerifini gönlünde hemen kavrayan Sahabe efendilerimizin hallerini en yüksek noktadan dile getiren Rabbimizin şu ayet-i kerimesi de Sahabe efendilerimizin derece olarak diğer insanlara nasıl fark attıklarını göstermektedir: ’Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. ’ (Haşr, 59/9) Evinin yarısını, malının yarısını ve diğer sahip olduğu her şeyinde kalbinde hiçbir rahatsızlık duymadan kan bağı olmadığı kardeşiyle paylaşabilen Sahabe efendilerimiz.
Bu gün kendimizi şöyle kontrol ettiğimizde hangimiz kardeşimize böylesine fedakârlıklar yapabiliyoruz veya az da olsa bazen yaptığımız fedakârlıklarda kalbimiz ne kadar rahat ve huzur içinde olabiliyor. İşte Sahabe efendilerimizi diğerlerinden, bizlerden ayıran en önemli özellik onların Allah ve Rasûlünden bir şey işittikleri vakit onu hemen kavrayıp uygulamaya koymalarıdır. Bu gün aynı emirler bize de geçerli olmasına rağmen uygulamada onlardan ne kadar uzak olduğumuzu anlatmaya gerek bile yok iken nasıl oluyor da kendimizi Sahabelerle eş değer tutabiliyoruz.
İmanlarının kaviliğinden dolayı, yaptıkları hata ve günahlarda, yine sadakat içinde gidebilecekleri tek kapının Allah (c.c)’nun kapısı olduğunu bilerek pişmanlık içinde ve işlediği hatanın sıkıntısından dolayı yeryüzünün bütün genişliğine rağmen dar gelmesini yaşayan Sahabe efendilerimizin bu yüksek hallerini anlatan şu ayet-i kerimeleri de zikretmek onların örnek alacağımız bir başka özelliğini bize öğretecektir:
’Allah, Peygamber’in ve o zor anda onun peşinden giden muhacirler ile Ensar’ın tevbelerini kabul etti. O sırada onlardan bir grubun kalpleri kaymanın eşiğine gelmişti. Arkasından O, onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı son derece şefkatli ve merhametlidir. Allah, hükümleri ertelenen o üç kişinin de tevbelerini kabul etti. Sonunda yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar geldi, can sıkıntısından patlayacak gibi oldular, Allah’tan kaçmanın yine O’na sığınmaktan başka bir çıkar yolu olmadığını anladılar. Bunun üzerine Allah onların tevbelerini kabul etti ki, tevbe etsinler. Hiç kuşkusuz Allah, tevbelerin kabul edicisidir, merhametlidir. ’ (Tevbe, 9/117-118)
Rasûlullah Efendimize arkadaş olan, sadık dost olan Sahabe efendilerimizin Kur’an’dan yansıyan bazı özelliklerini aktarmaya çalıştık ve gördük ki onların yüksek halleri yine kelamların zirvesi Kur’an’da tebşir ediliyor. Haklarında vahiyler geliyor, halleri övülüyor.
Ashab-ı Kiram’ın Kur’ân-ı Kerim’de övülen mümtaz evsafından sonra, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.), Güzide Ashabı hakkında varid olan bazı hadis-i şerifler ise konumuza farklı bir ışık tutacaktır. Özellikle günümüzde Sahabe efendilerimizden bazılarının yapmış olduğu uygulamaları anlayamayıp, onlara hakaret derecesine varan sözler sarf edenlere cevap niteliğindeki şu hadis-i şerifleri zikrederek başlayalım:
’Sakın benim Ashâbıma sövmeyiniz! Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Uhud Dağı kadar altını sadaka olarak verseniz, sahabilerimden birisinin iki avuç hurma sadakasına, hattâ bunun yarısına bile yetişemezsiniz.’ (Müslim, Fedâil: 221)
’Ashâbım hakkında Allah’tan korkun! Ashâbım hakkında Allah’tan korkun! Sakın benden sonra onlara düşman olup sövmeyin! Onları seven, bana olan sevgisinden dolayı sevmiş olur. Onlara kızıp kin duyan da, bana olan kin ve düşmanlığından dolayı böyle yapmış olur. Onlara sıkıntı veren bana sıkıntı vermiş, bana sıkıntı veren de Allah’a eza etmiş olur. Allah’a eza eden de büyük bir felaketle yüz yüze gelmiş olur...’ (Menâkıb: 59; el-İsâbe, 1: 10)
’Ne mutlu beni görüp iman edene! Ne mutlu beni göreni görene!’(Müsned, 5: 245)
Bir gün Peygamberimize, ’İnsanların en hayırlısı hangisidir?’ diye soruldu. O da, ’Benim asrımdakilerdir. Sonra onları takip edenler, sonra da onları takip edenlerdir’ diye cevap verdi. (Müslim, Fedâil: 211; Tirmizî, Menâkıb: 57)
Zikrettiğimiz bu hadis-i şerifler ’ben mü’minim, müslümanım’ diyenlere yeterli bir emirdir. Ashaba saygısızlık ise ancak kalbinde Peygamber Efendimize (s.a.v.) karşı bir tereddüt ve başkaldırı olan zavallıların ahlakıdır.
Bu gün bu hadis-i şerifler aramızda dururken, Allah’ın ayetleri aramızdayken; din, iman ve ilim adına; sadakat timsali ve Kur’an’da ’ikinin ikincisi’ olarak zikredilen Hz. Ebu Bekir Sıddıka, Peygamberimizin ’benden sonra peygamber gelseydi Ömer olurdu’ buyurduğu Hz. Ömerü’l-Faruka, meleklerin bile haya ettiği Hz. Osman-ı Zinnureyne, ilmin anahtarı olarak da tarif edilen velilerin babası Hz. Ali (k.v)’ye ve Peygamberimize gelen vahiyleri yazanlardan olan vahiy katibi Hz. Muaviye (r.a.)’ye nasıl olur da sövülür, tahkir edilir, onların Allah ve Rasûlü’nün yanındaki faziletlerinden şüphe duyulur. Bir mümine düşen Ashabı canından aziz bilip, saygı ve sevgide kusur etmemesi, onlardan öğrenilen İslam ahlakının sinelere nakşedilmesi, aralarındaki imtihanları ise içtihatlarında faklı görüşleri olarak kabul etmesidir.
Rabbim bizlere o güzel Peygamberimizin Güzide Sahabesini sevmeyi, onlara tabi olmayı nasip etsin. Onlar hususunda kalplerinde eğrilik bulunan topluluklar ve kişilere gönlümüzü meylettirmesin. Âmin.


Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.