Özlenen Rehber Dergisi

157.Sayı

Ehlisünnet Anlayışına Göre Mehdîlik

Murat SÜTÇÜ Özlenen Rehber Dergisi 157. Sayı
’Mehdî’ kelimesi, ’Hedâ: doğru yolu bulmak, yol göstermek’ mastarından, ’kendisine Allah tarafından yol gösterilen, hidayete erdirilmiş kimse’ anlamına gelir. Istılahta ise, zulüm ve haksızlıkların yaygınlaştığı zamanda, yeryüzünü adaletle dolduracak, Efendimiz (s.a.v.)’in müjdelediği vazifeli şahsın adıdır.
Hadislerde belirtildiği üzere bu kimse Peygamberimizin soyundan olacaktır: Ümmü Seleme validemiz Peygamberimiz’den şöyle işittiğini söylemektedir: ’Mehdî benim itratımdan (yani Ehlibeytim’den), Fâtıma’nın çocuk(lar)ındandır.’1
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ister geçmişe, isterse yakın ve uzak geleceğe ait hatta kıyamet öncesi ve ondan sonrasına dair verdiği haberler vardır. Bu geçmiş ve geleceğe ait gaybî haberler O’nun mucizelerindendir. O, -peygamberliğinden önce de sonra da- ne dediyse doğru söylemiş ve haber verdiği her şey tek tek çıkmıştı. Zira O, hep ilahî mesajlarla konuşmuş, vahyin tercümanlığını yapmıştır. Zira ’O, hevâdan konuşmaz.’2

Mehdî Hadislerini Rivayet Eden Sahabiler
Mehdî ile ilgili sahih hadislerin yanında bazı zayıf rivayetlerin varlığı, Mehdî’yle ilgili bütün hadislerin zayıf ve uydurma olduğu anlamına gelmez. Adeta hadis-i şeriflere hizmet için yaratılmış cerh ve tadil âlimleri ve muhaddisler sahih hadisleri zayıf hadislerden ve uydurma sözlerden ayıklamış ve bu konuda müstakil eserler kaleme almışlardır. Bu sahih hadis mecmualarının hemen hepsinde Mehdî’yle ilgili sağlam haberler bulmak mümkündür. Dolayısıyla hadis uzmanları Mehdî’yle ilgili zayıf ve uydurma rivayetlerin varlığını kabul ederlerse de, hadis literatüründe Mehdî meselesinin gerek isim ve gerekse mefhum olarak varlığını inkâr etmenin mümkün olmadığı kanaatindedirler. Zira bu hadisler, Ashab’ın en tanınmış kişileri tarafından rivayet edilmektedir. Onların Mehdî’yle ilgili bu rivayetleri asla ictihadî bir kanaat olamaz. Zira bu mesele bir ictihad konusu değil, ancak nakille bilinebilecek bir mevzudur ve hakkında nas bulunan bir meselede içtihat etmek asla caiz değildir. Kaldı ki Mehdî hadisleri bize elli kadar Sahabe kanalıyla gelmektedir. Bunun üçte biriyle gelen bir haber bile mütevatir kabul edilirken Mehdî hadislerinin toptan reddedilmesi asla düşünülemez.
Elliden fazla Sahabi’nin rivayet ettiği ve Ehl-i Hadis’in kabul ettiği bir meseleyi, ’Ehlibeyt’in ezilmesi sonucu bir kurtarıcı fikri üretip geliştirmeleri’ne bağlamak veya bu düşüncenin Yahudi ve Hıristiyanlıktan İslâm dünyasına bulaşmış bir düşünce olduğunu iddia etmek hiçbir ilmî kritere göre kabul edilemez. Böyle bir açıklama tamamen bir kurgudan ibaret, hiçbir değeri olmayan vâhî (boş) bir iddiadır.

Mehdî’yle İlgili Buharî ve Müslim’de Hadis Var mı?
Buharî ve Müslim’in eserlerinde ’Mehdî’ ifadesi açıkça zikredilmese de, bunlarda geçen ’imâm, halîfe ve kahtânî’ kelimeleriyle3 ’Mehdî’nin kastedildiği beyan edilmektedir. Hadîs şârihlerinden İbn Hacer ve Aliyyü’l-Kârî’ye göre, hadiste geçen ’imâm’ ifadesiyle müminlere liderlik ve rehberlik yapacak olan ’Mehdî’ kastedilmektedir.4
Bunların dışında Mehdî hadîsleri, Kütüb-i Sitte imamlarından Tirmizî, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce tarafından ve ayrıca Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde, İbn Ebî Şeybe’nin Musannef’inde ve Hâkim en-Nisâbûrî’nin Müstedrek’inde de nakledilmiştir.5 Hadisin altın çağı diye bilinen hicri 3. asır muhaddislerinden pek çoğu Mehdî hadîslerine eserlerinde yer vermişlerdir.

Mehdî Haberleri Tevatür Seviyesine Ulaşmıştır
Yemenli âlim eş-Şevkânî (v.1834), bu hususta şunları söyler: ’Mehdî (a.s.) hakkında nakledilen rivayetler içerisinde, sahih, hasen ve zayıf diye tavsif edilebilecek hadisler bulunmaktadır.’6 Ancak bu hadisler arasında zayıf hatta uydurma olduğu belirtilen rivayetlerin bulunmasına bakarak, Mehdî hadislerinin tamamı hakkında böyle bir kanaat serdedilmesi ilmîlikle bağdaşan bir husus değildir. Ebû Dâvud’un Sünen’inde Kitâbu’l-Mehdî diye müstakil bir bölüm açarak ilgili hadisleri burada zikretmiş olması, bu hadisler arasında sahih olanlarının bulunduğuna dair başlı başına bir kanaat serdetmektedir. Böylesine itibar kazanmış ve ümmet tarafından da kabul görmüş olmasındandır ki, mütevatir hadislere dair eser yazan Kettânî gibi zâtlar bunların manen mütevatir olduğunu belirtmişlerdir. Kettânî’nin ifadesine göre, ’Ebu’l-Huseyn el-İberî (v.973), İbn Hacer el-Heytemî (v.1051) ve İmam Sehâvî (v.1496) gibi âlimler de, Mehdî hadislerinin tevatür seviyesine ulaştığı kanaatindedirler.’7 Bu hususta allame Muhammed b. Ali eş-Şevkânî kanaatini şöyle ifade eder: ’Mehdî hakkındaki hadislerin içerisinde, 50 kadar kayda değer rivayet bulunmaktadır. Bu hadisler arasında sahih, hasen ve zayıf olanlar vardır. Ancak (birbirlerini desteklemeleri itibariyle) bu hadisler kesinlikle (manen) mütevatir hükmündedir. Hatta usulde kabul edilen prensiplere göre, bundan daha az rivayet bulunan konularda bile tevatürün oluştuğu belirtilmektedir. Mehdî ile alâkalı Sahabe’den gelen rivayetler ise, oldukça fazladır ve bunlar hükmen merfu vasfını taşımaktadır. Çünkü bu tür konularda içtihat yapılmasına imkân yoktur.’8
Kütüb-i Sitte imamlarının eserlerinde geçen mezkûr hadisler incelendiğinde üç temel konunun öne çıktığı ve müştereken rivayet edildiği anlaşılmaktadır:
1- Mehdî (a.s.)’ın Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in soyundan gelecek olması,
2- Zulümle dolu olan âlemi adaletle dolduracak olması,
3- Mehdî (a.s.) devrinde iktisadî bir bolluk ve refah yaşanacak olması.

1- Mehdî’nin soyu
Mehdî hadisleri arasında en çok dikkat çekici olanı, soyunun Efendimiz ’in (s.a.v.) soyuna dayandığını ifade eden hadislerdir. Çok sayıda sahabe tarafından rivayet edilen bu hadis, Ümmü Seleme (r.anhâ) tarafından şöyle nakledilmiştir: Ümmü Seleme (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’i şöyle buyururken işittim: ’Mehdî benim itratımdan (yani Ehlibeytim’den), Fâtıma’nın çocuk(lar)ındandır.’9
Ümmü Seleme (r.anhâ) tarafından nakledilen bu hadisin ifade ettiği ’Mehdî’nin Hz. Peygamber (s.a.v.) soyundan geleceği’ şeklindeki müşterek manayı destekleyen başka tariklerin de olduğu görülmektedir. Buna göre:
Hz. Ali ve Ebû Saîd el-Hudrî’nin rivayetinde, ’Mehdî, bizden (yani) Ehlibeyt’tendir…’10;
Abdullah b. Mes’ûd’un rivayetinde, ’Araplara, Ehlibeyt’imden, adı adıma uyan bir adam hakim olmadıkça dünya gitmez veya son bulmaz.’11;
Avf b. Mâlik’in rivayetinde, ’Ehlibeyt’imden kendisine Mehdî denilen bir adam çıkacak’12;
Ebu’l-Kâsım el-Halilî’nin rivayetinde ’Ehlibeyt’imden bir adam çıkmadığı sürece kıyamet kopmaz.’13;
yine Ali b. Ebî Tâlib ve Zirr b. Abdullah’ın rivayetlerinde, ’(kıyametten önceki) bir günde bile olsa Allah (c.c.) Ehlibeyt’imden çok faziletli birini gönderecektir.’14;
Hz. Ali’nin bir başka rivayetinde ise, onun Hz. Hasan’a hitaben seyyid olduğunu ve ’onun sulbünden Peygamber’in (s.a.v.) adını taşıyan birinin çıkacağı’15 beyan edilmektedir.
Bir rivayette Mehdî’nin soyuna, şekline ve icraatına şöyle işaret edilmektedir: ’Mehdî bizden (yani) Ehlibeyt’tendir. (O,) burnu yüksek, çekme, açık ve geniş alınlıdır. Yeryüzünü, tıpkı zulüm ve haksızlıkla doldurulduğu gibi adalet ve hakkaniyetle doldurur…’16
Hz. Ali’den gelen bir rivayete göre Allah Mehdî’ye kısa bir süre içinde, hatta bir gecede bilgi ve anlayış nasip edecek, onu irşat edecektir. Rivayete göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: ’Mehdî bizden (yani) Ehlibeyt’tendir. Allah onu bir gecede ıslah eder.’17
2- Mehdî devrinde adâlet
Ebu Saîd el-Hudri, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakleder: ’Ehlibeyt’imden, açık ve geniş alınlı, çekme burunlu bir adam (yeryüzüne) hakim olmadıkça kıyamet kopmaz. Yeryüzünü, tıpkı kendinden önce zulümle doldurulduğu gibi adaletle doldurur. (Hükmü) yedi sene olur.’18
Mehdî’nin yaşadığı dönemde zulüm ve düşmanlıkları yok edip hak ve adaleti gerçekleştireceği yönündeki hususiyetinin başka rivayetlerde de desteklendiği görülmektedir. Abdullah b. Mes’ûd’un rivayetinde, Mehdî olduğu anlaşılan bir zâtın ’zulümle dolu dünyayı adaletle dolduracağı ve dolayısıyla herkesin ona yardım etmesi istenmektedir’19. Abdullah b. Ömer’in bir rivayetinde ise, ’(Hz. Ali’nin) soyundan bir gencin çıkarak yeryüzünü adaletle dolduracağı’ belirtilmekte20; Ebû Hureyre’nin naklettiği bir hadiste ise, ’zulümle dolu âlemi, kısa bir zaman içinde hak ve adaletle dolduracağı’ ifade edilmektedir21. Hz. Ali’nin naklettiği bir rivayette de, ’yeryüzünde Allah diyecek hiç kimsenin kalmayacağı kadar zulüm ve haksızlıkların olacağı ve sonrasında âlem nasıl zulümle dolmuşsa aynı şekilde adalet ve doğrulukla da dolacağı’ beyan edilmektedir.22 Söz konusu edilen bu rivayetler arasında senedi itibariyle sahih olanlar bulunduğu gibi zayıf olanların varlığı da dikkat çekmektedir. Bununla birlikte başta zikrettiğimiz rivayeti manen desteklemeleri itibariyle ve ’takviye’ kabilinden zikredilmeleri mümkündür.

3- Mehdî Devrinde İktisadî Refah
Mehdîlik meselesiyle alâkalı hadisler içerisinde zikri geçen bir başka önemli konu da, Mehdî’nin malı saymadan bol bol dağıtması, ihsanının bol ve peşin olması, onun devrinde ümmetin hiçbir ümmete nasip olmayacak şekilde refah içinde yaşamasıdır. Böylesi bir durum, âdil bir idarenin cihan çapında gerçekleştirdiği hakiki adaletin yansımasının bir işaretidir. Bu husustaki hadislerin ekseriyetle Ebû Saîd el-Hudrî kanalıyla nakledildiği görülmektedir, şöyle ki: Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Peygamberimiz’den sonra (fitneye sebep olacak) olayların olmasından korktuk da Allah’ın Nebisi (s.a.v.)’e (bazı sorular) sorduk. Bunun üzerine (O) şöyle buyurdu: ’Muhakkak ki ümmetim içerisinde Mehdî vardır, çıkar (ve) beş veya yedi ya da dokuz (sene) yaşar (hükmeder). Nihayet ona bir adam gelir ve: ’Ey Mehdî! Bana ver, bana ver.’ der. (Bunun üzerine o da), ona taşıyabileceği kadar elbisesine saçar (verir).’23 Beklenen Mehdî’nin yaşadığı dönemdeki bolluk ve refahın tasvir edildiği bu hadis hakkında Tirmizî ’hasen bir hadis’ demektedir. Aynı sahabeden nakledilen bir rivayette ’semanın bol bol yağmur yağdıracağı, arzın da bitkilerden hiçbir şeyi saklamayacağı ve malın değersiz hale geleceği’ ifade edilirken24; bir diğer rivayette de, ’ümmetin hiç kimsenin benzerini görmediği kadar nimetlendirileceği ve Mehdî’nin isteyen herkese fazlasıyla vereceği’ beyan edilmiştir.25
Bu hususta Ebû Saîd el-Hudrî tarafından nakledilen başka hadisler de rivayet edilmiştir. Bu hadislerde müşterek mana olarak üzerinde durulan husus, Mehdî devrinde mukayese edilemeyecek ölçüde bolluk ve bereket olacağı ve onun da isteyenlere esirgemeden bol bol dağıtacağı hususudur.26
Bununla birlikte, Müslim’in Sahih’inde geçen ve açıkça Mehdî ifadesinin geçmediği şu hadis de bu manayı desteklemektedir: Ebû Saîd (el-Hudrî) ve Câbir b. Abdillâh (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demişlerdir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Ahir zamanda bir halife olacak, malı (bolca) taksim edecek ve onu say­mayacaktır.’27 Cerh ve ta’dil âlimleri tarafından yapılan araştırmaların sonucu, hadisin ravilerinden biri hâriç diğerleri sika, güvenilir ravilerdir. Zayıf olarak kabul edilen ravi ise, ravi tenkit sebepleri açısından hafif bir kusuru bulunan bir ravidir ve muhtemelen bu sebepten dolayı İmam Tirmizî, bu hadis hakkında ’hasen’ hükmünü vermektedir. Hadisin ravileri arasındaki ittisal durumuna bakıldığında, bir inkıta bulunmadığı, muttasıl bir senetle nakledildiği görülmektedir. Bu hadis başka tariklerce de takviye edildiği için, zayıf sayılmadığı, hasen mertebesine yükseldiği, dolayısıyla âlimler tarafından hasen hadisin dinde hüccet sayıldığına bakarak da, hadisin bu konu hakkında delil olarak kullanılabileceği hükmü çıkarılabilir. Hadisin muhtevası hakkında İmam Nevevî, esasında Mehdî olduğu anlaşılan Müslim rivayetindeki Halife’nin malı sayma lüzumu hissetmeden avuç avuç vermesini, malların, ganimetin ve fütuhatın çokluğundan kinaye olduğu ve kendisinin de fevkalade cömert olacağı şeklinde yorumlamıştır.28 İbn Kesir’e göre de, buradaki Mehdî, başka hadislerde malı bolca ve korkmadan dağıtacak olan halifedir.29 Dolayısıyla fiziki yönden olmasa da, ahlaki hususiyetleri itibariyle Efendimiz’e (s.a.v.) benzeyecek olan Mehdî-i Rasûl30, cömertliği, mütevazı yaşantısı, aza kanaat edip çokça infak etmesi gibi hususiyetleriyle Efendimiz’e benzeyen bazı özellikler taşıyacaktır.

4- Fazileti
Mehdî’nin faziletine dair şöyle bir rivayet nakledilir: ’Biz (yani) Abdulmuttalib’in evlatları, Cennet ehlinin efendileriyiz. Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdî.’31 Bu hadis fazilet meselesinin esas kaynağını teşkil etmiştir. Buna benzer rivayetlerde onun meziyetlerini gören Tavus-u Yemenî: ’Keşke onun zamanına yetişseydim’ demiştir.32 İbn Hacer bu husustaki bir tahlilinde, onun faziletli kılınmasının sebebi olarak, zamanındaki ağır fitneleri göstermektedir. ’Zamanındaki fitnelerin zorluğu sebebiyle onun meziyetleri çoktur’ der.33 Bazıları onu, fazilet bakımından Dört Halife’den daha önde görmüşlerse de, İbn Hacer, el-Heytemî ve es-Sefarinî gibi zâtlar, onun Dört Halife ve sahabeden sonra geldiği hususunda icma olduğunu söylemişlerdir.34 Hz. İsa’nın onun arkasında namaz kılacağına dair rivayetlere dayanarak bazıları onun bir Peygambere imamlık yapacak kadar faziletli oluşuna dikkat çekmişlerdir.35

5- Çıkış yeri ve zamanı
Bir kıyamet alâmeti olması hasebiyle Mehdî’nin çıkacağı yer ve zaman konusunda kesin bir şey söylemek mümkün değildir. İbn Hacer’in kaydettiğine göre Mehdî’nin çıkışından önce öyle fitneler olacak ki insanlar haramı helâl sayacaklardır.36 Rivayet edilen bir hadise göre Mehdî’nin çıkış vakti ümmetin orta dönemidir: ’Ben başlangıcında, İsa sonunda, Ehlibeyt’imden (olan) Mehdî de ortasında bulunan bir ümmet nasıl helak olur?’37 Buradaki ’orta’ tabiri, ’sondan az önce, yani İsa’nın nüzulünden önce’ şeklinde yorumlanmaktadır. Zira İsa (a.s.) onun zamanında nüzul edecektir.38 Mehdî’nin çıkacağı yer konusunda kesin bir şey söylenmemektedir. Yalnız doğudan siyah bayraklıların çıkacağı zaman, Mehdî onların arasında olacağından dolayı katılmayı emreden hadiste doğudan çıkacağı bildirilir.39
Diğer taraftan Mehdî’nin zuhurunun yaklaştığını gösteren bazı alâmetlere de işaret edilir. Bunlara göre Mehdî’nin çıkacağı senenin Ramazan ayının ilk gecesinde ay tutulması, on beşinde ise güneş tutulması olacaktır. İhtilaflar ve zelzelelerin çok olması da onun çıkış alâmetlerinden sayılmıştır.40 İbn Hacer’in kaydettiği bir diğer alâmet ise ’nsan ciğerini yiyen kadının çocuğu olan Süfyanî’nin Şam minberine oturmasıdır.’ Süfyanî ve Mehdî arasındaki şiddetli bir mücadeleden bahsetmekte, sonunda Süfyanî’nin mağlup olacağını bildirmektedir.41 İbn Hacer el-Heytemî’nin kaydettiğine göre Mehdî’nin mücadelesi kansız olacaktır. Aynen şu ifadeyi kullanmaktadır: ’Ona bey’at edenler, rükün ve makam arasında (Hicaz’da) bey’at ederler. Uyuyanı uyandırmaz, asla kan dökmezler.’42 Mehdî’nin hâkimiyeti, Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn’in hâkimiyetine benzetilir. Onun döneminde barış içinde yaşanacak, kurt kuzu yan yana otlayacak, çocuklar yılan ve akreplerle oynayacak, kimse kimseye zarar vermeyecek. İbn Hacer’in verdiği bu bilgiler İsa’nın nüzulü vaktiyle ilgili Eski Ahit’te geçen bilgilere büyük ölçüde paralellik arzediyor.43 Müslim’de geçen hadis-i şerife işareten Mehdî zamanında çok büyük bir bolluktan söz edilmektedir. Öyle ki kim Mehdî’den ne isterse ona verilecektir.44

6- Mehdîlik iddiası ve istismarı
Sahih hadislerde tespit edilen bu hususiyetler dikkate alındığında, öteden beri üslendikleri konum ve misyon itibariyle Mehdîlik payesini hak ettiği düşünülebilecek pek çok insan vardır. Bunlar içerisinde, yaptığı ıslahatları, çizgisindeki istikameti, seleflerine karşı saygısı, dini meselelerdeki mutedil ve müstakim tavrı gibi hususiyetleriyle Emevilerden Halife Ömer b. Abdülaziz (v.720), Abbasiler’den Halife el-Mehdî (v.785) kendi dönemlerinin birer Mehdîsi olarak vasıflanırlar. İmam Azam Ebû Hanîfe’den (v.767) İmam-ı Rabbanî es-Serhendî’ye (v.1624), ondan da İmam-ı Gazali (v.1111) ve Mevlânâ Halid-i Bağdadi’ye (v.1827) kadar Mehdîyet vasıflarını haiz gibi görülen bazı büyük şahsiyetleri burada zikretmek mümkündür. Bu insanlar, iddiasız, samimi, beklentilere girmeden dine hizmet etmişler ve katiyen Mehdîlik iddiasında bulunmamışlardır. Onların faziletlerini gören halk da etraflarında toplanmış ve salih bir hizmet dairesi oluşturmuşlardır. Bununla birlikte bu makam, bir kısım fırsatçılar tarafından da sürekli istismar edilmek istenmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) henüz hayatta iken, Müseylemetü’l-Kezzab, Tüleyhâ, Esved’ül-Ansî ve Secâh gibi peygamberlik iddiasıyla ortaya atılan pek çok yalancı türediği gibi, her dönemde ’Âhir zamanda gelecek zât benim!’ diye meydana çıkan kimseler de olmuştur. Efendimiz’in (s.a.v.) vefatından hemen sonra ’Ben de Peygamberim.’ diyen sekiz tane Deccal gibi, her dönemde ’Ben Mesih’im.’ diyen hasta ruhlu kimseler de var olmuştur. Dahası, Mehdî ile alâkalı hadîs-i şerîflerde ’Araplara, Ehlibeyt’imden, adı adıma uyan bir adam hakim olmadıkça dünya gitmez (son bulmaz).’45 dendiği için, yani Mehdî’nin adının Muhammed, Ahmed gibi bir isim olacağına, Efendimiz’in (s.a.v.) ismiyle Mehdî’ninkinin örtüşeceğine işaret buyrulduğu için az ileri yaşlarda adını değiştiren pek çok insan çıkmıştır. Doğrusu, bir insan Mehdî bile olsa, bu mazhariyetini ilân etme gibi bir vazifesi yoktur. Dahası, hakiki Mehdî olduğuna dair elinde kesin bir delili de yoktur; duyuş ve sezişlerinde yanılmış, asıl ile gölgeyi karıştırmış olabileceği her zaman muhtemeldir.

7- Mehdîliğe İman, İnanç Esaslarından Değildir
Tarih boyunca bazı kimselerce istismar edilmiş Mehdîlik meselesi, usûlü’d-din ulemasınca da itikadî bir mevzu olarak görülmemiştir. Sünnî camiadan ne İmam Mâturidî, ne de İmam Eşarî, bu meseleyi bir itikat konusu olarak görmedikleri için eserlerinde de yer vermemişlerdir. Ehlisünnet’in ’âmentü’ diye bilinen temel itikadî prensipleri arasında da sayılmamıştır. Dolayısıyla bu mevzu, âhad haberlere dayalı fer’î bir mesele olarak telâkki edilmiştir. Ayrıca hadislerde Mehdî’nin soyu, adaleti ve iktisadî yönü hakkında genel bazı vasıflarına işaret edilmiş olsa da, bu konuda bir sarahat yoktur. Sarih bir şekilde ifade edilmediğine göre bu işaretler müteşabihtir ve müteşabih olduğu için de birçok ihtimal ve yorumdan herhangi birine mutlak inanmak şart değildir. Sahih hadislerde işaret edilen Mehdî’nin vasıflarına uygun düşen şahıs, geçmişte Halife Ömer b. Abdülaziz olabildiği gibi, istikbalde bir başkası da olabilir. O hâlde günümüzde bir ruh hastasının çıkıp da ’Ben Mesih’im, ben Mehdî’yim.’ demiş olması, hiçbir şekilde ilzam edici, bağlayıcı değildir.
Mehdîlik meselesinin daha sonraki kelam kitaplarının konuları arasına girmesi ise şöyle ifade edilmektedir: ’İmamet furua, yani inançla ilgili olmayan konulara ait bir meseledir. Mükelleflerin fiillerindendir. Zamanla imamet konusunda, Müslümanlar arasında yanlış itikatlar ortaya çıkınca, bilhassa Rafızi ve Harici fırkalar tarafından aşırı iddialar ortaya atılıp, İslâm’ın ana kaidelerinden uzaklaşmaya götürecek derece saplantılar yaygınlaşınca, kelamcılar imamet konusunu, kelamın konuları arasına aldılar. Nitekim aynı şeyden dolayı, akait eserlerinin son kısımlarına, imamet ve Mehdîlik bahislerini de ilave etmişlerdir.’
İlk dönem eserlerinde bir inanç konusu olarak yer almayan Mehdîliğin, sonraki asırlarda yazılan akait kitaplarında yer alması tenkit edilecek bir husus değildir. Zira Şia mezheplerinin pek çoğunda itikadî prensipler içinde olan imamet meselesiyle yakından ilgili Mehdîlik düşüncesi, bizde fer’î meselelerden sayılsa bile kelamî açıdan incelenip, Ehlisünnet’in kanaati ortaya konmalıydı. Nitekim yapılan da bundan ibaretti. Mesela; Taftazanî Mehdî meselesini, imamet bahsinin bir ek konusu olarak ele almıştır. Hz. İsa’nın nüzulünü de bu bahse dâhil etmiştir. Bazı kıyamet alametleri ile alakalı kitaplarda meselenin yer alması onun itikadî bir konu olduğu manasına gelmez.

Sonuç
Son dönemlerde bazı çevrelerce aralarında hiçbir ayrım yapılmaksızın, muteber hadis kaynaklarında yer alan Mehdî hadislerine yönelik, bütünüyle asılsız olduğu şeklindeki yaklaşım tarzı gerçeği yansıtmamaktadır. Zira öyle anlaşılıyor ki bu hadisler, en erken telif edilen hadis kaynaklarımızda güvenilir tariklerle rivayet edilmiştir. Klâsik hadis tenkit usulüne göre senetteki ravilerin güvenilirliği ve isnadın muttasıl olup olmaması yönüyle değerlendirildiğinde, sahih ve muteber tariklere (rivayet yollarına) sahip olduğu görülmektedir.
İslâm tarihi boyunca halife, Mehdî, gavs ve kutup şahsiyetler tarafından gerçekleştirilen ’tecdit, ıslah ve ihya’ hareketleri ne kadar sahih ve meşru bir temele sahipse, aynı şekilde bu vasfı taşıdığı iddiasıyla istismara kalkışan ve kendisinin ahir zamanda gelecek kurtarıcı olduğunu söyleyen makam, menfaat ve şöhret fırsatçıları da hiç eksik olmamıştır. Bir insan Mehdîlik vasıflarını taşıyor olsa bile, bu mazhariyeti ilân etmek gibi bir vazifesi yoktur. Şu bir hakikattir ki, geçmişte sadece risalet vazifesiyle görevli olan peygamberlerin kendi risaletlerini duyurmak gibi bir yükümlülükleri vardı; ancak günümüz insanı için böylesi bir durum artık söz konusu olamayacağına göre, hiç kimsenin kendi mazhariyetlerini teşhir etmesi de gerekmez.
Ayrıca bir müminin fert ve topluma karşı vazife ve sorumluluklarını ihmal edip, beşer üstü bir tabiata sahip ve bütün dünyaya bir anda şekil verecek bir zatın zuhurunu, oturup, tembel tembel beklemesi son derece yanlıştır. ’Mehdî ve Mesih gelecektir, onu bekleyelim.’ diye hiçbir kimse, İslâm’ı yaşama ve yaşatma adına kendisine düşen vazifeleri ihmal etmemelidir. Mehdîlik düşüncesi, topluma, doğrularıyla ve doğru bir üslupla anlatılırsa, tembelliğe değil, bilakis bütün Müslümanları, insanlığın beklediği böyle bir ıslahatçıya zemin hazırlama adına seferber edecektir.
Tabilerinin, ister hoca, ister lider vd. olsun önderlerini aşırı övüp yüceltmeleri, her tarafta varsa dahi menkıbe ve kerametlerini anlatmaları, her işinde hikmet görmeleri, kısacası kutsamaları, böyle kimseleri kendilerini beğenmeye, seçilmiş insan görmeye, diğer insanlardan daha yüce saymaya, neticede mehdiyet ya da mesihiyyet iddia etmeye sevk ettiği aşikar bir hakikattir. Bu nedenle bu tür aşırı kutsamalardan, yüceltmelerden ümmet olarak şiddetle sakınmak icap etmektedir. Kişi tabi olduğu hocayı, şeyhi çok sevebilir, diğerlerinden üstün görebilir. Ancak bu hiçbir zaman ona sahip olmadığı payeleri yakıştırmaya varmamalıdır.
Nitekim yakın zamanda, kendilerini Mehdî zanneden, tabilerinin dahi öyle kabul ettiği ve körü körüne bağlandığı sapkınların millete, devlete ve en önemlisi İslâm’a ve Müslümanlara verdiği zarar aşikardır. Cenâb-ı Hak, istikametten ayırmasın! Kendini ve haddini bilen kullarından eylesin!





(Endnotes)
1 Ebû Dâvûd, el-Mehdî, 1.
2 en-Necm, 53/3.
3 Bkz., Buhârî, Ehâdîsü’l-Enbiyâ, 49, Menâkıb, 2,7; Müslim, Îmân, 244-246, Fiten, 67-69.
4 İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî Bi-Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, Kâhire, 1986, VI/569; Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh Şerhu Mişkâti’l-Mesâbîh, XVI/60.
5 Bkz. Tirmizî,Fiten, 52-53; Ebû Dâvûd, el-Mehdî, 1; İbn Mâce, Fiten, 34; Ahmed b.Hanbel, Müsned, III/22,27,28,37,52; IV/556; V/277; İbn Ebî Şeybe, Musannef, XXI/286,290; Hâkim en-Nîsâbûrî, Müstedrek, III/211; IV/463,557.
6 Zeki Sarıtoprak, ’Ehl-i Sünnet İnancına Göre Mehdîlik Meselesi’, Yeni Ümit Dergisi, s.36, Nisan-Haziran 1997.
7 Muhammed b. Ca’fer el-Kettânî, Nazmu’l-Mütenâsir Mine’l-Hadîsi’l-Mütevâtir, h.no: 289.
8 Bkz. Muhammed b. Ali eş-Şevkânî, et-Tavdîh Fî Tevâturi Mâ Câe Fi’l-Mehdîyyi’l-Muntazar Ve’d-Deccâl Ve’l-Mesîh.
9 Ebû Dâvûd, el-Mehdî, 1; İbn Mâce, Fiten, 34.
10 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.2, s.74, h.no:645, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1997; Hâkim, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, el-Fiten Ve’l-Melâhim, c.4, s.600, h.no:378/8670, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2002.
11 Ebû Dâvûd, el-Mehdî, 1; Tirmizî, Fiten, 52.
12 Taberânî, Kebîr, XVIII/51.
13 Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, VII/613.
14 Ebû Dâvûd, Mehdî 1; Taberânî, Kebîr, X/135.
15 Ebû Dâvûd, Mehdî, 1.
16 Hâkim, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, el-Fiten Ve’l-Melâhim, c.4, s.600, h.no:378/8670, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2002.
17 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.2, s.74, h.no:645, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1997; İbn-i Mâce, Fiten, 34.
18 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.17, s.209, h.no:11130, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1997; İbn Hibban, Sahîh, XV/236.
19 İbn Mâce, Fiten 34; İbn Ebî Şeybe, Musannef, VII/527.
20 Heysemî, Mecma’u’z-zevâid, VII/318.
21 Heysemî, Mecma’u’z-zevâid, VII/316.
22 Abdurrezzak b. Hemmâm, Musannef, XI/373.
23 Tirmizî, Fiten, 53.
24 Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/22,35.
25 Hakim en-Nisâbûrî, el-Müstedrek, Haydarabad, 1916-1923, IV/558.
26 Bkz. Nureddin el-Heysemî, Mecma’u’z-zevâid, Dâru’l-kütüb, Beyrut, 1967, VII/313.
27 Müslim, el-Fiten Ve Eşrâtu’s-Sâa, 18.
28 Nevevî, Sahîhu Müslim Bi-Şerhi’n-Nevevî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, trz., XVIII/39-40.
29 İbn Kesîr, el-Melâhim Ve’l-Fiten, Dâru’l-Kütübi’l-Hadîse, Kahire, trz., I/31.
30 Ebû Dâvûd, Mehdî 1.
31 İbn-i Mâce, Fiten, 34.
32 İbn Hacer, a.g.e., s. 71.
33 İbn Hacer, a.g.e., s. 71.
34 İbn Hacer, a.y.; es-Sefarinî Levami’. II. 85.
35 Muhakkak ki Ebû Hureyre (r.a.) şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’İmamınız (devlet başkanınız) kendinizden olduğu hâlde Meryem oğlu (İsa) aranıza indiği zaman (İsa da imamınıza uyduğun­da) sizler nasıl (olur)sunuz?’ (Buhârî, Ehâdîsu’l-Enbiyâ, 49)
36 İbn Hacer, a.g.e., s. 47.
37 İbn-i Asâkir, Târîhu Medineti Dımeşk, c.5, s.394, h.no:169, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1997.
38 el-Keşmîrî, age., s. 81; İbn Hacer, el-Kavlu’l-Muhtasar, s.24.
39 Tirmizî, Fiten, 79.
40 Rediş er-Raşid, Tenvîrur-Ricâl Fî Zuhûri’l-Mehdî Ve’d-Deccâl, s.22.
41 İbn Hacer, age., s.49.
42 İbn Hacer, age., s.53.
43 İbn Hacer, age., s.54: krş. İşaya, 45:1-3; 2-2-4.
44 Bkz. Müslim, Fiten. 67-9: Sıddık Hasan Han, el-İzaa, s. 123-6.
45 Tirmizî, Fiten, 52.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.